Kadınlığın Keşfi Semineri

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

19 Ekim 2019                                               

Dr. Ayşe Duman

Yaklaşık 30 yıldır kadın doğum uzmanı olarak çalışıyorum. 15-20 yıldır da özellikle doğumda kadın nasıl rahat edebilir, doğumlar neden bu kadar ağrılı oluyor, aslında fizyolojik bir süreçken insanlar neden doğumdan bu kadar uzaklaştı soruları çerçevesinde bir takım eğitimler aldım. Aldığım ilk eğitim hipnoz ile doğum konusundaydı. Zihin ile bedeni istediğimiz şekilde nasıl yönetebileceğimiz konusunda bilgiler almaya başladığımda farkettim ki aslında bedenimizi yöneten zaten zihnimiz. Biz ilaçlarla hastalıkları tedavi ederken aslında gerçek hastalık halini iyileştiremiyor, sadece semptomları bastırıyoruz. Daha fazla okumalar, daha fazla vaka çalışmaları yapınca bir takım bilgiler ortaya çıkıyor. Bu ortaya çıkan bilgilerle de yaklaşık 10-15 yıldır hastalarıma, özellikle de kadınlara, kadınlar fizyolojik davranışlarında daha nasıl rahat edebilir, daha huzurlu nasıl olabilir, daha keyifli nasıl olabilir, daha bu hayattan neşeli coşkulu ve kendini iyi hisseden konuma nasıl gelebilir konularında tavsiyeler vermeye yönelik çalışmalar yapıyorum.

 

Genel olarak amacımız beden dilimizle kendimize birazcık daha içeriden bakmak, hastalıklarımızı biraz daha farklı bakış açısı ile değerlendirmek, yaşam içindeki farkındalığımızı biraz daha artırmak ve bu bağlamda zihinlerimizi bir geriye götürüp ilk yaratılış tarihimize bir göz atmak.

 

Kadınlık fonksiyonlarımızı, bedenimizi, kadına ait zihinsel durumlarımızı ve bir takım duygularımızı açığa çıkaran yumurtalık gibi özel organlarımız ve bunlardan salgılanan bazı hormonlar vardır.  Her ay buluğ çağı ile beraber her yumurtalıktan bir yumurta hücresi olgunlaşır, yumurtalıktan atılır, tüplerin içinde ilerler, burada bir sperm ile karşılaştığı anda rahmin içerisine yerleşir. Yumurta döllendiyse, atıldıktan sonra salgılanan hormonların etkisi ile rahim içi kalınlaşır ve döllenen yumurta buraya gidip yerleşsin, gebelik oluşsun diye böyle bir fizyolojik süreç işler. Yumurta atılıp da döllenme olmazsa yumurtanın atılımından yaklaşık 14 gün sonra rahim iç dokusu atılmaya başlar. Bu bizim her ay kendini tekrarlayan fizyolojik sürecimizdir. Adeti tanımlarken “sinirliyim”, “temizlenmem lazım” vs gibi ifadeler kullandığımızda zihnimizin algısı adet ve kadınlık ile ilgili olumsuz olduğu için bedenimizde de istemediğimiz davranışlar ortaya çıkabilir.

 

Bedenimizde kadınlık üzerinden neler olup bitiyor ve biz bunlara neden engel olamıyoruz? Bunları anlatmak için davranışların oluş mekanizması üzerinden gidebiliriz. Bedenimizde ortaya çıkan her şey, hisler, tavırlar, hepsine davranış dediğimizde bunun açığa çıkması için gerekli olan şeylere de düşünce ve duygular diyebiliriz. Bedende düşünce ve duygu olmadan hiçbir davranış açığa çıkmaz. Yani davranışlarımızı değiştirmek istiyorsak duygu ve düşüncelerimizi de değiştirmek zorundayız.

 

Her canlının temel dürtüsü yaşamda kalmaya ve üremeye yöneliktir. Bedenimizin yaşamda kalmak ve güvenli alan belirlemek olarak iki tane dürtüsü vardır. Güvenli alan her canlının temel yaşam problemidir. Güvenli alan dediğimiz şey bedeni hayatta ve güvende tutmaya yarayan 0-11 yaş arası gördüklerimiz, duyduklarımız, çokça şahit olduklarımızla oluşan yaşam haritalarıdır. Bu yaşam haritaları dediğimiz alan aslında duygu kalıplarıyla vücudumuzun her bir hücresine pay edilir, beden bunu öğrenir. 0-11 yaş aralığındaki başlangıç doğduktan sonra değil döllenmenin başladığı andan itibarendir. Çünkü bu duygu kalıpları bilgi ve enerji ile oluşur. Yani bir bilgi gelir ve bu bilginin bir enerjisi vardır. Bunlar depolanırken duygu olarak depolanırlar.  Bu duygulara gore de hareketlerimiz, davranışlarımız, reflekslerimiz oluşur. Örneğin ailenin beşinci kızı olarak doğdunuz, aile erkek beklerken bir hayal kırıklığı yaşadı ve bunun üzerine erkek olmak ile ilgili bir sürü şey duydunuz. Duymayı bırakın, küçük yaştan itibaren annenin, babanın, çevrenin de bu yönde enerjisini hissettiniz. O zaman kadınlık algımız ben hiç güvende değilim yönünde gelişiyor. Veya bebekler ağladığında hemen ağızlarına meme veriliyor fakat belki de çocuk acaba ben güvende miyim, çevremde kim var kim yok diye test etmek için güvende olma dürtüsüyle bunu yapıyor olabilir.  Çocuk doğduğu andan itibaren bir sürü insan ona dokunur. Kötü veya gergin bir enerji ile dokunulduğunda bebekte güvende değilim algısı oluşur. Bedenin bütün davranışları bu tür enerjiler ile açığa çıktığı için çok dikkat etmek gerekir. Çocuk güvende miyim, diye ağlarken ağzına meme gelip bir şeyler yemeye başlayınca, bir şeyler yediğim takdirde güvendeyim algısı oluşabiliyor. Dolayısıyla stresli bir halde dürtüsel olarak bir şey yeme ihtiyacı hissediyoruz. Bilinçaltımız güvende hissetmekle yemeyi eşleştiriyor.

 

13 yaşında adet ağrısı nedeniyle gelen bir hastam vardı. Babaannesiyle yaşıyordu ve babaannesinin ciddi adet ağrıları yaşadığını biliyordu. Bu hikayeler ile büyüdüğü için de adet gördüğünde çok panik olmuştu. Bana geldiğinde de TEOG sınavına hazırlanıyordu fakat her adet döneminde hastanelik oluyordu. Yani bilgi bedene yerleşiyor ve bir süre sonra artık o onun refleksi haline geliyor. Bununla ilgili yeniden bir yapılandırma yapmıyorsak da bu durum bizim yaşamımızın bir parçası haline geliyor. Yani bedenin kimyası bozuluyor. Bedenin kimyası bozulduğu zaman yaş ilerledikçe başka sıkıntılar oluşuyor. Bedende şeker de oluyor, cinsel fonksiyon bozuklukları da oluyor. O bedende kendini ifade etme sıkıntıları da oluyor. çünkü içeride bir çatışma varsa bu dışarı bir semptom olarak yansıyor. Bu bazen baş ağrısı, bazen mide yanması, bazen de kabızlık şeklinde oluyor. O bahsettiğim kızla bir sure çalıştık, farkındalığı arttı. Artık tam sınav zamanı geliyordu, zihin ile beden arasında nasıl bir iletişim kurabileceğimizi iyice öğrendikten sonra ona bu dönem adetini erteleyebileceğini söyledim. Ve adetini sınavlardan sonra gördü. Böyle muazzam bir yapımız var ve bu bizim yaratılış programımızdan geliyor.

 

Zihin ile beden iki renkli oyun hamurunun içiçe girmesi gibi karışmış durumdalardır ve birbirlerinden ayrı hareket etmezler. Nasıl soluduğumuz hava bütün hücrelere nüfuz ediyor ve orada bir iş görüyorsa, bizim duygu kalıplarımız, yaşam haritalarımız, refleks davranışlarımız da bütün hücrelerde iş görür. Hücrelerde var olan potansiyelin nasıl kullanacağına beden nasıl karar veriyor? Gelen mesaja göre davranılır. Bu da yaşam haritalarımızdan, inanç kalıplarımızdan gelen mesajdır, moda tabir ile bilinç altı dediğimiz alandır. Bütün hücrelerimiz, bütün bedenimiz, bilinç altı dediğimiz alan hayatta kalmaya dair inanç kalıplarımızla, duygularla oluşan bir alandır. Niyeti bizi daha güvenli bir alanda tutmaktır ve bunu 0-11 yaş aralığında öğrenmiştir. Yani bilinçli bir aklın olmadığı dönemde bize bir yaşam planı hazırlamıştır. Sonra biz 50-60 yaşına gelince, 8 yaşında oluşturduğumuz inanç kalıpları ile bu bedeni hareket ettiriyoruz. Bilgisayarlar, telefonlar bile devamlı güncelleniyor ama biz 50 yıl önceki yaşam planlarımızla hayatımızı devam ettirmeye çalışıyoruz. İşte o zaman sıkıntılar ve hastalıklar çıkıyor. O zaman ilişkiler de problemli oluyor, depresyon, kanser, adet bozuklukları ortaya çıkıyor. Aslında bize bir tercih hakkı ve bunun sonuçları veriliyor. Bilinçaltımızdan, egolarımızdan gelen dürtülerle hareket edeceğiz ya da aklımızı kullanarak gerçekten varoluş durumumuza uygun bir yaşam planında kalmayı hedefleyeceğiz.

Bizim toplumumuzda maalesef o kadar bağımlı ilişkilerimiz, varoluş programımızda kulluk şuurundan da kaynaklanan öyle kopmalar var ki.  Çocuk aklımızla birilerine bağımlıydık. Kendimizi güncelleyemedik. Örneğin; babasız yapamayız zannediyoruz. Halbuki Allah bizi sadece kendisine muhtaç kılmıştır. Ben de güncellemelerimi buna göre yapmak zorundayım. Eğer yapmazsam o zaman yaşamdaki her bir sıkıntı benim bedenimde arıza üretir.

Sorunlarımızın olmamasını, kendimizi daha mutlu, daha huzurlu, daha güvenli, daha uyumlu hissetmek için, bedenimizle uyumlu olmak için ne yapmalıyız? Uyumlu olma noktasında ilerlerken 4 temel kural vardır. Huzurdan kastımız tam olarak kul olduğumuzu fark etmektir. Gerçek uyum, geldiğimiz kaynakla irtibatlı olmaktır. Bu dünya ile uyumlu olmaya çalışmak, bu dünyanın ve birilerinin koyduğu kurallara uymaktır, fakat bunu yapamayız çünkü kaynağımız bunlar değil. O zaman çocuk aklımızla kurduğumuz bağlardan, duygu kalıplarından, inanç kalıplarından özgürleşmemiz, daha derine, daha özüme, daha kendimize doğru bir yolculuğa çıkmamız gerekir. Bunu neden yapamıyoruz? Çoğu kişiden duyuyorum, zaman zaman hepimiz de yaşıyoruz. İnanıyoruz fakat doğru düzgün namaz bile kılamıyoruz. Çok huzursuzuz ama yapamıyoruz. Çünkü zamanın çokça empoze ettiği, peşinden bizi sürüklediği ve bizim de farketmeden sürüklendiğimiz, zihnimizi, kalbimizi yoran ve bozan o kadar çok şey var ki gerçek ile olan bağımızdan kopuyoruz. Bu yüzden gerçekçilik çok önemli. Şu kadar param olursa, çocuklarım şu kariyeri yaparsa ben iyi olacağım, düşünceleri gerçekçilik değildir. Bunları düşünerek özümüzden uzaklaşırız. Çünkü nefs asla tatmin olmaz. Bu düşünceler de nefsten, bilinçaltından gelir.

 

Temel ihtiyacımız olan güvenli olma isteği bunlara bağlıdır. Başka türlü huzur bulma şansımız yoktur. Örneğin babamız vefat ettiğinde elbette üzüleceğiz ama bu bizim bütün bedenimizi, hayatımızı ve duygularımızı yıpratacak hale geliyorsa burada bir sıkıntı var. Yani aslında gerçekçilikten kastımız nedir? Birilerinin söylediği ve bize empoze ettikleri alan değildir. Gerçekten varoluşumuzla uygun frekansa dönmek ve orayı hedeflemektir. Son 50 yıldır dinlerin, tasavvufun söylediği şeylerin ne kadar bilimsel olduğunu anlatan bir ton yazı ve araştırma var. Gerçekten elimizde ciddi bir hazine var ve biz bunun farkında değiliz. Hala ego savunma sistemlerimiz ile yani bilinç altımız ile yani nefsimiz ile hareket edip iyi olmaya çalışıyoruz. Bu gerçekçi olmayacağı için bizi iyi bir noktaya getirmeyecek.  Huzur noktasına giderken donanımlı olmamız gerekiyor. Donanımdan kasıt gerçekten doğru bir şekilde bilgilenmektir. Bilgiyi nasıl kullanacağımızı bilmiyorsak çoğu zaman o bilgi bize zarar verir.Hele de bizim hastalıklarda.

 

Davranışları değiştirmek için bir takım teknikler vardır ve bunlar da bu donanımın bir parçasıdır. Esnek olmayı öğrenmemiz gerekiyor. Kadınların en büyük avantajı fiziken esnek bir yapıya sahip olmalarıdır. Kadınlar gebe kalır değişir, çocukları olur değişir, menopoza girer değişir. Bu değişken yapı kadın için avantajdır. Hele hele çocuk zaten bizi öyle bir değiştirir ki bir erkek anne olmaya kalksa asla olamaz. Erkekler esneyemiyorlar. Yaratılış olarak biz esnemeye müsaitiz. Bu neden bir avantaj? Çünkü yaşam yolculuğunda, olgunlaşma yolculuğunda bize kolaylık sağlıyor. İstediğimiz noktaya ulaşmak için gerçeklik çerçevesi içerisinde hedef belirlememiz gerekiyor. Hiç hedefimiz yoksa zaten ciddi bir boşluğa düşeriz. Hedefin gerçek amacı ve anlamıyla varoluşun uygun frekansta olması gerekiyor. Eğer hedefim sadece kariyer yapmak, profesör olmak ise olurum ve derim ki şimdi ne olacak? Bu soruyu sormayacağımız bir hedefimizin olması gerekiyor. Yani yaşamın içerisinde her an var olan yeni noktalara, heyecanlara dokunmak gibi bir hedefim olmalı ki o zaman beni tutsağı yapan o nefsimden özgürleşmek gibi bir gayretim olabilir. Aldığımız niyet ile aldığımız şeyin tesiri bizde değişir. Değişim işte ancak o zaman, kendinin ne olduğunu anladığında başlar. Çünkü kendini bilen Rabbini bilir.

Dengeyi bulmak için gerçekten bedenimizdeki arızalardan veya sıkıntılardan yola çıkarak kendimize dönmemiz gerekiyor. Örneğin dizlerimizde çok ağrı varsa buradaki iç çatışmaya eğilmemiz, buradaki ağrının ne ifade ettiğini bulmamız gerekiyor. Kendimden bir örnek vereceğim. Yaklaşık 8-10 ay önce, elektrikli süpürge ile evi temizliyordum ama canım da hiç istemiyordu. Bir yandan acaba temizlik için kadın mı çağırsam diye kendi kendime konuşuyordum hep. Bir gün evi süpürürken koluma ağrı girmeye başladı. Dedim tamam ben Fatma’yı çağırayım temizliğe ama sonra dedim ki benim derdim bu değildi. İstediğim zaman Fatma’yı çağırabilirim dediğim an ağrım bitti ve ben evi temizlemeye devam ettim. Yani beden çatışmadan rahatsız oluyor ve diyor ki bana bir mesaj gönder. Mesela diyor ki; kadın olmak kötü ama bir yandan da adet görüyorsun, bu nasıl bir çatışma? Kadın olmak kötü ama hamile kalmaya çalışıyorsun, bu da bir çatışma. Çocuk bakmayı beceremem, kontrol edemem, suçlanırım, nasıl bakacağım kaygıları yaşıyorsun sonra çocuk sahibi olmakla ilgili bir sürü tedavi görüyorsun. Böyle bir sürü vaka var. Sadece zihinsel durumu düzeltmek bile gebeliği kolaylaştırır. Tüp bebek tedavilerinde bunu çok görüyorum. Gözüken bir problem olmuyor ama birtakım aksilikler oluyor. Üzerine çalışıyoruz, transfer oluyor fakat sonra yine kişide kanama olabiliyor. Kişi önceden başarısız tüp bebek tedavileri görmüş oluyor ve yenisinde de panik yapabiliyor. Bu kişide sonra bir kere daha dondurulmuş embriyo ile tedavi denedik ve paniklememesi konusunda çokça telkinde bulundum. Hastam gebe kaldı ve doğurdu. Hatta sonra bir kere daha kendiliğinden gebe kaldı. Beden böyle bir şey, bunu bilerek kendimize bakmamız lazım.

Yine başka bir hastamın iki ya da üç tane düşüğü olmuştu. Gebeliğin çok başında düşükleri oluyordu ve gözüken hiçbir problem yoktu. Yaşı da ilerlediğinden tüp bebek yapmaya karar verdik. İki tane embriyo transferi yapmak istedik. Hasta panikledi, kocama güvenmiyorum, iki çocuğa tek başıma bakamam tutarsa, dedi. Tek transfer yaptık, gebe kalmadı. Dondurulmuş embriyoları vardı. Sakin olup, kocasıyla korkularıyla ilgili konuşmasını istedim. Kaygıları varken tekrar transfer yapmanın manası yoktu çünkü. Nitekim bir süre çalıştıktan sonra hasta iki embriyonun transferini istedi. Çocuklara bakabilecek kapasitede olduğunu, kocasına bağımlılıktan özgürleştiğini söyledi. Sonra embriyolardan bir tanesi tutu ve şimdi bir bebeği var. Bedenimizin, bilinçaltımızın, ego savunma sistemimizin tüm derdi bizi güvenli alanda tutmaktır. Ben bu çocukla yalnız başıma ne yaparım düşüncesiyle devam edersem bedenim rahat olmaz. Halbuki bedenin varoluşunda da böyle bir ihtiyaç vardır, hormonlar ve organlar da ona göredir. Buna direnince çok ciddi çatışmalar olabiliyor bedenin içinde. Bedenin içinde çatışmalar olunca dışarıyla da çatışmalarımız oluyor.

 

Korkuyu ikna etmeye çalışarak ondan özgürleşmeliyiz. Ayrık otu gibi düşünüp, onları söküp atmalıyız ki yerine yeni bitkiler büyüsün. Ciddi bir şekilde o tarlayı, bilinçaltımızı, nefsimizi tekrardan yapılandırmamız ve enerjisini düzeltmemiz gerekiyor. Öteki türlü istediğimiz kadar savaşalım beceremeyiz. Ciddi bir farkındalıkla, sistematik ve hedefli şekilde çalışmamız gerekiyor.

Herkesin yolculuğu farklıdır. Kimi sadece okuyarak çok farklı kapılar açar, kimi zikir çekerek. Herkesin yolculuğu kendine özeldir. Bende bir sıkıntı varsa, benim fıtratını bozan bir takım yapılar vardır, yani dua ederken bir de öyle dua etmek lazım. Tövbe bizi daha iyi bir noktaya götürür ama once günahlardan tövbe etmenin ötesinde kendimize zarar veren inanç kalıpları için de tövbe etmemiz gerekir. Mesela kendimizi kadın olarak kötü hissediyorsak buna tövbe etmemiz gerekir. Mesela vajina için, bakamıyorum çok iğrenç, demeyi yanlış buluyorum. Allah’ın yarattığı bir organa böyle söylenmemeli, bunun için tövbe etmem gerekir. Çok ciddi bir farkındalık ile kendi arızamızın nerede olduğunu bulmak için özel bir çalışma yapmamız lazım. Örneğin bisiklete binmeyi bilmiyoruz ve oturup dua ediyoruz. O beden ona dua ile değil çalışma ile alışır. Korkularımız var ise onlardan da özgürleşmemiz gerekiyor.

 

İnsan dediğimiz şey, olgunlaşma ve tekamül üzeredir. Allah ayette “Herkesin gayretinin karşılığı var.” demiştir. Oturanın ve sadece dua edenin değil. Gayret de bir çeşit duadır. Bence biz sabrı, tevekkülü, duayı özellikle de imtihanı yanlış anlıyoruz. Mesela kişinin çocuğu olmuyor, bu da benim imtihanımmış diyor. Halbuki burada dönüp sorunun ne olduğuna, bize ne anlattığına bakmamız ve çözme yoluna gitmemiz gerekiyor. Buradaki arıza özden uzaklaşma, kulluk şuurundan uzaklaşmaktır. Hastalıklar da bunları çözmek için fırsattır aslında. Mesela çocuğun ateşi çıkınca, iyi ki ateşi çıktı da enfeksiyonunun olduğunu öğrendik deriz. Hastalıklar böyledir.

 

Sıkıntı dediğimiz şeylerden özgürleşmek, yaşamın enerjisini, coşkusunu, ritmini hissedebilmek için önce kendimize bakmamız gerekiyor. İnşallah ruhlarımızın mutluluktan perişan olmasını engelleyen bütün kalıplardan özgürleşmemiz için hastalıklarımız bahane olsun…

Hazırlayan: Tülin Tezel – Zeynep Sena Çomoğlu

Önceki Yazı

Aile Sistemleri

Sonraki Yazı

İran Gezisi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir