Teoloji Olarak Yorum- Gazzali ve İbn Rüşd’de Te’vil

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Zeynep Gemuhluoğlu

İz Yayınları
İslam düşüncesine, bütün disiplinlerini gözeterek yönelen bir bakış, tevilin, bu düşüncenin en merkezi problemlerinden biri olduğunu ortaya koyacaktır. Zira te’vil, sahabe asrında olmasa bile sonraki tüm dönemlerde, İslam düşüncesinin ilk ve orijinal kaynaklarına, yani Kur’an ve hadislere ulaşma ve onlarla irtibat kurmanın imkânlarından biri olarak gelişmiş, “metin anlama/yorumlama yöntemi” dir.
İlahi bir Metin’den veya Kelamdan bahsetmek, söz (kelam), sözü söyleyen (mütekellim), muhatap ve hal olarak dört unsuru göz önünde bulundurmayı gerektirir. Ancak te’vil olgusu değerlendirilirken, bu temel dört unsur iki farklı bakış açışına göre yorumlanabilmektedir.
Birinci bakış açısına göre, İslam’ın ilk dönemlerinde Hz. Peygamber’in söz, davranış ve ikrarları ile ilahi kelamda dile gelen şeyin en doğru uygulaması gerçekleşerek şahıslaştığından, o dönemler için, vahiy ile muhatapları arasında bir örtüşme olduğu söylenebilir. Hz. Peygamber’den sonra ise, söz sabit kaldığı halde muhatap ve haller değişmeye başlamıştır. Kur’an te’vilinin tarihi böylece başlamaktadır, yani sürekli değişen ve dönüşen bir hayat, problemler ve insanlar topluluğuna karşın metnin sabit kalması, bu tarihin başlangıcıdır.
Bu durumda te’vil, değişen durumlar ve muhatapların ilahi metinle aralarına giren mesafenin kapatılması çabası olarak görülebilir. Müslümanlar, bu mesafeyi kapatabilmek ve ilahi metinle bağlantı kurabilmek için, onu her yönüyle incelemeye başlamışlar ve böylece tefsir, fıkıh, fıkıh usulü, anlama ve yorumlamanın ilkelerini belirlemek üzere geliştirilmiştir. Fıkıh usulü alimlerinin “olayların çokluğuna karşın nassın sınırlı olması” olarak dile getirdikleri budur. Ahkam dışında kalan konularda, fıkıh usulü yöntemlerinin yetersiz kalması sebebiyle dini ifadelerden ne kastedildiğini anlamak, ilgili olduğu mesele hakkında ayrıntılı araştırmaları gerektirdiği için farklı alanlara kaymış ve bu alanlar, zamanki kendi bağımsız disiplinlerini oluşturmuşlardır.
İkinci bakış açısı ise, birincisinde olduğu gibi Kur’an’ın en “doğru” şekilde Hz. Peygamber’de şahıslaştığını kabul etmesine rağmen, bu şahıslaşmayı tarihsel bir döneme hasretmez. Buna göre Kur’an, zahir ve batın olarak farklı varlık ve anlam düzeylerine işaret eder. Muhatap ve hale göre Kelam, adeta yeniden tecelli ve tezahür eder.
Hangi disiplin söz konusu olursa olsun, bütün Kur’an araştırmaları, anlama ve yorumlama çabalarının temelinde, “marifetullah” ve buna bağlı olarak da Allah’ın sıfatları ve fiilleri ile ilgili meseleler, doğrudan ve dolaylı olarak bulunmaktadır. İşte te’vil  tam da bu noktada devreye girer.
İslam düşüncesinde te’vilin, İlahi Kelamın ve metnin anlaşılması ve yorumlanması için bir imkan iken aynı zamanda “problem” haline gelmesi, teorik çerçevenin ötesinde, sosyal, hukuki ve siyasal açılımlara sahiptir. Zira İslam’da Hz. Peygamber’den sonra -mesela Hristiyanlıkta olduğu gibi – yoruma açık ve anlaşılması kolay olmayan nazari konularda akideyi belirleyecek bir “otorite” veya “kurum” yoktur ve bu nihai otoritenin “metin” olması veya metin yorumlarında ortaya çıkması anlamına gelebilir. Ancak bir çok yorum veya te’vil, zamanla fırkaların doğmasına ve bu fırkaların, metnin nihai yorumunda, dolayısıyla akideyi belirlemede otorite olduklarını savunarak diğerlerini “küfür” le itham edip akide dışı saymasına sebep olmuştur. Bu durumun –tahmin edileceği gibi- sosyal ve siyasal sonuçları büyüktür. Nitekim ele aldığımız düşünürler açısından te’vil, öncelikle teolojik bir söylemin ve yorumun sınırlarını belirleme uğraşısı olarak karşımıza çıkar.
İki büyük Müslüman düşünür, Gazzali ve İbn Rüşd, Kur’an’ın yorumlanmasında, kelamcılar, sufiler, filozoflar ve batıniler tarafından geliştirilen metodların çıkardığı karmaşa ve tehlikeli sonuçları bertaraf etmek üzere, halkın çoğunluğunu gözetici te’vil teorileri geliştirmişlerdir. Yine her ikisi, Kur’an ilişkilerinde avamı-herhangi bir yöntemi taklit etmeleri yerine hiç değilse anlamları dilsel uzlaşıma dayanan- zahire tutunmaya sevk etmekle birleşirler. Ancak İbn Rüşd, teorisini, bu yöntemle sınırlandırıp Metin’i öncelerken, Gazzali, “Kelam”ın bireysel  tecrübesine dayanan yeni ve üst bir yorum alanına kapı açar ve te’vile, teolojiye biçtiği “koruyucu” rol dışında bir önem izafe etmez.

Önceki Yazı

Bir Evrensel Projemiz Var Mı?

Sonraki Yazı

Akıl ve Erdem “Türkiye’nin Toplumsal Muhayyilesi”

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir