Sosyal Medya ve Sosyal Sermaye*

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Yrd. Doç. Mehmet Emin Babacan

18 Kasım 2017

Sosyal medya, çığır açıcı, ezber bozan teknoloji olarak tanımlanır. Bunun sebebi de kullanıcıların kendileri ile ilgili kişisel bilgiler verebileceği, arkadaş edinebileceği, arkadaşları ile etkili iletişim kurabileceği, resim, video gibi bir sürü şey paylaşabileceği, etkinlik düzenleyeceği, kişileri etkinliğinden haberdar edebileceği bir ortam olmasıdır. Bunun yanında geleneksel medya ve geleneksel mecralar daha çok iktidar sahiplerinin sesi olurken, manipüle edilebilirken, sosyal medya herkesin her şeye ulaşabildiği, sesini yükseltebildiği, toplumsal hareketlerin bir araya gelebildiği inanılmaz potansiyeli olan bir teknolojidir.

Sosyal medya kullanma sebeplerimizden en önemlisi, insan çevresi, komşuluk, arkadaşlık, dostluk, şahsiyet gibi biriktirdiğimiz birçok şeyin sosyal medya aracılığıyla daha geniş kitlelere rahat ve ekonomik şekilde ulaştırabilmemizdir. Sosyo-psikolojik, ideolojik birçok sebebi de var fakat genel anlamda nedenleri iki maddede toplayabiliriz. Bu maddelerden biri sosyal sermayemizi geliştirmektir.

Sosyal sermaye ise gündelik hayatta yaşadıklarımızın, ilişkilerimizin, sosyal çevrelerimizin, geldiğimiz STK’ların, okulların kısacası bu birikimin toplamıdır. Sosyal sermaye tarih boyunca her dönem etkili olmuş ve günümüzde de çok daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir kavram haline gelmiştir. Paranın satın alamayacağı bir kavramdır.  Samimi, test edilerek yaşanan ilişkiler üzerine kurulmuştur. Yalnızlaştığımız, bireyselleştiğimiz metropolde yaşanan o psikolojik yoksunlukların tam da ilacıdır. Bu dostluk ve arkadaşlığın doğal çıktısı olarak sizin evlatlarınızın, akrabalarınızın, çevrenizdeki insanların buradaki birliktelikten bir takım çıktılar, sonuçlar, menfaatler de hasıl olabilir. Bu doğal bir sonuçtur. Örneğin Anadolu’dan İstanbul’a üniversite okumaya gelen bir gencin ailesinin sosyal sermayesi sayesinde burs bulması gibi.

Sosyal sermaye kavramı 20.yy’ın ilk çeyreğinde Dünya Savaşı’nın yaşandığı, Avrupa ülkelerinin, Osmanlı coğrafyasının talan olduğu, büyük iktisadi buhranların yaşandığı bir ortamda toplumları yeniden bir araya getirecek bir harç olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin Amerika’da, Avrupa’da oluşturulan, kutlanan birçok gün vardır; Noel, Black Friday gibi. Bunlar özellikle dağılmış Avrupa’yı yeniden bir araya getirmek için kurumsallaştırılmış günlerdir. Bizim ise kültürün doğal çıktısı olarak bir çok sosyal sermaye unsurumuz vardır. Kandiller, bayramlar, düğünler, aşure günleri buna birer örnektir.

Sosyal sermaye ve sosyal medyaya ilişkin temel soru; gündelik hayatımızın her anında avucumuzun içinde olan telefonlar, bilgisayarlar, tabletler aracılığıyla her an içinde olduğumuz sosyal medya, ihtiyacımız olan sosyal sermayeyi üretebiliyor ve buna katkı sağlayabiliyor mu? Gelişen teknolojiyle beraber bu kadar imkana, eğitim seviyesinin muazzam gelişmesine, ekonomik refah seviyesinin artmasına rağmen hala en temel meselelerimizden biri iletişimsizlik, anlamamak ve anlaşılamamaktır. Bu mesele insanın kadim tarihi boyunca hep var olan bir ihtiyaç olmuşken bugün zirveye çıkmıştır. Boşanmaların, aldatmaların, öğretmen öğrenci ilişkilerinin bozukluğunun temelinde yatan şey hep budur. Oysaki, aydınlanma düşüncesinden bugüne kadar bir okuma yapıldığında temel vurgunun eğitim seviyesi arttıkça, toplum ilerledikçe refahın artmasıydı. Fakat insanlık daha iyi bir noktaya gelmedi, sonuç beklendiği gibi olmadı. İletişimsizlik artarak devam etti. İnsan profili daha ben odaklı hale geldi.

Türkiye’de üniversitelerde 1200 civarında yaptığımız görüşmelerde “Sosyal medya yalnızlığınıza iyi geliyor mu? 300, 500, 1000 tane arkadaşınız var fakat sahiden sıkıldığınızda, bunaldığınızda dertleşebileceğiniz, içinizi dökebileceğiniz kimse var mı?” sorusunu sorduğumuzda aldığımız cevap, dertleşebilecek şekilde sadece bir iki kişiye sahip olunduğu yönündeydi. İnsanlar sosyal medya vasıtasıyla meslek, ilgi, dokunuş, sevgi sözcüğü gibi bir sürü şey arıyor fakat bulduklarından da tatmin olmuyorlar. Gençleri bu tür ihtiyaçlarını giderebilmek için ailelerin geçmişte olduğundan daha çok evlatlarına vakit ayırması gerekiyor. Aynı şekilde yetişkinler de belki eşlerinde bulamadıkları bazı şeyleri sosyal medyada arıyorlar. Aslında ihtiyacımız olan, üşüyen ruhumuzu ısıtacak olan şey kadim insanlık geleneği ve değerleri arasında. Fakat bunu kim, nasıl yapacak sorusu temel mesele. Gençleri, eşleri, çevreyi kim anlayacak meselesi. Sosyal sermaye gelişince aslında bireysel ve toplumsal sorunlar da uhûlet ve suhuletle hallolacaktır. Aksi takdirde hepimizin hem bireysel hem toplumsal hayatımızda ihtiyacımız olan sosyal sermaye üretilmediğinde bu sorunlar kalmaya devam edecektir. Hepimiz kendimizi koruma, bir topluluğa ait hissetme, varlığımızı sürdürebilme ihtiyacı hissederiz.  Sosyal sermaye, literatürde insanının ontolojik yani varoluşsal ihtiyacını karşılayan bir şey. Örneğin yurtdışına gittiğinizde bir mescide, camiye gittiğinizde kendinizi bir yere ait hissettiğinizden mutlu hissedersiniz.

Gerçek bir dostluğun, gerçek bir arkadaşlığın oluşması için fedakarlığa, içtenliğe, empatiye, merhamete ihtiyaç vardır. Dostluk bütün bu kavramlarla oluşan, test edilerek, yaşanarak oluşan bir süreçtir ama sosyal medyadaki arkadaşlıklar sadece ekle-çıkar arkadaşlığıdır. Bir insanı hayatınızdan bu kadar kolay çıkarabilir misiniz? İlişkiler sabır, merhamet, tahammül gerektirir. Bu duyguları besleyebileceğiniz 300 veya 500 tane insanla arkadaşlık kurma şansınız zaten yoktur. Dolayısıyla temel iletişim ihtiyacındaki yüzeysellik, güvensizlik, hınç, öfke aslında depresiflik, agresiflik ortaya çıkarır ve bu sosyal sermaye kaybına yol açar. Çünkü teknolojinin bize açtığı o sonsuz ve sınırsız kapı, bütün o mahalle baskılarını, aileyi, çevreyi, vakfı, derneği, cemaati, tarikatı yerle bir eden, sizi merkeze koyan ve hayatın sizin etrafınızda döndüğü bir alan açmıştır. Oysaki sosyal sermayenin tabanında yatan benden daha çok bizdir.

Ailemize, sosyal çevremize baktığımızda hemen her yerde benmerkezciliği görebiliriz. Başka kimseyi düşünmeyen, biraz narsist denebilecek kadar paylaşmayı bilmeyen bir gençlik oluştu. Mesela, üniversite okumak için şehir dışından gelip yurtta kalan bir öğrencimiz vardı. Kız memleketine geri dönmek isteyince olaya müdahil oldum ve sebebini öğrenmek istedim. Kızın ilk defa ailesi dışında birileriyle yaşamaya başladığını, yaşadığı yeri, lavaboyu, mutfağı, koridoru vs. ortak kullanmanın ona ağır geldiğini, kuralları kaldıramadığını öğrendim. Böyle kendini merkeze alan, sadece kendi çıkarını düşünen iş arkadaşlarımız da olabilir.

Sosyal medya teknolojisinin gençlerdeki en büyük tahribatı da asimetrik bir enformasyon akışına sahip olmasıdır. Yani vaktinden çok daha erken ya da çok daha geç bir bilgi akışı söz konusu. Mesela ilkokuldaki, anasınıfındaki çocuğa bazen büyümüş de küçülmüş diyoruz ya, bu biraz da bundan kaynaklı. Kız-erkek ilişkileri bağlamında, sosyal medyada bizim hiç bilmediğimiz bir dünya var ve ortaokul çocukları bu dünyadan haberdarlar. Bu asimetrik bilgi akışı her şeyi altüst ediyor. Gençlik, çocukluk, ergen tanımlamalarının hepsi yersiz yurtsuz hale geldi. Artık ne çocuk, çocuk olarak tanımlanabiliyor; ne de gençlik sınırlanabiliyor. Hepsi iç içe geçmiş durumda. Mesela Anadolu’da sağdıçlık kurumu evlilik çağına gelmiş insanların cinsel süreci nasıl yöneteceği ile alakalı tecrübe aktarma üzerine kurulu iken, bugün hiçbir gencin sağdıçlık kurumuna ihtiyacı yok. Hepsi on yaşındayken zaten her şeyi biliyor.

İletişimle ilgili meşhur hikayedir. Bir gün yol yordam, hal hatır bilen bir zat bir sağıra komşusunun hasta olduğu haberini verir. Bunun üzerine sağır düşünür bu sağır kulaklarla komşunun ne dediğini bilmek mümkün değil, ama yine de gitmek lazım der. Kendi kendine düşünür, “nasılsın” derim, o elbette  “iyiyim, şükürler olsun” diyecek, “ne çorbası içtin” diye sorarım o da “mercimek çorbası içtim” diyecek. Ben de “afiyet olsun” derim. Daha sonra “hekimlerden kim geliyor, kim seni tedavi ediyor diye sorarım”, o “filan hekim” dediğinde o “hekimin ayağı çok uğurludur, kime elini sürerse onun işi tamadır” derim. Sağır kafasında bu soru ve cevaplarla komşusunu ziyarete gider. Nasılsın komşu diye sorduğunda komşusu inleyerek “ölüyorum” der. Sağır tasarladığı gibi “çok şükür” deyince buna hastanın canı çok sıkılır. Sağır “ne yedin” diye sorduğunda hasta kızgınlıkla “zehir yedim” diye cevap verir. Sağır sükunetle “afiyet olsun” der. Hasta sinirlenir fakat sesini çıkarmaz. Sağır devam eder, tedavi için hekimlerden kim geliyor? Artık dayanamayan hasta “başımdan defol git be adam, Azrail geliyor” der. Sağır da “O mu, onun ayağı çok uğurludur artık neşelen” der. Hastanın üzüntüsünün sınırı yoktur, adeta kahrolmuştur ama sağır komşuluk hakkını ödediğini düşünüp sevinerek dışarı çıkar. Bu örnekteki kişiler gibi olmamak için birbirimizi doğru anlamak zorundayız. Hepimizin ihtiyaç duyduğu şey iletişim, anlaşmak, insanlık, dostluk, arkadaşlık, güvende olma hissidir. Yani aslında sosyal sermayedir. Bireysel ve toplumsal bütün ilişkilerin temeli sosyal sermayedir. Belki kıyamete kadar devam edecek tek şey vardır o da gerçek insan ilişkileridir. Dolayısıyla teknoloji ve sosyal medyayı ilişkilerimizi geliştirmek, var olan sosyal sermayemizi devam ettirmek ve arttırmak için araç olarak kullanabilmeliyiz.

*Hazar Derneğinde yapılan “Sosyal Medya; Sanal mı? Gerçek mi?” başlıklı seri program kapsamında Yrd. Doç. Mehmet Emin Babacan ile gerçekleştirilen Sosyal Medya ve Sosyal Sermaye konulu seminerin özetidir.

Özeti hazırlayan: Zeynep Sena

Önceki Yazı

Türkiye’de Bulunan Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler Çalıştayına katıldık

Sonraki Yazı

Ortadoğu’nun Dünü Bugünü *

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir