Yard. Doç. Dr. Mustafa ÖZEL
13 Ocak 2003
“İktisat, sınırlı kaynakları sınırsız insan ihtiyaçları için tahsis etme sanatıdır. Tanım yapılırken “kaynakların sınırlı ve ihtiyaçların sınırsız olduğu” ifadesinin neden kullanıldığının üzerinde durulması gerekir. Kapitalizmin ortaya çıkabilmesi ve hayatiyetini sürdürebilmesi için öncelikle bu anlayışın yerleşmesi gerekliydi. Halbuki 70-80 yıl geriye gidip dedelerinize sorsanız onlar; yerde ve gökte tüm nimetlerin sınırsız buna mukabil bizim ihtiyaçlarımızın sınırlı olduğunu, aksini söylemenin ise Allah’ın sınırsız nimetine karşı isyan ve nankörlük olduğunu söylerlerdi.
Biyolojimiz ve psikolojimiz, ihtiyacı belirlemede iki önemli faktördür. Kapitalizm isteklerimizi ihtiyaç gibi göstererek, psikolojimizi biyolojimizin yerine ikame etmiştir. Öyle ki, bir ihtiyaç malzemesi olan sabun ucuza maledilebilecekken içine bir takım kimyasal maddeler katılarak güzelleştireceği vaad ediliyor ve daha yüksek fiyata losyon olarak satılıyor. Burada losyon değil güzellik vaadi, mal değil değer satılıyor. Coca cola, hayat tarzı, Vakko kişilik çizgisi, Mercedes itibar sunuyor. Böylece zihinler etkilenerek reklama pay ayrılabiliyor.
Kazanç önceleri; “rızkın temini için gayret göstermektir” diye tarif edilirken bugünkü sistemde; “İnsanların, sermayelerini sonsuzca biriktirmeleri, büyütmeleri ve harcamaları” olarak anlam değiştirmiştir. Bu süreçte kazancın anlamıyla birlikte şekli de değişmiştir. Çünkü kapitalistleşmeyle birlikte fabrikaya gidip gelen, ürettiği mal üzerinde pazarlık gücü olmayan ve yaptığı işe yabancılaşan bir işçi sınıfı oluştu. Üretim daha çok, ekonomik anlamda hep var olan üst sınıfa akar hale geldi.Tarihin hiçbir döneminde bu kadar kutuplaşma olmamıştır.
Bu arada 19. y.y. Avrupa düşünürleri; “siyasi sistemin egemeni halk olacaksa ve bunlar üretimden çok pay almaya taliplerse %10’luk azınlık buna razı olacak mı? Ortaya çıkan büyük servet farkları problem olmayacak mı? Fabrikalarda söz sahibi olan köylü ve işçi ile biz ne yapacağız?” gibi soruların cevaplarını ararlarken üç temel ideoloji gelişti:
1. Konservatizm (Muhafazakarlık)
2. Sosyalizm (Mümkün olduğu kadar hızla halk egemenliği)
3. Liberalizm (Rasyonel halk egemenliği)
Muhafazakar ideoloji, minimum halk egemenliğini içeriyordu. Amaç halkı daha fazla siyasete katmak ama bunu hem yavaş yapmak hem de kapsamını dar tutmaktı. Bu sağcılık olarak nitelendirilmiştir.
Tam karşısındaki sosyalizmde ise, halkın mümkün olduğu kadar hızla egemen olması ve haklarını alması savunulur. Bu da solculuk olarak ifade edilmiştir.
Liberalizmde ise rasyonel halk egemenliği savunulur. Bu ise yapılan işin sonucunu hesap edebilen, kitaba uygun, akılcı hareket eden halkın egemenliğidir.
Liberal ekonomide; “Serbest piyasa karı” ve “tekel karı” olmak üzere iki tür kar vardır. Serbest piyasa karı en düşük kar, tekel karı ise en yüksek kardır. Piyasayı doğal seyrine bırakırsanız tekelciliğin yaşaması mümkün değildir. Çünkü istatistiki olarak biliyoruz ki cemiyette her zaman daha uyanıklar daha kabiliyetliler çıkacak ve mevcut tekelci konum aşınacaktır. Tekelciliğinizi devam ettirebilmeniz için devletin arkanızda olması gerekir. Demek ki kapitalizm devlet gücüyle, tekelleşme eğilimindeki ekonomik gücün izdivacıdır. “Kapitalist devlet”, halktan sesler yükseldiğinde “sosyal devlet”e dönüşür ancak halkı kollar gibi gözükse de yine kapitalistlerin lehine çalışır. Sosyal devlet, sağlık sigortası, emeklilik, sivil toplum örgütlenmeleri gibi girişimlerle halkı rahatlatma yöntemleri geliştirmiştir.
Önceleri sermaye sahipleri, bir yandan kendilerine zarar vermeyecek ölçüde, halkın yatıştırılmasına matuf bu ideolojileri desteklerken bir yandan da egemenliğe nereye kadar müsaade etmeli endişesi taşımaya başladılar. Bu üç ideolojinin taraftarları ciddi tartışmalar içine girdiler. 1848’de Avrupa başkentlerinde ayaklanmalar, 1968’de tüm dünyada öğrenci hareketleri oldu. Esasında 1789 da dahil olmak üzere 1848-1968 hareketleri yeni fikri açılımlara sebep olduğu gibi daha sonraki sosyal devrimlerin de hazırlayıcısı oldu.
1968’den sonra dünya, Sovyet sistemiyle Amerikan sistemi arasında bir fark olmadığını aynı yapıda olduklarını anladı. Muhafazakar aydınlar da sosyalist aydınlar da merkeze doğru kaymaya başladılar. Böylece liberal proje uygulamaya konuldu. Bu projenin, siyasi, iktisadi ve kültürel olmak üzere üç önemli ayağı bulunmaktadır.
Siyasi alanda insanların kendi rollerini benimsemelerine yönelik düzenlemeler yapıldı. Bireyler, oy kullanma ve mülk edinme gibi düzenlemelerle sistemi kendilerinin belirlediğine inandırıldı. Siyasi reform süreci önemli ölçüde oturdu ve insanların, “sistemi biz belirliyoruz” demeleri sağlandı.
İktisadi ayakta ise insanların, hayata daha tahammül edebilir hale gelmesi için halkın vergileriyle sigorta sistemi kurulmuş ve refah devleti oluşturulmuştur.
Kültürel ayakta kullanılan ulus kimliği Avrupa’da başarıya ulaşmıştır. Başka yerlerde de başarılabilmesi için uygulanması gereken iki önemli unsur vardır.
Birincisi; bilinçli hafıza kaybı, ikincisi ise; atalara dair hikayeler uydurmaktır.
Kapitalizm küreselleşmeye başladığında, imparatorluklar (Osmanlı-Çin) ve kabileler olmak üzere iki yapıyla karşılaştı. Geniş bir alanda imparatorluk kurmuş olan Osmanlı ulus-devlet sisteminin uygulanabilmesi için parçalandı. Afrika’da ise ulus-devletin oluşumu için yaklaşık 12.000 kabile birleştirildi.
Yine bu sürecin devamında 1920’de karar mercii olarak bir dünya hükümeti oluşturmak düşüncesiyle “Cemiyet-i Akvam” kuruldu. Bu cemiyet dünya çapında toplu iktisadi hakları olan ve sisteme karşı isyanın önünü kesebilecek, direnebilecek ve gerektiğinde bağımsızlık konusunda da başkaları adına onların haklarını tayin edebilecekti. Bağımsızlıklarını kazanmak isteyen halklar bunu ancak Cemiyet-i Akvam’a başvurarak yapabileceklerdi. Böylelikle bu halklar ya hür dünyanın ya da Sovyet kampının ağına girmiş oldular. Moldovlar, Kazaklar, v.s. kendi kaderlerini belirleyemediler ve Rus halkı olarak düşünüldüler. Yahudilerin devlet olma düşüncesi her iki kutbun listesinde de vardı. Ancak Kürtlerin Ortadoğu’da her an kullanılabilir olması ve potansiyel istikrarsızlığın kaynağı olması için olduğu gibi bırakılmalıydı. Bütün cemaatler veya halkların bu iki sistemde toplanmasının sebebi halkı disiplin içinde tutma isteğindendi. Maksat hiçbir halk, dünya caddelerinde serserice dolaşamasın.
Sovyet sisteminin çöküşü ABD’nin istemediği bir şeydi. O bir anlamda Liberalizmin emniyet sübabı gibiydi. Amerikan hegemonyasına sigorta oluşturuyordu.
Kapitalizmde her bir milli devlet, vatandaşına sosyal haklar verdiği halde az gelişmişlerle gelişmemişler arasındaki fark daha da açıldı. Farkın daha da açılmış olmasını ABD veya başkalarının gaddarlığıyla değil sistemin mantığıyla açıklamak lazım. Bu sistemde gelişmiş ülkeler halklarına sosyal haklarını sömürge vasıtasıyla sağlıyorlardı. Artık sömürgelerde kaynaklar bitti. Mars’tan kaynak bulunamayacağına göre ya başkalarının üçüncü dünyalaşması ya da mantığın değişmesi lazım.
Solun ve sağın merkeze doğru kaymak zorunda kalarak liberalizme hizmet etmesi artık çözüm değil. Çünkü şu anda liberalizm dünya sistemini ayakta tutabilecek bir yapı olmaktan çıkmıştır. Masum bir felsefe olmayan liberalizm, kapitalizmin siyasi stratejisini oluşturmuştur. Dolayısıyla sicili temiz değildir.“
Not: Programın özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.
Hazırlayan: Dilek Karataş