Pedagog Ali ÇANKIRILI
“Yeni doğan bir bebek, başka bir dünyadan gelerek burada gözünü açar açmaz ağlamaya başlar. Elbette bunun fiziksel olarak bir takım izahları vardır ama biz psikologlar başka bir izah getiriyoruz. Bize göre o ağlayış; “eyvah! hiç bilmediğim bu yerde ne yapacağım?” ağlamasıdır. Çünkü o bebek, sıcacık, ısısı sabit ve koruma altındaki çevreden sonra birden bire kendisini boşlukta bulmuştur. Üstelik şimdiye kadar göbek kordonuyla beslenirken artık ağızdan beslenmek zorunda kalan bebek için bütün bunlar ciddi değişikliklerdir. Bu dönemde çocuğun her ihtiyaç duyduğunda karşısında annesini veya onun yerini alabilecek birini görmesi önemlidir.
Çocuklar üzerinde yapılan araştırmanın verdiği sonuçlara göre kişilik gelişimi %80-90 oranında 6 yaşına gelinceye kadar tamamlanıyor. Buna göre;
0-3 yaşına kadar çocukta oluşması gereken güven duygusu eğitim kurumları yoluyla verebileceğiniz bir şey değildir. Bunu çocuğa ancak yaşayarak ve yaşatarak öğretebilirsiniz.
Bu dönem çocuklarının zihinlerinde “ben görmesem de bir şeyler var olmaya devam eder” şeklinde düşünemezler. Onlar için gördükleri var, görmedikleri ise yoktur. Çalışan annelerin çocukları uyurken kreşe bırakıldıklarında -henüz geldiği dünyaya uyum sağlayamamışken- çocuğun uyandığı zaman karşısında annesini görememesi güven duygusunun sarsılmasına sebep olur. Bunun için çalışan anneler özellikle titizlik göstermelidirler. Çocuk ağladığında, acıktığında, altı kirlendiğinde “bana sahip çıkan birisi var” duygusunu yaşamalıdır. Ancak 3 yaşından sonra da aynı aşırı ilgiyi, sevgiyi göstermeniz çocuğun gelişimini olumsuz etkilemeye başlar.
Güven duygusunun yanında sevme, sevilme, yardımlaşma, başkasının acısını ve sevincini paylaşma duygusu da 0-3 yaş döneminde oluşan duygulardır.
Çocuklar 3-6 yaş döneminde çok hızlı bir öğrenme süreci yaşarlar. Bu dönemde soru sorma, taklit etme, deneme-yanılma mekanizmaları işlemeye başlamıştır. Çocuk deneyerek, yanılarak ve onu hafızaya alarak sağlıklı bilgiye ulaşır. Çocuklarımızın gelişmesi gereken özellikleri için onlara fırsat tanımalı, hareket alanı bırakmalıyız. Aşırı korumacılık çocuğun kişilik gelişimini engeller. Ben bazen dinleyicilerime diyorum ki; “eğer yemek seçen mızmız bir kocanız varsa sorumlusu kayınvalidelerinizdir.” Bu sözümden çok hoşlanıyorlar. Onlara kızıyorlar ama kendileri de ellerinde kaşık çocuk kovalıyorlar ve böyle yaparak kendileri de yarının mızmız büyüğünü yetiştiriyorlar.
6-12 yaş arasındaki çocuk, okul çağı çocuğudur. Çocuğumuza sadece; “derslerimde zorlandığım zaman annem babam bana yardım eder” güvencesi vermeliyiz. O güvencenin ötesine geçip derslerini biz yaptırmaya kalkarsak yanlış davranmış ve onun bağımsız, başarılı bir kişilik oluşturmasını engellemiş oluruz. Müdahale ederek başarılı olmasını sağlarsak, başarı onun olmaz. Bizler okul başarısını aşırı önemseyerek çocuğumuzda panik oluşmasına, “zayıf alırsam” korkusunun yerleşmesine sebep oluyoruz. Böyle bir çocuğun yaşadığı gerilim çok ağır olacaktır. Üzerinde sıkça ve önemle durduğumuz duygusal zeka, anne-baba sevgisi ve ilgisiyle gelişen bir özelliktir. Fakat bu ilgi, çocuklarının derslerindeki başarısına odaklanmış anne-baba ilgisi değildir. Çocukları merkeze alan onları birey olarak kabul edip kişiliklerinin gelişmesini, karakterlerinin oturmasını sağlayacak bir ilgi olmalıdır.
12-15 yaş arasında oluşan ön ergenlik dönemi, ergenliğin en fırtınalı en zor atlatılan dönemidir. Çünkü gençler hem biyolojik hem hormonal hem de fiziksel yönden hızlı bir değişim geçirirler. Bu değişimlere çok kolay uyum sağlayamazlar. Onun için sakar olurlar, kaza yaparlar, çabuk alınırlar, birden bire sevinirler, üzülürler.
Ergenlik dönemi ukalalık dönemi olarak da ifade edilebilir. Sizi kızdırmaktan zevk alır, sabrınızı ölçer, ona ne kadar katlanabileceğinizi, onu ne kadar sevdiğinizi böyle anlamaya çalışır. Yoksa amacı sizi çileden çıkartmak değildir. Eğer siz “beni çok üzdün, şu anda seni kırabilirim, bu diyaloğu sürdüremeyeceğim” derseniz isabet etmiş olursunuz. Ama “nankör evlat, saygısız çocuk” gibi ifadeler ters teper ve çocukta birikim yapar.
Çok aşırı kontrol altında olduklarını hissederlerse “artık inin sırtımdan” diye isyan ederler. Gençlerin çoğu anne ve babalarından “bize güvenmiyorlar,bizi adam yerine koymuyorlar,kendilerinin de yanılabileceklerini kabul etmiyorlar” diye yakınırlar. Böyle fırtınalı bir dönemde onların en çok ihtiyaç duydukları şey sevgi ve anlayıştır. Lütfen buna özen gösterelim.
Dikkat etmemiz gereken bir diğer nokta ise çocukların hak ve özgürlükleridir. Tabii ki sorumluluklar kısmı da önemlidir. Fakat biz başkası söz konusu olduğunda toplum olarak haklar ve özgürlükleri hep ihmal ederiz. Unutmayalım ki çocuklarımızın da ellerinden alamayacağımız hakları ve özgürlükleri bulunmaktadır. Bunları açıklamak istiyorum.
Burada olanı şimdi algılama, duyma ve yaşama özgürlüğü: Bir çocuğumuz var, annesi her gün gömleklerini ütüleyerek okula gönderiyor. Çocuk; “annemin beni düşünüyor ve değer veriyor olması ne güzel!” diye içinden geçirirken anne ne dese beğenirsiniz; “ah ,ah! Ben şimdi sana ne emekler veriyorum, yarın sen el kızını buldun mu beni unutursun.” Hoppala nereden çıktı bu el kızı da şimdi, daha çocuk liseye gidiyor. Çocuk annenin sevgisini ve ilgisini ne güzel tam yaşayacakken hem de annesi tarafından sabote ediliyor. (Üstelik daha ortada olmayan bir gelini kıskandı.)
Diyelim ki baba oto alım-satımı yapıyor, iyi kazanıyor, eve eli kolu dolu geliyor. Akşam sofra donatılmış, babaları da gelmiş tam yemeğe başlayacaklar, baba “durun!” diyor. Niye böyle yaptı filan derken “siz zannediyor musunuz ki işlerim hep iyi olacak, hep güzel sofralar donatılacak! Yoo hiç belli olmaz bu iş, yarın iflas ettim mi kuru ekmeğe bile muhtaç olabilirsiniz.”
O sofrada tam iştahla yemek yeneceği sırada böyle karanlık bir tablo çizmeye hakkınız yok. Çünkü orada mutlu bir sofra beraberliği yaşama özgürlüğünü çocuğun elinden aldınız.
Düşüncelerini hayallerini ve beklentilerini serbestçe ifade etme özgürlüğü: Öğretmen çocuklara bir hafta sonra müzeleri ziyarete gideceklerini söylüyor ve çocuk o kadar hevesleniyor ki bütün bir hafta o müze ziyaretinin hayalini kuruyor. Tam annesine anlatarak paylaşacakken anne;“ne var anladık işte müze ziyareti, sen ödevini yaptın mı onu söyle bakayım? diye çıkışıyor. Çocuk orada “demek ki benim duygularım ve ben önemli değilim” diyor ve artık sizinle hayallerini paylaşmaktan vazgeçmeye başladığı gibi dertlerini de paylaşmaktan kaçınıyor.
Sevgiyi ve ilgiyi şarta bağlamayın.
Sevincini, kızgınlığını, korkusunu ve duygularını olduğu gibi ve o anda hissettiği gibi ifade etme özgürlüğü: Sağlıksız bir ailede çocukların hangi duygular içerisinde olduğu değil hangi duygular içerisinde olması gerektiği önemlidir. Diyelim ki anne çocuğa bir söz veriyor fakat çeşitli sebeplerden dolayı yerine getiremiyor ve çocuk; “anneciğim sen sözünü yerine getirmedin bu yaptığın haksızlık, seni sevmiyorum” diyor. Anne de; “sen ne ukala şeysin, anneyle böyle konuşursan Allah dilini yakar” diyerek çocuğun kendini rahatça ifade etme özgürlüğünü elinden alıyor.
Çocuklarımız “hayır” diyebilmeli, hiç hayır demeyen çocukta hayır yoktur. Size hayır diyemeyen, her şeyinize evet diyen bir çocuk köle ruhlu bir çocuktur, o yarın kendisine yeni efendiler arayacaktır. Size hayır diyebilen bir çocuk, yarın başkalarının uygunsuz teklif ve baskıları karşısında da rahatlıkla hayır diyebilir. (Ben diyorum ki; bir ülkede açık ya da örtülü bir dikta rejimi varsa bunu aileler besliyor. Çünkü bu idareciler uzaydan gelmiyor, bu toplumların içinden çıkıyorlar. Kölenin olduğu yerde mutlaka efendi de vardır.) Çocuklarınızın hayır demesine kızmayın. Hayır diyebilen çocuklar arkadaş gruplarından da kolay kolay etkilenmezler. İcabederse onlara da hayır diyebilirler.
Çocukların duygularını rahatça ifade edebilmeleri çok önemlidir. Siz ona fırsat vermediğinizde bir süre sonra çocuk kendisini tanıyamaz hale gelebilir. Çünkü hep içine atmıştır. Mesela korkusuyla alay ediliyorsa, büyüklerinin yanında ne biçim gülüyor diye yeriliyorsa artık sizin yergilerinizin, kınamalarınızın muhatabı olmamak adına içine atmaya başlar. Bu ise çocuğunuzun sağlıksız ve gerilimli olmasına sebebiyet verir.
Kendi arzusuna göre bir şeyi isteme veya reddetme özgürlüğü: Zaten bebekliğinden beri yemek konusunda zorlanan, arzusu sorulmayan bir çocuğun, büyüdüğünde meslek veya eş seçimi konusunda da sormadan adına karar verilmesi hiç şaşılacak bir şey değildir. Mesela bazı doktor veya mühendislerin mesleklerini bırakıp ses sanatçılığı yaptıklarını biliyoruz. Demek ki burada bir yanlış yönlendirme söz konusudur.
Bir sosyolog diyor ki; “eşini ve işini seven mutlu bir insandır, çünkü yarı ömrü eşiyle yarı ömrü de işiyle geçiyor.” Ya rastgele ve kendisine sorulmadan iş ve yine rastgele ve kendisine sorulmadan eş seçildiyse ne olacak? Özgürlükleri elinden alındığı için bitti bu adamın ömrü.
Yetenekleri doğrultusunda, olmak istediği yönde geleceğini seçme özgürlüğü: Okul çağından beri çocuklar adına hep biz karar verirsek ve bunu alışkanlık haline getirirsek çocuk, artılarını ve eksilerini kendi başına bilemez hale gelir dolayısıyla ne olmak istediğini de bilemez. Başka bir nokta da çocuklarımızın karakterleridir. Çok hırslı olmaları iyi bir şey değil çünkü bu çocuk devamlı bir gerilim yaşar. Neşeli, sevecen, kendisiyle barışık olmalıdır ki verecekleri kararlar olumlu olsun.
Çocuklarımızın duygusal zekâlarını artırmak için gayret göstermeliyiz. Bunun yollarından biri çocukların tabiatla ilişki içerisinde olmalarını sağlamaktır. Kır gezileri, evcil bir hayvanın bakımı vs. iyi bir yoldur. Bırakın çocuğunuz bir hayvanı beslemeyi öğrensin, sahiplensin, bir iki çiçeği olsun, onu diksin, sulasın, çiçek açtıkça sevinsin. “Yok, sen dersine çalış” deyip, engel olursanız duygusal zekasının gelişimini engellemiş olursunuz. O bir çiçeği severek, bir balığı, bir tavşanı sahiplenerek duygusal iletişimde bulunuyor. Evde duygularını ifade edebilen çocuklar, kendisiyle de çevresiyle de barışık olurlar. Eğer biz onların üzerinde her halükarda başarılı olmaları adına baskı kurarsak gerilimli ve huzursuz olurlar.
Çocuğumuzun iyi yönlerini görmeyip devamlı eleştirmek daha iyi olması adına hep baskı yapmak yanlış bir tutumdur. Buna biz “ailede mükemmeliyetçilik” diyoruz. Mükemmeliyetçilik, psikolojik bir rahatsızlıktır. Şunu bilmeliyiz ki hiç kimse mükemmel değildir dolayısıyla çocuklar da değildir. İnsan iyisiyle kötüsüyle insandır yoksa melek olurduk. Biz çocuğumuzun her şeyiyle mükemmel olmasını istediğimiz için artık onun iyi taraflarını da göremez oluyoruz.
Çocuğumuza iyi taraflarını gördüğümüzü gösterebilmeliyiz. Bu iletişimimiz için çok önemlidir.”
Not: Programın özeti, deşifre üzerinden yapılmıştır.