Yahudilik

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:
YAHUDİLİĞİN TARİHİ
“Semavi din, İlahi din ve İbrahimî din kavramları hakkında bir kaç şey söyleyerek başlamak istiyorum.
Semavi yani göksel din derken; dinin ilahi kaynaklı oluşunu kastediyoruz. Semavi söylemi, bu şekliyle yanlıştır. Çünkü Tanrıya mekan biçmeyi çağrıştırıyor. Öte yandan bu üç dine ilahi din dediğimizde başka bir problem ortaya çıkıyor. Yahudilik ve Hıristiyanlık bidayette Hz. Musa ve Hz. İsa Peygamberler döneminde ilahi olmalarına karşılık bugün kabul edilen anlamda, orijinal ve otantik hallerini muhafaza edemedikleri için, ilahilik vasfını haiz değildirler. Çünkü zaman içinde bazı değişikliklere maruz kalmışlardır. Bu sebeplerden dolayı ilahi veya semavi ifadelerinin yerine ‘ilahi menşeli dinler’ demek daha uygundur.
İbrahimî dinler kavramına gelirsek; bu kavram son zamanlarda özellikle diyalog zeminlerinde kullanılıyor ve bunu yani İbrahimî mirasa varis olma iddiasını İslam’ın geldiği dönemde Yahudiler, Hıristiyanlar ve müşrikler sahipleniyorlardı. Hz. İbrahim’in mirasında hak iddia eden 3 temel gruptan biri olan Yahudiler; ‘biz hem soy hem de inanç olarak İbrahim’in varisiyiz çünkü onun nesliyiz, dolayısıyla İbrahimî mirasa en layık olan biziz’ diyorlardı. Bu soy, Hz. İbrahim’in ikinci oğlu Hz. İshak’ın oğlu Yakup (İsrail) vasıtasıyla devam etmekte ve Musa’ya kadar dayanmaktadır. Hz. Musa, Hz. Yakup’un 12 oğlundan biri olan Levi’nin soyundan gelmektedir. Yakub’un Tanrıyla güreşmesi sonucu aldığı isim İsrail, bu soyun adı olmuş ve İsrailoğulları olarak anılagelmişlerdir. Bu dinin Yahudilik adını alması, Hz. Musa’dan 6 asır sonradır.
Kendilerini İbrahim’in soyundan ilan eden fakat Kuran’ın reddettiği bir diğer grup da Mekke müşrikleridir. Arap yarımadası müşrikleri kendilerinin, İbrahim’in emanetini temsil eden kişiler olduklarını iddia etmekteydiler. Biliyorsunuz Arap yarımadasında yaşayan müşriklerin, İslam öncesinde İbrahimî bir gelenek olarak devam ettikleri hac uygulaması vardı. Hatta şartlar gerektirdiğinde çıplak haccettikleri rivayet edilir. Bunun sebebi de şöyle izah edilir: Müşriklerin inançlarına göre; tavaf alanı dediğimiz alan kutsaldır. O alana hangi giysiyle girerseniz o giysi kutsallık kazanır. Artık onu tavaf alanının dışında kullanamazsınız. Hac için gelenler o yüzden ikinci bir hac elbiseleri varsa onu giyer, yoksa Mekkeli tanıdığı varsa ondan emanet alır, o da yoksa soyunarak tavaf yaparlardı.
Kur’an’ın geldiği dönemde Hıristiyanlar da iman bakımından miras talebinde bulunuyorlardı. Halbuki bu iddiaları Kur’an yalanlıyor: “İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan’dı; fakat o Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman’dı, müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran 3/67). Çünkü “ Ey Kitap Ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Tevrat da İncil de şüphesiz ondan sonra indirilmiştir. Akletmiyor musunuz?” (Al-i İmran 3/65).
Şu halde bir dinin İbrahimî olabilmesi için Hz. İbrahim’in çizgisini sürdürmesi gerekir. Bu noktadan bugünkü Yahudilik ve Hristiyanlık menşe olarak İbrahimî olmakla birlikte, zaman içinde maruz kaldıkları değişiklikler itibarıyla günümüzdeki durumları farklılık arz etmektedir.
Bugün Yahudi nüfusu 15 milyon civarında olarak bilinir. Bunların 5 milyon kadarı İsrail’de yaşamakta, diğerleri ise Avrupa, Amerika ve dünyanın değişik yerlerinde dağınık haldedirler. Sayıca az olmalarına karşın etkileri yüksek olan Yahudilerin uzun tarihi seyri mühimdir. Bazen Tevrat’tan bazen de Kur’an’dan anlatacağımız bu süreci İbrahim Peygamberle başlatmak gerekir. Çünkü Yahudiler onu ulu ataları olarak görürler.
Tam olarak bilinememekle birlikte İbrahim Peygamberin MÖ 2000’li yıllarda yaşadığı düşünülmektedir. İbrahim Peygamber,  Nuh Peygamberin oğullarından Sam’ın soyundan gelmektedir. 3 kardeşin en küçüğüdür ve Sara ile evlidir.
Hz. İbrahim 75 yaşındayken Filistin topraklarına (Kenan diyarı) gelir. Daha sonra adı Arz-ı Mev’ud olacak olan Kenan diyarından, kıtlık sebebiyle Mısır’a gider. Yanında eşi Sara ve yeğeni Lut da vardır. İbrahim, eşi Sara yüzünden öldürülme endişesiyle eşini uyarır, sorarlarsa kız kardeşim olduğunu söyleyeceksin der. Firavunun adamları eşi Sara’nın güzelliğini firavuna iletirler ve Firavun, Sara’yı saraya aldırır fakat başına bazı olaylar gelir.  Bunun üzerine pişman olan Firavun Sara’yı geri gönderir ve Hacer’i cariye olarak verir. Beraber Kenan diyarına dönerler. Ancak burada su kıtlığı olduğu için yeğeni Lut’un çobanlarıyla İbrahim’in çobanları arasında kavgalar çıkar. Çözüm olarak İbrahim Peygamber, Lut Peygamber’in ayrılma teklifini kabul eder. Sonra Lut Peygamber Ürdün topraklarındaki Sodom kentine peygamber olarak gönderilir.
İbrahim Peygamber Mısır’dan Kenan diyarına döndükten 10 yıl sonra evlat için duada bulunduğunda kendisi 85, eşi ise 75 yaşındaydı. Allah Tevrat’ta; ‘sana öyle bir zürriyet bahşedeceğim ki denizin kumları, semanın yıldızları kadar çok olacak’ buyurur. O dönemin adeti gereği, eşine çocuk veremeyen Sara, cariyesi Hacer’i eşine verir ve Hz. İbrahim 86 yaşındayken,  Hacer’den oğlu İsmail doğar. Daha sonra İbrahim 99 yaşındayken 3 misafir gelir. Bu misafirlerden biri tarafından eşinin seneye bu vakitlerde bir çocuk doğuracağı haber verilir. Bunu duyan eşi Sara, güler ve gülüşü sebebiyle ikaz edilir. Diğer iki kişi (bunlar melektir)  Sodom halkını cezalandırmak üzere giderler.  İbrahim 100 yaşındayken İshak dünyaya gelir. İshak’ın sütten kesilmesini takiben (Yahudilikte emzirme süresi azami 3 yıldır) bir ziyafet verilir. Ziyafet esnasında Sara, İsmail’in İshak’a gülüşüne kızar ve onların evden gitmesini ister. Bunun üzerine İbrahim, Hacer’in bir eline azık torbası bir eline su kabı verir, çocuğu da sırtına yükleyerek gönderir. (Aslında İsmail 14 yaşındayken İshak doğmuştur. Yani İshak 3 yıl annesini emmiş olsa İsmail 17 yaşında olmalı. Bu yaştaki bir çocuk annesinin sırtına yüklenemez. Yahudiler bunu, çocuğun sorumluluğu açısından değerlendiriyorlar). Hacer oğluyla Berşeba çölüne varır. Tevrat’a göre Hacer çocuğunun susuzluktan ölümünü görmeyeyim diye onu -17 yaşındaki çocuğu – bir çalı dibine atar.
Tevrat’a göre asıl kurban edilmek istenen İshak’tır ve İshak, kurban hadisesi sonrasında Rebeka’yla evlenir, Esav ve Yakub adında ikiz çocukları olur. Yahudilikte ilk doğan çocuk, ilk oğul çok önemlidir. Önce Esav doğmuştur. Yakub ise Esav’ın ökçesini tutmuş vaziyette doğmuştur. Yakub İbranice ökçe tutan demektir. İshak yaşça ilerleyince, Esav’a ilk oğulluk hakkını vermek için çağırır ve ava gidip av etinden getirmesini ister. Fakat anneleri Rebeka, Yakub’u daha çok sevdiği için bir hile yapar ve ağıldan bir oğlak kesip, Yakub’a verir. İshak ta Yakub’u ilk oğul zannederek ilk oğulluk hakkını verir. Esav kan ter içinde gelir ve hakkını yitirdiğini görür. İlk oğulluk hakkını çaldığı için onu öldüreceğini söyler. Yakub bunun için Mezopotamya’daki dayısının yanına kaçar. Adı Rahel olan kızı dayısından ister. Başlık parası 7 yıl hizmettir. Yakub evlenecekken bakar ki evlendiği kız Rahel değil onun ablası Lea’dır. Dayısına bunun sebebini sorunca dayısı, büyük dururken küçük verilmez deyince kız kardeşini de almak için 7 yıl daha çalışır. Şeriatlarına göre demek ki o dönemde aynı anda iki kız kardeş ile evlenmek caizmiş.
Yakup Kenan diyarına döner. Bir akşam tanımadığı birisiyle karşılaşır. Sorgusuz sualsiz güreşe tutuşurlar. Sabaha dek sürer güreşleri. Adını sorar; Yakup dediğinde ise hayır senin adın İsrail’dir çünkü sen tanrı ile güreştin der. Tevrat 32. bapta İsrail’in, Allah ile güreşen tanrı ile mücadele eden anlamında olduğu belirtilir. Yakup’un adı İsrail olunca Kur’anî ifadeyle onun çocuklarına beni İsrail denilir. Yakub’un oğulları, İsrailoğullarının 12 kabilesidir. Eşleri Lea ve Rahel’den çocuğu olmayınca her ikisi de ona cariyelerini verirler ve zamanla dört hanımından 12 çocuğu olur. Hz. Yakub’un oğullarından herbiri bir kabilenin (Kur’an’ın ifadesiyle sıbt) lideri olur ve kendi adıyla anılır. Hanımı Lea’dan olan Yahuda da, bulunduğu kavmin lideri olmuş ve kabilesi kendi adıyla anılır olmuştur. İsrailoğullarının on ki kabilesi Arz-ı Mev’ud’un fethinden sonra oraya yerleşirler. On iki kabileden onu kuzey Filistin’e, kalan ikisi de (Yahuda ve Bünyamin kabileleri) Kudüs merkez olmak üzere güney Filistin’e yani Yahuda bölgesine yerleşirler.  Kitabı mukaddeste kimi bölgeler adını üzerinde yaşayan insanlara verir, kimi yerler de adını üzerinde yaşayan halkından alır. Bu sebepledir ki Yahuda kabilesinin yerleştiği bölge Yahuda adını almıştır. M.Ö. 721’de kuzeydeki İsrail krallığı Asurlular tarafından yıkıldıktan sonra halk Asur topraklarına sürgün edilmişti. Güneydeki Yahuda Krallığı da M.Ö. 587’de Babillilerce yıkıldı ve halkın çoğu esir olarak Babilonya’ya sürüldü. M.Ö. 538’de Esaret sonda erince Babil’e gidenlerden bır kısmı geriye Yahuda bölgesine döndüler. Dolayısıyla gerek Yahuda kabilesi mensupları gerekse diğer kabile mensupları Yahudalı yani Yahudi diye adlandırıldılar. Yakup Peygamberin hanımı Lea’dan olan oğullarından birinin adı da Levi’dir ve Musa Peygamber Levi’nin soyundan gelmiştir. Hz. Musa, peygamber olduğunda tebliğ ettiği dinin adı Yahudilik değildi. O’nun ölümünden 6 yüzyıl sonra Yahudilik denmiştir.
Yahudi kelimesi, hem soy hem kültür hem de inançlarını ifade eden bir kavramdır ve bu kelime Batı dünyasında pejoratif anlamda kullanılmıştır. Biz ise sadece soyu değil kültürü ve dini de kastediyoruz. Hatta kimi zaman soydan çok kültürel ve dini bağlılıktır. Çünkü kimi Yahudiler de soy olarak İsrailoğulları’ndan gelmeyip dini ve kültürü benimseyerek Yahudi olmuştur. İsrail ifadesi, Tevrat’a göre Yakup ile güreşen tanrı tarafından verilmiş bir isimdir. Ancak Yahudi teolojisi/ ilahiyatı /kelamı, zaman içerisinde gelişip te Tanrı antropomorfik karakterden soyutlanıp mücerret transandantal bir varlık haline dönüşünce artık Tanrının insan şekline girip bir insanla güreşmesi tanrı anlayışıyla bağdaşmayacağı için muahhar Yahudi teolojisi çölde Yakup’la güreşen kişiyi Tanrı değil Tanrının insan suretine girmiş meleği diye niteledi.
Kur’an’da iki yerde İsrail, 30’u aşkın yerde ise Beni İsrail olarak geçer. Kur’an’a göre de İsrail, Yakub’un lakabı ya da diğer adıdır.
İsrail; Tanrının güçlü kıldığı anlamına gelir. Bu insanlar 1948 yılında kurdukları devlete Yahudi devleti demediler, İsrail Devleti dediler. Tanrı bizi güçlü kılmıştır. Tanrı bizim yanımızdadır, demek istediler.
Filistin topraklarında yaşayan Yakup’un 12 oğlundan ikisi Yusuf ile Bünyamin (ana baba bir) kardeştir. Yusuf Peygamber’in Mısır’a gelişinden sonra onun vasıtası ile Mısır’a intikal eden Yakub’un 12 oğlu, Mısır’da yerleştiler ve 4 asır boyunca burada kaldılar.
Yine Yakup peygamberin oğullarından biri Levi’dir ve Musa peygamber ile kardeşleri Harun ve Meryem, bu soydandır. Yahudilikte kadınlardan da peygamberler vardır. Eski ahit 6 kadın peygamberden bahseder. Hz. Musa ve Harun’un ablası Meryem, bunlardan birisidir. Fakat bu Meryem’in, İsa’nın annesi Meryem’le karıştırıldığı iddiaları vardır. Bunu yaşadığım bir hadiseden örnekle anlatayım;
Yeşilköy’de İtalyan Kapusenlerinin bir kilisesi var. Oranın papazı İSAM’da beni buldu ve müşterek programlar yapmayı teklif etti. Biz Roma Gregoryan Üniversitesinden hocalar getirelim, siz de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi olarak katılın, çeşitli konuları Hristiyanî ve İslamî perspektiften konuşalım demişti. Tartışılan konulardan biri de ‘İnananlar Açısından Kutsal Kitap’ konusuydu. Kutsal kitapların vahyedilişi, kaydedilişi, nakledilişi, bu kutsal kitaba inananların üzerindeki otoritesi ve bugün nasıl inanıldığı konuları incelendi tartışıldı ve kitap olarak hazırlandı. O programda Gregoriana Üniversitesi Kitab-ı Mukaddes Profesörü Roland Meynet Kitab-ı Mukaddes nasıl okunmalı konusunu anlattı. İnciller arasında farklılıkları anlatırken; aynı olay Matta, Markos, Luka incillerinde geçerken olayın geçtiği yerde, sayısında, çevre şartlarda farklılık var. Tek ortaklık verilen mesajda. Kutsal kitabı okurken bu çevre şartlarına önem vermeyin. Önemli olan mesajdır, farklılıklara takılmayın dedi kürsüdeki konuşmacı. Bunun üzerine ben ‘Size göre Kutsal Metinler Kutsal Ruh’un ilhamıyla yazılmış ise o zaman Kutsal Ruh İncil yazarlarından birin e farklı diğerine farklı mı ilham etmiş oluyor’ diye sorunca, ön sırada yanımda bulunan, ömrünün 20 yılını Cezayir’de-Müslüman ülkede Hıristiyanlık faaliyeti sürdüren beyaz babalardan- geçirmiş  80 yaşlarındaki Maurice Bormans itiraz etti ve;  ‘Kur’an’da da çelişki var’ dedi ve örnek olarak şunu söyledi; Hz. Muhammed iki Meryem’i birbirine karıştırmıştır. Meryem suresinde; Hz. Meryem’in kavmi ‘Ey Harun’un kız kardeşi senin ne annen ne baban kötü insan değildi, evli değilsin, kocan yok ama kucağında çocukla geliyorsun” deyince Meryem, konuşmadı ve beşikteki çocuğu işaret etti.  Biz çocukla nasıl konuşalım dediler. Bunun üzerine İsa: Ben Allah’ın kuluyum o bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı” diye beşikte iken konuştu (Meryem suresi 19/27-33).  Müslümanlar İsa’ya İncil verildiğini söylüyorlar. Ayete bakılırsa bu İncil beşikteki çocuğa veriliyor.  Yine bu ayette Meryem’le ilgili de çelişki görüyoruz. Tarihte Musa ve Harun’un kardeşi olan Meryem var. Bunlar MÖ. 1200’lerde yaşadılar. Bir de miladın ilk yıllarında yaşayan Hz. İsa’nın annesi Meryem var. Sizin peygamberiniz bu iki Meryem’i birbirine karıştırmıştır dedi. Bunun üzerine ben kürsüdeki konuşmacıya “Luka İncilini açar mısınız” dedim. Orada şöyle denilmektedir: Yahudiye kralı Hirodes’in günlerinde Abiya takımından Zekeriya adında bir kahin vardı, onun karısı da Harun kızlarındandı” (Luka İncili 1/5) yani bu demek oluyor ki; Hz. Harun’un soyundan geliyor. Yahudi inancına göre peygamberlik Musa soyuna, mabet görevi Harun soyuna verilmiştir. Niye Hz. Meryem’in annesi hamileliğinde doğacak çocuğunu mabede adadı? Çünkü tıpkı Hz. Zekeriya gibi tıpkı Elizabeth gibi Harun neslinden geliyor. O nesilden gelenler mabet hizmetiyle yükümlüydü. İki kız kardeşten biri olan Elizabeth Harun soyundan ise diğer kız kardeş Hanne (Meryem’in annesi) de Harun soyundandır. Kur’andaki Harun’un kızkardeşi ifadesi, onun dindeki kardeşi ve onun soyundan olan demektir.
Dönelim kaldığımız yere: Yusuf Peygamber Mısır’a gelir ve Melik’ten sonraki ikinci adam olur. Yusuf döneminde İsrailoğulları çok rahat bir dönem yaşarlar. İsrailoğullarının bu dönemi Firavunlar hanedanı işbaşına geçinceye kadar devam eder. Firavunlarla birlikte yabancı düşmanlığı başlar ve İsrailoğulları işkence ve baskılara maruz kalırlar. İşleri hem ağırlaştırılır hem de artırılır. Erkek çocukları öldürülsün diye yasa çıkarılır. Bu arada doğmuş olan Musa’yı, ailesi bir süre saklar fakat tehlike artınca Musa’nın annesi vahiyle yönlendirilir. Musa nehre bırakılır. Nehirden sarayın cariyeleri tarafından çıkarılan Musa’nın sarayda kalması için firavun ikna edilir. Sarayda büyütülen Musa, firavunun halefi olarak yetiştirilir.
Çok iyi bir diplomat,  asker, devlet adamı, kendi kavminin ve çevre ülkelerin dillerini bilen biriydi Musa. Bir Mısırlı’yı kazara öldürmesi sebebiyle Mısır’dan kaçtı. Sina’yı geçip gitti. Medyen’de, Şuayb Peygamberin kızı Tsippora ile evlendi. Tevrat’a göre 40, Kur’an’a göre on yıl kaldı. Dönüşünde Sina dağının eteğinde ilahi vahye mazhar oldu. Sina Dağında –Taha suresinde geçen- ilk vahiy, hemen hemen aynen Tevrat’ın çıkış kitabı 3. Bab’da da yer alır: Tevrat’a göre sürüsünü otlatırken, Kur’an’a göre ailesiyle birlkte artık Medyen’den dönerken bir ateş görür. Ateş içinden bir ses ‘Musa Musa’ diye seslenir… Orada Musa ilahi vahiy alır. Ondan sonra firavunla mücadeleler başlar. Firavun’a gidip İsrail oğullarını bırakmasını istedi. Sonraki 40 yılı ise Sina yarımadasında geçti. Sina dağında ilahi vahiy olan Tevrat’ı alan Hz. Musa’ya hedef olarak Arz-ı Mev’ud gösterilir.
Sina Dağı, Mısır hudutları dahilinde, Sina Yarımadasındadır. Yarımadanın solunda Süveyş Körfezi, sağında Akabe Körfezi vardır. Musa ile Hızır, Mecmaul Bahreyn’de (iki denizin birleştiği yer) yani Süveyş ve Akabe körfezlerinin birleştiği yerde, Sina yarımadasının alt ucunda buluşurlar.
İsrailoğullarının hedefi Arz-ı Mev’ud idi ama İsrailoğulları savaşmak istemeyince o topraklar onlara kırk yıl yasaklanır ve tekrar Sina çölüne dönülür. Hz. Musa Kudüs’ü hiç göremedi. Musa önderliğinde 40 yıl Sina Yarımadasında dolaştılar. Bu arada çok çektirdiler Musa’ya. Çok istekleri oldu; gökten kudret helvası ve bıldırcın yağıyordu. Balık istediler, dua edildi ve balık geldi. Sonra yerin bitirdiğinden soğan sarımsak istediler. Hatta ‘Mısırda kabağımız, soğan sarımsağımız vardı’ diyenlere Tevrat’a göre ‘öyleyse Mısır’a dönün’ deniyor. Bir defasında, Tevrat’a göre kavminden bunalan Musa ‘bunları ben mi doğurdum suçum neydi ki başıma bu yükü verdin’ deyince helak edileceklerdi. Fakat Musa vaat edilen topraklara gidemediğimizi diğer kavimler duyar ve konuşur diyerek helak edilmemelerini istedi. Sonra Musa vefat etti. Halen vadedilmiş topraklara giremeyen İsrailoğulları, Musa’nın yardımcısı Yeşu önderliğinde vaat edilmiş topraklara girme mücadelesini yeniden başlattı. 200 yıl bu mücadele sürdü. Yeşu orada mücadele etti ve orada öldü. Beykoz’daki Hz. Yuşa, Hz. Musa’nın yardımcısı Yeşu olabilir diye bir rivayet var ancak bu gerçeği yansıtmamaktadır.
Kur’ani ifadeyle İsrailoğullarının ilk kralı Talüt’tur. Tevrat’ta ise Saul diye geçer. Filisti ordu komutanı Calutu, Davut öldürür. Davut, Golyat/Calut gibi devasa bir adamı öldürünce Davud’un ünü etrafı sarar. Kudüsü ilk defa Yebusiler’in elinden Davud alır. Kudüs’ü başkent yapar, kendine bir saray yapıp Ahit sandığını geçici olarak mekanına nakleder.
Davud’un şehri alışına kadar Kudüs Yebusiler’in elinde kalmıştı. Kudüs’ü krallığın merkezi yapan Davud, şehri güçlendirmiş ve mabed için gerekli hazırlıkları yapmışsa da Rabb izin vermemiştir. Davut Peygamber vefat ettikten sonra yerine oğlu Süleyman kral oldu. “Süleyman mabedi” diye de anılan Beytü-l Makdis ilk defa Hz. Süleyman tarafından, yedi yıllık bir inşadan sonra  M.Ö. 950’de tamamlandı.
Sonra taht mücadeleleriyle devlet ikiye bölündü. Filistin’in kuzeyi İsrail Krallığı, güneyi Yahuda Krallığı oldu.  12 kabileden 10’u kuzeyde, 2 si güneyde bulunuyordu. Kuzeydeki İsrail Krallığını Asurlular güneydeki Yahuda Krallığını da Babil Kralı Buhtunnasr/Nebukadnezzar yıktı. Kudüs’ü tarumar edip halkın bir kısmını sürdüler. Kur’an’da da İsra Suresi 4 ve 5. ayetlerde bu olaya telmih vardır. Yarım yüzyıllık bir esaretten sonra Yahudilerin bir kısmı tekrar Yahuda’ya döndüler. . Babil esaretinden sonra Kudüs Persler’e geçti ve Persler’in yardımıyla mabet ikinci defa yapıldı. M.Ö. 20’de Kral Herod tarafından genişletildi, mabedin etrafına ihata-kuşatma duvarı çevrildi. (İhata duvarının batı yakasındaki bir bölümüdür ağlama duvarı. Yıkılan mabetlerini düşünüp ağladıkları için orası ağlama duvarı adını almıştır.)
Sırasıyla; Babilliler’in, Persler’in, Makedonyalı Büyük İskender’in, Mısırlı Ptolemaioslar’ın, Grek Selefkiler’in idaresi altına giren Yahudiler uzun süre bağımsız olamadılar. Hatta Süleyman Mabedi’ne Yunan ilahlarının heykelleri kondu ve Yahudiler bunlara tapmaya zorlandılar. 167’de Makkabi isyanları çıktı ve böylelikle mabedi temizlediler.   142 de bağımsız oldular, M.Ö 63 yılında Roma Kudüs’e hakim oldu. 637 Ömer fethine kadar sürdü bu durum.
M.S. 70 ve 135’te Yahudiler Romalılara karşı ayaklandılar ve bu ayaklanmalar çok kanlı şekilde bastırıldı ve Yahudiler Filistin topraklarından sürüldüler. Bazı Yahudi zümreleri Hicaz’daki çeşitli şehirlere yerleştirildi. Medine’deki üç büyük Yahudi kolonisi; Beni Kaynuka, Beni Kurayza, Beni Nadir kabileleri, Romalılarca kovulan Yahudilerin oluşturdukları gruplardı. Roma putperestken Yahudiler Kudüs’e, o topraklara giremediler. 380 yılında resmen Hıristiyanlığı kabul eden Romalılar Yahudilere olan düşmanlıklarını bu sefer de İsa’yı çarmıha gerdikleri için devam ettirdiler
Hz. Ömer’in fethi ile Kudüs Müslüman toprağı oldu. Hz. Ömer Kudüs’e girdiğinde patrik Sofronyus, Kudüs’ün anahtarını teslim etti. Hz. Ömer Mescid-i Aksa’nın yerini göstermesini istediğinde vardıkları yer yıkıntı bir mekandı. Ömer oraya mescit inşa ettirdi. Bugün Ömer Mescidi diye anılan yerdir. Daha sonra Emeviler, Abbasiler, Memlüklüler, Fatımiler, Osmanlılar. 1517’de Yavuz’un doğu seferiyle Kudüs alındı ve Filistin Bölgesi kesintisiz 400 yıl Osmanlı hakimiyetinde kaldı.
İsra ve Miraç hadiseleri 620 yılında gerçekleştiğinde Kudüs’te Mescidi Aksa ve Kubbetü’s-Sahra denilen şimdiki anlamıyla bildiğimiz bir yapı yoktu. Böyle söylemek bizi dinden çıkarmaz. Mescid-i Aksa şimdi oradaki bir mescidin adı olmakla birlikte; tarihte Mescid-i Aksa, önemine ve kutsiyetine binaen şehrin adıydı. Mekke müşrikleri de orada bir mescit olmadığını biliyorlardı. Bu sebepledir ki Mirac’ın ertesi günü Hz. Peygamber’e, Kudüs’ün kaç kapısı var diye sordular. Çünkü onlar arasında kervanlarla o bölgeye gidenler vardı. Müslümanlar o dönemde gidip mescit yapmadıklarına göre miraç hadisesi vuku bulduğunda orada bugün bizim anladığımız haliyle bir mescid yoktu. Kubbetü’s-Sahra ve Mescid_i Aksa Emevi Halifesi Abdülmelik b. Mervan ve oğlu I. Velid tarafından 690, 705 yıllarında yaptırıldı.
I.Dünya savaşı sonrasında 1917’de Kudüs İngiliz mandasına geçti ve Yahudiler siyasi gerilla hareketleriyle 1948’e kadar Araplarla mücadele ettiler ve bu tarihte İsrail Devleti kuruldu ve terörist eylemlerde bulunanlar, kurulan İsrail Devletinde önemli görevlerde bulundular..  Roger Garody, Siyonizm dosyasında; ‘bir milletin topraklarını o millete hiç sormadan bir başka millete, vatan olarak verdiler’ der. 1948’de BM, Filistin topraklarını İsrail’e toptan verdi.
Yahudiler’in en büyük emeli Siyon tepesine, bugün bizim Harem-i Şerif dediğimiz yere Süleyman Mabedini, Kitab-ı Mukaddes’teki ölçülerine göre yeniden yapmaktır.  Bunu yapmak için iki engel var. Birincisi, Kubbetü’s-Sahra ve Mescid-i Aksa. Süleyman Mabedini Kitab-ı Mukaddes ölçülerine uygun yapmak için bu iki yapının ortadan kaldırılması gerekir. İkinci engel ise Mesih’tir. İsrailoğulları’nı diasporadan vaat edilmiş topraklarda toplayacak kişi Mesih’tir. Bazı Yahudi gruplar, 48’de İsrail Devleti’ni kuranları Mesih’in işine karıştılar diye meşru saymıyorlar. Onlar bugün Mesih’in gelmesini bekliyorlar ve Mabedi, beklenilen Mesih’in yapacağına inanıyorlar.
Hazırlayan: Dilek Karataş
{jcomments on}
Önceki Yazı

Yahudiliğin Tanrı İnancı

Sonraki Yazı

Hz. Hacer

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir