Prof. Dr. İsmail Taşpınar
11 Şubat 2017
Giriş
Öldükten sonraki hayat, bütün dinlerin en önemli konularından birisidir. İnsanlar hayatlarına anlam kazandırmak için dine ihtiyaç duyarlar. Dinler insana varlık nedenini açıklayan en önemli sistemlerdir. Her din şunu söyler; İnsan başlangıçta metafizik bir alemde iken çok iyi bir durumdaydı, sonra bir şekilde yeryüzüne indi. Bunun sebepleri çok farklıdır; kimisi Adem (as) meyveyi yedi, kimisi de yukarıda başka olaylar oldu ve bir düşüş gerçekleşti der. İnsan bir şekilde yeryüzüne indi ve bu maddi dünya aleminde ruh ve beden olarak yaşıyor. Fakat onun özü içinde taşıdığı ruhudur. Bu ruh, bedenle kısıtlanmış adeta bir kafesin içerisine girmiş vaziyettedir. Ruhun geldiği yere, asli vatanına geri dönmesi lazımdır. İşte bütün hikaye bu. Bundan sonraki süreçte her din kendi sistemi içinde ruhun asli vatanına geri dönüşünü anlatmaya çalışıyor. Bütün dinlerde ortak görüş bedenin değil ruhun asli olduğu düşüncesidir. Hinduizm de, Budizm de, Hristiyanlık da, Yahudilik de aynısını söyler, İslam da aynı şeyi söylüyor. Asli olan beden değildir. Çünkü beden geçicidir, yaşlanıyor, yok oluyor. Fakat içimizdeki ruh sabittir. Çünkü o semavi alemden gelmiştir.
Öldükten sonraki hayat, dinlerin bu farklı yaklaşımlarına göre çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Kimi dine göre ölümden sonra ruhani bir hayat yaşanacak, nimetler de ruhani olacaktır. Çünkü asli vatan ruhanidir. Kimilerine göre de diriliş hem beden hem de ruhla olacaktır. Fakat bu beden bizim bildiğimiz bedenden farklı olacaktır. Her hâlükârda hepsi geldiğimiz yere dönüşü anlatıyor. Yani bu dünyada sürgündeyiz ya da vatanımızdan uzaklaşmış bir seferdeyiz. Dünya hayatı bu şekilde anlatılıyor.
Bazı dinler hayatın biteceğini ve herkesin yaptığı amellere göre ahiret hayatını yaşayacağını anlatırken bazı dinler ise maddi kirlerden temizlenene kadar ruh bu dünyada tekrar tekrar, yeniden bedenlenecektir diyor. İşte doğu dinlerinden Hinduizm ve Budizm bunu anlatıyor. Diyor ki; Ruh bu bedene girdiğindeki iyi hali yeniden kazanana kadar yani kamil bir insan olana kadar bu dünyada tekrar tekrar bedenlenecektir. Bu ister insan şeklinde, ister hayvan şeklinde, ister taş ya da bir bitki şeklinde olsun kemale erene kadar burada pişecek, en son kemale erdiğinde de ruhani hayat bir şekilde devam edecektir. Ondan sonraki durumla ilgili de açıklamalar var. Kimisi bu varoluş insani olarak, kimisi ise melekler gibi bir ilahi varlık tarzında devam eder diyor. Kimse insanın tanrı olacağından bahsetmiyor. Genellikle Türkçe tercümelerde böyle bir hata yapılıyor. İlahi varlıklar yanlış bir şekilde Tanrı olarak tercüme ediliyor. Bu yüzden birçok din çok Tanrılı olarak anlatılıyor. Aslında çok Tanrılı değildir. Dinler tek Tanrıyı söyler. Fakat birçok ilahi varlık vardır. Yani bizdeki melekler gibi daha üst seviyedeki melekler, daha alt seviyede melekler vardır. Kısacası bu anlayışa göre, insan bir zaman sonra kendi gelmiş olduğu yurduna geri dönecektir.
Hint Dinlerinde Ahiret İnancı
Hint dinlerinde insanın yeryüzündeki serüveni ve öldükten sonraki hayatını belirleyen şey Samsara ve karmadır. Nedir bu? İnsan ne yaparsa onu biçer. Karma budur. Siz bugün iyilik yaparsanız yarın bunun karşılığını göreceksinizdir. Yani kişinin yapıp ettikleri bir sonraki halini belirlemektedir. Belli bir hayatı yaşadığınızda yaptığınız amelleriniz sizin karmanız oluyor. Öldükten sonraki geçeceğiniz yeni beden de Samsara oluyor. Yani yeni bir Samsara sistemiyle beraber yeni bir bedene geçiyorsunuz. Biz buna reenkarnasyon ya da tenasüh diyoruz. Enkarne, ete kemiğe bürünme demektir. Tenasüh yani bedenleşme, bir şeyin başka bir şeyi yok ederek onun yerine geçmesidir. Böylece yeniden ete kemiğe bürünme ve bedenlenme gerçekleşmiş oluyor. Ruhun bir bedenden diğerine geçişi yani ruh göçü dört dereceli bir reenkarnasyondur. İnsan ruhunun başka bir insana geçmesine nesh, hayvan bedenine geçmesine mesh, bitkiye geçmesine fesh, maddi cansız bir varlığa geçmesine de resh denir. Hint inancına göre mutlak insan bedenine geçmek yoktur. Yaptığı ameller belki onun hayvan bedenine geçmesine sebep olacaktır. Hintlilere göre her varlık bir ruh taşımaktadır. O yüzden bir Hindu’ya göre etrafımızdaki varlıklara dikkat etmek lazım. Belki de kaybettiğimiz dedemiz şu anda bir hayvanın bedenine girmiş olabilir. Bunu çok ileri götüren Hint gelenekleri var, Jainistler gibi. Bunlar uçan bir canlı ağızlarına yanlışlıkla girmesin diye ağızlarını kapatarak gezerler. Kimileri de süpürgeyle gezerler; herhangi bir canlıya mesela bir karıncaya basarız endişesiyle birisi önden süpürgeyle süpürür, diğerleri de sırayla onu takip eder. Bir familya şeklinde önde süpüren birisi ve arkasında yürüyen kişiler olur. Bu çok yaygındır. Nepal’de, Tayland ve Hindistan’da bunları görebiliriz. Elbise giymeyenleri vardır. Sadece avret mahallini kapatırlar. Ormanda inzivada yaşayan Hint fakirleri vardır. Hiç insanla temas etmezler. Genelde nehirlerin kenarlarında yaşarlar. Gece ortaya çıkarlar, nehirde yıkanırlar. Hinduizm’de ruhunuzu kemale erdirmek ve Nirvana’ya ulaşmak istiyorsanız bu dünyayla ilgili hiçbir bedeni ve zihni bağınızın, herhangi bir dünyevi arzunuzun olmaması gerekiyor. O yüzden Hint fakiri dendiğinde hem maddi fakirlik hem de zihnen fakirlik kastedilir. Bu anlayışta inziva hayatı çok önemlidir. Çünkü dünyayla kurulacak en ufak bir zihni bağ bile tekrar geri bu dünyaya gelmeyi gerektirir. Bu yüzden insani bağları da mümkün olduğu kadar aza indirmesi yani ailesini çoluğunu çocuğunu da terk etmesi lazım. Hatta belli bir yaştan sonra her şeyi terk edip kendilerini hac yolculuğuna vuruyorlar. Hindulara göre Hindistan toprağı tamamen kutsal bir topraktır. Baştan başa her tarafını gezmek haccetmektir. O nedenle birçok insan boynunda keşkülü elinde asasıyla beraber yürüyerek bu vazifeyi ifa eder. Her gittiği yerde mabetleri ziyaret eder, oralarda ders verir ve eğitim alır. Böylece bütün Hindistan’ı dıştan içe doğru yürüyerek gezmesi gerekir. Tabi bu yıllar alıyor. Hac ibadetine çıkıyorum demek bundan sonra pek görüşemeyeceğiz demektir. Yine bir din adamı grubu olan Sadular tamamen insanlardan uzak, ölmeden önce ölmeyi tecrübe eden kişilerdir. Sadular ölmeden önce öldükleri için ibadetten muaftır. Şeriatın herhangi bir emrini yerine getirmeleri gerekmiyor. Ölmüş hükmündedir onlar. Üzerlerine toz toprak sürmeleri bundandır. Hindular için bu kutsal topraklarda ölmek esastır. Çünkü Tanrı’nın toprağında yaşadıkları için kendilerini seçilmiş bir millet olarak görürler. Öldükleri zaman Ganj nehrinde bedeninin yakılması, küllerinin Ganj nehrine atılmasını isterler. Çünkü Ganj nehri Tanrıların dağlarından gelen nehridir. Böylece Tanrılar alemine çok rahat bir şekilde geri döneceklerdir. Ölümcül bir hastalığa yakalanan Hindular herkesle helalleşir ve Ganj nehrine gider. Nehirde yıkandıktan sonra bir daha insanlarla ya da başka bir şeyle irtibat kurmamak için nehrin kenarına uzanır ve ölümü beklerler. ‘Eğer şehre tekrar dönersem ola ki gözüm bir şey görür ve canım onu ister, böylece zihni bağlılık kurulur ve tekrar reenkarnasyonla dünyaya geri gelirim’ diye endişe ederler. Uzanıp yatarlar ve öldüklerinde yakılırlar. Hindular ölülere dokunamazlar ve yakamazlar. O yüzden bu işi yapan Hindu olmayan aileler vardır. Ayrıca kültürel yakınlıktan dolayı Müslüman Hindistanlıların yakıldığı iki istasyonun varlığından da haberdarız. Orada bulunan yirmi civarındaki ölü yakma istasyonunun iki tanesi Müslümanlara aittir. İslam’dan etkilenerek 16. yy’da ortaya çıkan Sihizm de reenkarnasyonu kabul eder. Hatta bir Sih İlahiyat fakültesine konuşma yapmaya gelmişti. Kur’an ayetlerinden delil getirerek reenkarnasyonun Kur’an’da da olduğunu iddia etti. Çünkü onlar da Kuran’ı kutsal kitap olarak kabul ediyor. Onlarda evliya kültü çok yaygındır, önemli insanlar veli kabul edilir. Bizdeki sufi geleneğin önemli bir kısmının Hint kültür havzasından gelmesi boşuna değildir. Nakşiler Afganistan ve Hint kültürünün etkisine girmiştir. Mevlevilik bile bu coğrafyaya yakın bir yerden gelir. Bu kültürel etkileşim de gayet normaldir. Mesela, tespih çekmek Hristiyan kültüründe de var. Hz. Meryem’i Hristiyan kültüründe gül temsil ettiği için Hz. Meryem’e atfen ‘Marie Rose’ ismi vardır. Eğer Vatikan’a giderseniz gül şeklinde tespihlerin olduğunu görürsünüz. Hz. Meryem adına yapılan bu tespihin adı da ‘rozer’dir. Kültürler etkileşirler. Bizim tespihlerde de son zamanlarda gül kokulu olanlar var.
Ölüm sonrası hayat anlayışı Mısır’da Babil dininde çok gelişmiştir. Eski Babil dininde öldükten sonra yedi kapıdan geçiyorsunuz. Yedi katlı cennet cehennem inançları, çok eskiye dayanan inançlardır. Dinler tarihine baktığımızda bazı inançların bazı dönemlerde daha öne çıktığını görürüz. Bu da dinin muhatap aldığı, hitap ettiği toplumun durumuna göre değişir. Mesela Tevrat’ta şuna iman edin diye bir ifade bulamazsınız. Tevrat’ta iman esası yoktur. Oysa Kur’an’da ‘âmenû’ diye başlayan birçok ayet vardır. Mümin ismi vardır. Ama Tevrat’ta böyle bir şey yok. Çünkü İsrailoğulları’nın puta tapmakla problemleri vardı. Putperestlik üstesinden gelinecek baş mesele olduğu için On Emir’in başında Allah’ı bir kabul edeceksin vardır. Çünkü Hz. Musa Mısır kültüründeki putperestlikten etkilenmiş bir milleti kurtarıyor. Elimizdeki mevcut Tevrat’ta imanla ilgili konu değil putperestlikten çekinmek esastır. O yüzden ahiret inancıyla ilgili Tevrat’ta çok bilgi bulamayabiliyorsunuz.
Cennet ve cehennem inançları var mıdır?
Hint külliyatına baktığımızda çok fazla kitap görüyoruz. Vedalar var, Rig veda, Sâma veda, Yajur veda gibi milattan önce 2.000’li yıllara kadar geri giden, sözlü olarak nakledilen metinler var. Sonrasında yazıya geçiriliyor. Bunlar çok uzun metinler olmasına rağmen ezbere naklediliyordu. Veda hikmet ve bilgelik anlamına geliyor. Veda peygamber olarak kabul edilen kişiler tarafından öğretilmiş ilahi bilgileri içeriyor ve sözlü olarak aktarılıyordu. Eskiden dünyevi bilgiler yazılır, ilahi bilgiler yazılmazdı. Talebeler bu bilgileri ezberler sonra başkalarına naklederdi. Bu bilgiyi öğreneceklerin hem ahlaken hem de bilgi olarak liyakat sahibi olması beklenir sonra öğretilirdi. O yüzden bugün bile geleneksel olarak Vedalar ezbere nakledilir. 10-15 ciltlikten oluşan Vedalar şiirsel metinlerdir. Halen Hindistan’da Veda kursları vardır. Bugün bile bu gelenek devam eder. Yazıya geçirilmesi bilginin değiştirilmesini kolaylaştıracağı için yazmıyorlardı. Zihinde olduğu zaman kimse bu metne müdahale edemez.
Vedalarda Svarga veya Svarloka adında bir cennet, bir de Naraloka veya Nagaloka adında bir cehennemden bahsedilir. Vedalardan sonra bu metinlerin yorumlanması dönemleri gelir, sonra bunlar da kutsal metin olarak kabul edilecektir. Upanişad dediğimiz Vedaların tefsir edildiği ileriki bir dönem var. Bizdeki mistik yani işari tefsirler gibidir. Upanişadlar döneminde bu dini bilgi terkedilecek yani Svarga ve Naraloka denilen cennet ve cehennem üzerinde durulmayacak, yerine reenkarnasyon düşüncesi gelecektir. Demek ki reenkarnasyon inancı eski Veda kültürüne ait bir şey değildir. Sonraki dönemlerde M.Ö 8. yüzyıl civarında ortaya çıkmıştır. Upanişad metinlerine baktığımızda bizim mistik sufi literatürdeki kullanılan birçok rumuzun, anlatımların olduğunu görürsünüz. Vuslat, ruhun yüceltilmesi, öldükten sonra Atman ve Brahman birliğini sağlamak, bu dünyanın geçiciliği Upanişad metinlerinde çok açık bir şekilde işlenir.
Bu metinlere göre insanın varlık olarak 5 doğuş merhalesi vardır; Gökyüzü, yağmur, yeryüzü, erkek, kadın. Bu 5 merhaleyi idrak edenler alemi idrak edecekler ve ondan sonra zühd hayatı yaşayarak nefisleriyle mücadele edeceklerdir. Nefis ve riyazet ile mücahede Hinduizm’in en önemli esaslarından kabul edilir. Hint fakiri dediğimiz insanların eline, diline, beline sahip çıkması beklenir. Her türlü haramdan uzak kalma ve nefsi terbiye etme yöntemleri üzerine Budist ve Hinduların birçok metni vardır. Nefsin nasıl terbiye edileceğine dair risaleler yazılmıştır. Bunlar İslam tasavvufundaki birçok metinle mukayese edebileceğiniz metinlerdir. Metinlerde benzer teknikler görülür: Oruç tutmak, az konuşmak, az uyumak gibi. Bu merhalelerden geçen zahid sonunda Brahmayla buluşmayı ümit eder.
Peki halk ve insanlar için yararlı işler yapmış olan kişinin varacağı yer neresidir? Vedalara göre Atalar diyarıdır. Pitrayana geçici bir yerdir. İyi insanlar buraya gider, geçici cennet nimetlerini görür ama ebedi olarak kalamazlar. Sonra tekrar dünyaya geri dönerler. Tanrı’yla birleşmiş olsalar da dünyadan tamamen kurtulmuş olmazlar. İyi işler yapmış olan kişi de bu yaptığı işlerinin karşılığını belli bir zaman görür ve tekrar dünyaya geri döner. Biz buna geçici cennet diyebiliriz. Bunların kalış süreleri de yapmış oldukları amellerin miktarına göre değişir. Çok iyi işler yaptılarsa bu Pitrayana denen yerde uzun süre kalabiliyorlar. Son varılacak yer Brahma ile buluşma ve birleşmedir. Bu ne zaman gerçekleşir? Hindulara göre bunun olması çok mümkün değil. Bu yalnızca ümit edilir. Varlıklar daimi olarak gelip gelip giderler. En önemli şey, kastın gerekliliklerini yerine getirmedir. Kişi kurtulmak istiyorsa içinde doğduğu kasttan razı olması ve şikayet etmemesi lazımdır. Yoksa bir dahaki hayatında daha düşük bir kastta doğacaktır.
Karma ve tenasühe tekrar gelecek olursak, birçok dinde ölümden sonra reenkarnasyon inancı vardır. Mısır, Yunan toplumu ve antik dönemindeki inançlarda reenkarnasyona rastlıyoruz.
Bunun dışında Nusayrilik, İsmailik, Dürzilik Yezidilik içinde de reenkarnasyon inancı vardır. Reenkarnasyonun varlığını, tenasühü nasıl izah ediyorlar diye baktığımızda, insanın ölümsüzlük arzusunu, ruhun bir bedene ihtiyaç duymasını, “dâhî” diyebileceğimiz yetenekli insanların olmasını buna delil gösteriyorlar. Bazı insanların ‘ben önceki hayatımda şöyleydim’ diye tecrübelerini aktarması da onlara göre önceden yaşanmış bir hayatın varlığını gösteriyor.
Babil’de Ahiret İnancı
Eski Babil inancına baktığımızda Sami bir kültürden bahsediyoruz. Sümerlerin farklı bir kültürdür. Sümer’e baktığımızda öldükten sonraki bir hayattan bahsediliyor. Babil’de bu daha da gelişmiş bir vaziyettedir.
Öldükten sonraki hayatla ilgili Sümer metinlerinde neler var? Mesela insanların öldükten sonra gidecekleri alemde kullanabilmeleri için çeşitli eşyalarıyla birlikte ve embriyo şeklinde gömüldüğünü görüyoruz. Su ve yemek ihtiyaçları için kilden, taştan, bakırdan kaplar, savaş aletleri, süs eşyaları ile birlikte gömülüyorlar. Bundan sonra hayatlarını gölge varlıklar olarak devam ettirdiklerine inanılıyor. Ne tam maddi ne de tam manevi bir varlık olarak düşünülüyor. Fakat milattan önce 18. Yüzyılda 1700’lerden itibaren bu eşyalara rastlanmıyor ama ölülerin embriyo şeklinde kabirlere konulması devam ediyor. Bu ne demektir? Öldükten sonra diriliş birçok antik kültürde var. Mitolojik anlatımlar bunu destekliyor. Destanlar da öldükten sonra yeni bir hayatın olduğunu gösteriyor. Orada da ölen 7 kapıdan geçiyor. Her kapıdan geçerken bir eşyasını alıyorlar. Son noktaya geldiğinde tamamen çıplak vaziyette Tanrı’nın huzuruna çıkıyor ve hesap veriyor. Hesap verme inancı çok eskiye dayanıyor. Dinlerin tamamında öldükten sonra hesap verme inancı var. Bunun en gelişmiş şeklini ise Mısır inancında görüyoruz. Bu inanca göre, amelleriniz bir kefeye, kalbiniz de başka bir kefeye konuluyor, böylece amellerinizin ne kadar samimi olduğu tartılmış oluyor. Ona göre de cennet ya da cehenneme gideceğinize karar veriliyor. 42 adet haram var. 42 adet hakimden oluşan bir mahkeme kuruluyor ve her haramdan bir hakim kişiyi sorguluyor; ‘Kimseyi öldürmedim, haksızlık yapmadım vs.’ savunma yapılmakta. Böylece cennete girme hakkı elde ediliyor.
Babil’de ölen insanlar iyiyse kuş tüyüyle kaplandığına inanıyorlar. Demek ki manevi bir hayata uçmakla ilgili ümitleri ve semavi bir yükseliş var. İyi olan insanların semavi aleme gitmesi inancı da çok eskidir. Buna Mısır inancında da rastlıyoruz. Mesela güneş tanrısı Ra teknesine biner ve bütün alemi gezer. Yer altı alemini geçerken iyi olan insanlar Ra’nın teknesine binerler, birlikte semavi bir yolculuk yaparlar. Babilliler için İştarın ölüler diyarına inişi mitolojisi ve Gılgamış mitolojisi bilinir. Babil inancında ölüler diyarı için Arallu ismi kullanılıyor. Tanrı’ya Marduk deniyor. Napiştu nefes sahibi sıfatıdır. İnsanın nefesi olduğu müddetçe canlı olduğu kabul edilir. Napiştu olan varlık insandan nefesi çektiğinde insanın öldüğüne inanılıyor. Herkesin bir nefesi var. Buna da etimmu diyorlar. Yer altında toz topraktan oluşan bir sarayın varlığına inanılıyor. Yahudilik’teki Tevrat tasvirlerine yakındır. Orada da toz toprak olan bir yere gidileceğinden bahsedilmektedir. Fakat ona Şeol deniliyor. Şeol ise se’ele (sual sormak) kalıbından gelir, yani sorgu sualin olduğu yerdir. İyilik yapan insanların da Şeol’da huzurlu vakit geçireceğine inanılmaktadır. Yahudilerin Babil sürgünü dönemi sonrasına rastlayan Talmut metinlerinde ahiret inancıyla ilgili detaylı bilgi bol bol anlatılacaktır. Zerdüştlük inancıyla etkileşime geçtikten sonra Yahudiler ahiret inancına vurgu yapmaya başlayacak, Ortaçağ’da İslam’dan da etkilenerek öldükten sonra cennet-cehennem inancıyla ilgili risaleler yazacaklardır.
Tevrat’ta ahiret inancı olmasına rağmen çok gelişmiş değildir. Yedi kat sema, cennet, cehennem ve hesaptan bahsedilmez. Sadece öldükten sonra Şeol denilen bir yere gidilir ve orada toz, toprak olduğu bir alemde yaşanılacağından bahsedilir. Yahudilik’tir ahiret inancının gelişiminin temelinde adalet inancının yattığını düşünüyoruz. Yani insanlar bu dünyada yaptıklarının yanına kar kalmayacağı, gördükleri zulmün mutlaka hesabının verileceği inancı, insanlarda ahiret inancının daha fazla gelişmesine sebep olduğu düşünülmektedir.
Eski Mısır’da Ahiret İnancı
Eski Mısır’da da öldükten sonra dirilişe inanılıyordu. Yeraltı alemine Duat Alemi denmektedir. Yeraltı alemini idare eden tanrı İsis, Osiris’in kardeşi sonra da eşi olacak kişidir. İnsan vücuttan oluşur. İsim, gölge, ka ve kan olmak üzere farklı kısımları vardır. Ruhunu ise Ka temsil etmektedir. Ölen kişinin mezarda yaşamaya devam ettiğine inanıldığı için Mısırlılar mezara yiyecek, içecek koyarlar. Ayrıca belirli zamanlarda; üçüncü ve yedinci günde ölü adına yiyecek sunuluyor daha sonra bu yiyecekleri ya kendileri yiyor ya da başkalarına veriyorlar. Bu inançta, ölümden sonra dirilişin gerçekleşeceği düşünüldüğünden ölü mumyalanır. Mumyalama çok eskiden beri var olan bir gelenektir. Eski Mısır’da “Ölüler Kitabı” denilen kitapta ahiret inancının hangi safhalardan geçtiği anlatılır. Ölülerin uzak bir ülkede ikamet ettiklerine inanılmaktadır. Dünyadan ayrılanların gökte oturduğuna, bir merdivenle yukarıya çıktıklarına, güneş tanrısının gemisiyle beraber dolaştıklarına inanılır. İnsan öldükten hemen sonra Osiris’in yer altı dünyası olan Duat’a gider, derhal hesaba çekilir. Önce hakikat tanrıçası olan Maat vasıtasıyla Osiris tahtına oturur. Yanında hakikat tanrıçası Maat, bir de 42 adet adalet meleği veya ilahı var. Burada, ölen kişi 42 adalet ilahının şahsında temsil edilen 42 kurala uyduğunu ve yapması yasak olan şeyleri birer birer yapmadığını söyler. Bu olumsuz olarak söyleme ifadesi sonra Yahudileri de etkileyecektir. Mesela Tevrat’taki 10 emir hep yapmamak üzerinedir. Ameller tartılır, bir mizan kurulur, 42 adalet tanrısı önünde ölen kişinin kalbi alınıp teraziye konulur. Amelleri yazan bir katip, tartının sonucunu yazıp Osiris’e takdim eder. Kimi papirüslerde, bir terazi insanın kendisini, bir terazi kalbini tartacaktır diye yazar. Hesaba çekilen kişi başarılı olursa Osiris’in krallığına dahil olur. Böylece kişinin ruhu yani Ka’sı Osiris’in krallığına belli vazifeler yapmak üzere dahil edilir. Bu işleri yaparak vakit geçirmemesi için ölen kişinin mezarına bu görevleri yapacak kişilerin temsili bibloları konur. Böylece Osiris’in krallığında sorumlu olduğu işleri kolay yapılır.
Zerdüştlük’te Ahiret İnancı
Zerdüşlük’te âlemin Tanrı’nın iki adet kozmik gücün mücadelesi sonucu oluştuğuna inanılmaktadır. İnsanın kurtuluşu iyiliğin kozmik gücünü seçerek olur. İyiliğin ve kötülüğün mücadele ettiği bir alemdeyiz. Ahuramazda ve Ehrimen denilen iki kozmik gücün mücadelesi var ve insan iyiliği seçmek durumundadır. Sonucunda da nihayet iyiliğin üstün geleceğine inanılıyor. İnsan burada hür iradesiyle yaptığı seçimin hesabını verecektir. Zerdüştlükte herkes yaptığının hesabını vereceği inancı çok temel bir inançtır. Hristiyanlık’ta Hz. İsa kendisini feda ettiği için asıl itibariyle günahsızlık durumu esas olarak kabul edilir. Günah olmayınca da haram ve ceza olmuyor. Papaz günahını itiraf eden kişiyi affediyor. Zerdüştlükte ise muhakeme edilecek olan kişi amelleri çerçevesinde hesaba çekiliyor. Ondan sonra da sırat köprüsüne benzer Sinvad isimli bir köprüden geçiyor. Köprü, tasvirlere göre amelleri iyiyse geniş, amelleri kötüyse kıldan ince bir hale geliyor. Bu bilgileri Zerdüştlerin en eski metinleri olan Gatalar adlı kitaplarından öğreniyoruz. Bu kitapta Zerdüşt’e nispet edilen kısımlar vardır. Sözünde durmayan, iş ve hizmetin bedelini ödemeyen kişinin cezası anlatılır. Öldükten sonraki hayatla ilgili at, kısrak, deve zikrediliyor. İyi ve kötü fiilleri seçmek konusunda insanın özgür olduğuna inanılıyor. Bu yüzden şefaate inanılmıyor. Zerdüşt’ün kendisi ahirette sadece avukatlık yapacak ama kimseyi affedip, şefaat etmeyecektir. Cennetten ebedi diyar; doğruluk, sonsuzluk ve selamet ülkesi olarak bahsediliyor.
Yahudilikte Ahiret İnancı
Yahudiliğin ahiret inancında Babil ve Pers etkisi vardır. Yunan kültürünün de etkileri görülür. Mükafat ve ceza genelde bu dünyada olur; Lanetlenme, kuraklık, yokluk, ana yurttan sürülme gibi durumlar dünyevi cezalardır. Yapılan amellerin bu dünyada da muhakkak karşılığı olacaktır. Yaşadığımız kötü şey daha önce yaptığımız bir amelin sonucudur. Tanrı’ya isyan edildiği içindir ki bu duruma düşülmüştür. Bu nedenle bazılarına göre Yahudilikte ölen kişinin bu dünyaya yeniden geri döneceğine de inanılır. Yahudilikte gizli bir reenkarnasyon inancı da vardır. Baş hahamlardan birisi bununla ilgili yani, ölen Yahudilerin tekrar doğacaklarına dair bir açıklama yapmıştı. Öteki dünya hayatı, ahiret ruhani bir hayat olarak düşünülmektedir. İman esası olarak ahiret inancı 13.yy’da Musa Bin Meymun ismindeki bir Yahudi alimiyle gelmiştir. O da ahiretteki ebedi hayatın bedensel değil ruhani olduğunu söyler. Peki diriliş nerede olacak? Birinci diriliş bu dünyada olacak, 1000 yıllık yeni bir dönem yaşanacak, sonra o topluluk da yok olacaktır. Ondan sonrası ebedi ruhani bir hayat olacaktır. Hristiyanlıktaki ahiret inancı da buna benzerdir. Hristiyanlıktaki ahiret inancı ruhsaldır ve bizdekine benzer somut hiçbir ahiret nimeti yoktur. Ama Yahudilikte vardır. Yahudilikte bu dünyadakine benzer nimetlerle karşılanacaksınız derler. Hristiyanlık ahiret inancında, Mesih’le birlikte Tanrı’nın ihtişamını ebediyen izlemek nimet olarak vaat edilir.
Yahudiler arasında farklı dinlerden iyilik yapanların da kurtuluşa ereceği konusu tartışılmıştır. Nuh kanunları denilen Hz. Nuh’un 7 kanunundan bahsedilir. Bunlara inananlara Nuhiler deniyor. Putperestlik yapmayacaksın, öldürmeyeceksin, çalmayacaksın gibi benzer bazı kanunlar var. Bu 7 emri yerine getiren muvahhit olan ve İsrailoğullarından olmayan insanların da kurtuluşa erebileceği düşünülür.
Bu metin Hocamızın ders kayıtlarından yapılmış özettir. Metin hocamızın onayına sunulduktan sonra yayınlanmıştır.
Hazırlayan: Ayşenur Aydın