Medya ve Etik

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Prof. Dr. Haluk ŞAHİN

2000

 

 

“Bir zamanlar hayat, kapalı bir düzen içerisinde ve dışarıdan bugünkü mânâda haberin gelmediği, herkesin birbirine yettiği bir dünyada sürüyordu. Şimdi ise biz bütün değerlerin hızla değiştiği, doğru ve yanlışın ne olduğunu anlamakta zaman zaman zorlandığımız bir dünyada yaşıyoruz. Tabii olarak dünyamızı anlamlandırmak için çaba göstermemiz gerekiyor. Bu çabada medyanın önemli rolü vardır

Medya, teknoloji sayesinde 19. yy’dan itibaren doğmaya başladı ve çağımıza damgasını vuran güçlerden birisi olarak karşımıza çıktı.

Değerli dostlar; yeni bir teknoloji bir topluma girdiğinde o toplumun bütün kalıplarını değiştiriyor. Buna bağlı olarak iletişim teknolojileri de girdikleri toplumlardaki iletişimi ve ilişkileri çok köklü bir biçimde değiştiriyor. O yüzden medyayı sadece ideoloji yayıcısı olarak değil aynı zamanda hayatımızın bir parçası, bir değiştiricisi olarak değerlendirmekte yarar vardı.

Medyanın ortaya çıkmasıyla 19.yy’da demokrasi kültürü de yaygınlaştı. Böylece medyanın demokrasi içindeki önemli rolü anlaşılmaya başlandı. Bu düşünceye dinsel inanç kavşaklarından da seküler anlayış içerisinden de gelenlerin anlaştıkları nokta şu: “Bir toplumda demokrasinin işleyebilmesi için o toplumda basının özgür ve bağımsız olması gerekir. Madem insan doğruyla yanlışı ayırt etme yeteneğine sahiptir o halde bırakınız insanlara doğrular ve yanlışlar ulaşsın. Eninde sonunda insan mutlaka doğruyu seçecektir.”
Basın özgürlüğü, bütün çağdaş anayasalara temel bir hak olarak girmiş ve basının sansür edilmesi demokrasiye karşı işlenecek en ağır suçlar arasında sayılmıştır. Medyanın özgür kalması hem demokrasinin iyi işlemesi için bir kural sayılmış hem de o toplumun temiz kalmasında aracı olmuştur.

Biliyorsunuz içindeki suyu temiz ve berrak tutabilmek için akvaryumun filtrelere ihtiyaç vardır. O filtrelerin görevlerini yerine getirmesi sayesinde balıklar gayet mutlu yaşarlar. Ama elektrikler kesilince filtre görevini yapamaz ve su puslanmaya, balıklar ölmeye, sudan kötü kokular gelmeye başlar. Tekrar balık besleyebilmek için suyu değiştirmek zorunda kalırsınız.

Toplumları da akvaryuma benzetecek olursak o toplumları sürekli temiz tutmak için filtrelere ihtiyaç vardır. Eğer o filtreler iyi çalışmıyorsa Kötü kokular gelmeye başlar. Bu filtreler yargı, yasama, yürütme gibi kurumlardır. Fakat en önemlisi medyadır ki onun filtresel işlevleri arasında başkalarının gizli tutmaya çalıştıkları kötülüklerin ifşası vardır. Eğer bu gibi işlevler yerine getirilmiyorsa o toplumların durumları çok iç açıcı değildir. Maalesef bugün Türk toplumu da böyle bir durumla karşı karşıya. Bugün Türkiye’de bir takım filtreler sağlıklı işlemiyor. Yasama, yürütme, yargı veya medya, yakalaması gereken pislik tanelerini yakalamıyor veya yakalayıp tekrar akvaryumun içine atıyor. Bu çerçevenin altını medyanın filtresel işlevinin dolayısıyla özgürlüğünün ne kadar önemli olduğunu belirtmek için çiziyorum. Fakat bu istismara çok açık bir konu. Meslektaşlarım açısından konuşacak olursam; bazılarımız bunu bize ayrıcalık tanınmış da biz bu ayrıcalıkları ifa ediyormuş gibi görüyoruz. Bize verilmiş ayrıcalık yok. Aslında biz sadece halkın gerçekleri öğrenme hakkını yerine getiren ögeleriz. Halkın gerçekleri öğrenme hakkı bir lüks değil bir koşuldur. Bu hakkın olmadığı yerlerde çürüyen toplumları görüyoruz.

Benim gazeteciliğe başladığım 1970’li yıllarda başımdaki patronların çoğu gazetecilikten gelme insanlardı. Ama günümüzde gazetecilikten gelme patron hemen hemen hiç kalmadı. Gazetecilikten gelen patronun temel amacı gazetecilik işlevini yerine getirmektir. Ama gazetecilik dışından gelen patronun amacı farklı olabilmektedir. Böyle bir ortamda acaba demokrasi kavramının arzu ettiği işlevleri medya yerine getirebilir mi? sorusu sadece Türkiye için değil dünyanın her yerinde çok önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Biliyorsunuz geçenlerde Amerika-online (AOL) ile Time Warner’ın birleşmesi söz konusu olmuştu. Bu durum gerçekleştiğinde toplam mal varlığının 450 milyar dolar dolayında olduğu söyleniyor. Türkiye’nin toplamından daha fazla olan bu türden imparatorluklar ortaya çıktığı zaman bizim iyi niyetli John Milton veya J. Stuart Mill’in ortaya koyduğu kavramları sorgulayıp takviye etmemiz gerekiyor.

Devletlerden büyük devasa kuruluşların ortaya çıkması sesinizi nasıl duyuracağınız konusunda sizi düşündürtüyor. 450 milyar dolarlık güç ve siz. Hele deprem felaketinden sonra Türkiye’nin 5 milyar dolar dahi çıkartamaması düşünülürse…

1990’dan itibaren özel televizyonların gelmesiyle birlikte televizyonlarda müthiş bir patlama yaşandı. TRT döneminde belli olan kurallar birden bire bir kenara atıldı. 1994 yılında RTÜK işlev göstermeye başlayıncaya kadar 3-4 senelik boşluk oldu. Aynı zamanda karmaşık özgürlük dönemi olan bu boşluk döneminde, Türkiye hiçbir zaman tartışamayacağı konuları tartışmış oldu.

Etik ihtiyacının kurumsal olarak çözülebilmesi için, Basın Konseyleri, Basın Ahlâkı Divanları kurmak gibi bir takım girişimler olmuştur. Bunların koyduğu ilkeler hepimizin yürekten destekleyeceği türden ilkelerdir. Kurallara uyulmadığı takdirde gazetecilerden oluşan divan, yaptırım olarak kınama veya uyarı cezası veriyordu. Fakat verilen ceza o gazetede yayınlanmayınca yaptırımın bir anlamı kalmıyor. Ayrıca o gazetenin yayınlamaması da etik açıdan bir problem oluşturuyor. Bundan da anlıyorsunuz ki etik olayı halen içselleştirilememiştir.

Basındaki etik ihlalleri hepimizi etkilediği için haklı olarak feryat ediyoruz. Ama Türkiye’de etik ihlallerinin yaşandığı tek alan basın değil. Acaba tıp camiası etik açıdan hangi ölçüde haklıdır? İş dünyası bu kurallara ne derece uyuyor? Bankacılığın ahlâkı yok mu, olması gerekmez mi?..

Etik, insan davranışlarındaki doğruluk ve yanlışlık konularını araştıran felsefe dalıdır. 21.yy’a girerken etik konusu insan etkinliklerinin bütün alanlarında önem kazandı. Örneğin bir cinayetin çözümünde küçük bir çocuğun ifadelerine baş vurulması, çocuğun bu şekilde afişe edilmesinden dolayı psikolojik bunalımlar doğuracağı için etik açıdan yanlış sayılmıştır. İntihar olaylarına detaylı olarak yer verildiğinde hem etik açıdan hem de kanunlar açısından yanlış yapılmış olur.

Etik açıdan daha bir çok ihlallerin yaşandığı böyle bir dünyada medya ne yapmalı? Medya üzerine düşeni kamuoyunun desteğini sağlayacak biçimde gerçekleştirmezse hem inanılırlığını hem de saygınlığını yitirir. Türkiye’nin en saygın ve “en güvenilir kurumları” hakkında yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre medya, politikacılarla birlikte en son sırada yer alıyor. Bu, demokrasi açısından hoş bir şey değil. Toplumda medya bu kadar olumsuz bir duruma düşmüşse o ülkede demokrasinin de iyi işliyor olması mümkün değildir. Medyanın iktidarla bağlantısı bir şekilde engellenmeli, medya patronlukları gözden geçirilmelidir. Haberi objektif ve tarafsız vermek medyanın en temel görevidir. Eğer bunu iyi yapmıyorsa ki yapmıyor o zaman medya asal görevini iyi yapmıyor demektir. “Alçaklar” diye manşet attıktan sonra onun altında verilen haberin tarafsız ve objektif olması mümkün mü? Amerikan gazeteciliğinde haber verilir, ayrı bir yerde yorum başlığı altında o haberin yorumu yapılır. Bizim de bunun için çaba göstermemiz gerekiyor.

Ayrıca değinmek istediğim başka bir nokta da arz-talep meselesi. Siz oturup gece gündüz çalışarak ortaya 4/4 lük haber çıkarmak için uğraşıyorsunuz. Rakibiniz aynı anda futbolcu Ahmet ile karısı arasındaki adi dedikoduyu ekrana getiriyor ve üç misli reyting yapıyor. İşin daha da yaralayıcı tarafı bunu en yakınınızdaki insanların dahi yaptığını dehşet içinde keşfediyorsunuz. Bu durum ise zamanla yüksek değerlerin ve iyi gazetecilerin tasfiyesi gibi bir sonuç doğuruyor. Türkiye’nin şu anda bulunduğu ortamda başarının ölçüsü maalesef reyting.

Yapılması gereken şey meslek etiği bilincinin hem kamuoyuna hem de mesleğe yerleştirilmesi olmalıdır. Biz demokratik geleneklerimiz zayıf olduğu için suçu başkasına atıp işin içinden sıyrılmaya meyyal bir toplumuz. Oysa dünyanın başka yerlerinde medya gözcüsü kuruluşlar, etik ilkelere aykırı uygulamalarda hemen uyarılarını yapıyorlar ve seslerini de duyuruyorlar. Bu yüzden sizin gibi gruplara Türkiye’de ihtiyaç var. Hepimiz eleştiri mekanizmalarını sürekli olarak işletmeye çalışmalıyız.

 

Not: programın özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.

Hazırlayan: Emine Ünlü

 

 

Önceki Yazı

Tasavvufi Hayatta Eğitim

Sonraki Yazı

Türk Dilinde Tasfiyecilik ve Sonuçları

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir