Prof. Dr. Cevdet KÜÇÜK
“Sultan II. Abdülhamid, Türk tarihinde bir döneme damgasını vuran, yaptığı işlerden dolayı hala tartışılan, kimilerinin “kızıl sultan” diyerek yerdiği, kimilerinin “ulu hakan” diyerek yücelttiği önemli bir isimdir. Abdülhamid’e “kızıl sultan” damgasını vuranlar aslında emperyalistlerdir. Çünkü Abdülhamid, emperyalistlerin bu topraklar üzerindeki oyunlarını bozan ve bu yüzden Batının pek sevmediği bir kişidir. Onu anlamak için, yetiştiği ortamı ve hükümdarlık döneminin iç ve dış olaylarınıın iyi analiz edilmesi gerekir.
Abdülhamid, çok küçük yaşta öksüz ve yetim kalmış, Veliaht olmadığı için saray çevrelerinden fazla itibar görmemiş ve bu yüzden içine kapalı biri olarak yetişmiştir. Maslak’taki çiftçiliğinde tarımla uğraşarak ve borsada para işleriyle ilgilenerek hayatı yakından tanıma imkanı bulmuştur. Galata Bankerlerinin bulunduğu ve yabancı ajanların yoğun olarak yaşadığı Pera(Beyoğlu), onun için bir nevi mektep olmuştur. Parasını çalıştırarak ve üretim yaparak oldukça zenginlemiş ve müsrif bir hayat yaşayan ağabeyi V. Murad’ın aksine para biriktirmiştir. Zekâsı ve politik kabiliyeti dolayısıyla amcası Sultan Abdülaziz, onun serbest bir ortamda yetişmesini sağlamış ve yurt dışı gezilerine onu da yanında götürmüştür.
Meşruti bir yönetim kurmak isteyen ve bu yüzden Abdülaziz ve V.Murad’ı tahttan indiren Midhat Paşa ve arkadaşları tarafından taht’a çıkarıldığı(31 Ağustos 1876) vakit, devlet en buhranlı günlerini yaşıyordu. Bosna-Hersek ve Bulgaristan isyanlarıyla, Sırbistan-Karadağ savaşı devam ediyordu. Bu isyanları destekleyen Rusya, “Şark Meselesini” halletmek için fırsat kollamaktaydı. Bulgarlar, bir gecede 7 bin Müslüman’ı katlettikleri halde, Avrupa’ya Bulgarların öldürüldüğü şeklinde duyurulmuştu. Dış borçların ödenmesi konusunda hükümetin 1875’te aldığı karar yüzünden Türklere karşı tavır alan Avrupa kamuoyu bu tür yalan haberlere hemen inanmakta ve çeşitli kentlerde Türkler aleyhine büyük mitingler düzenlenmekteydi. Malî sıkıntı hat safhaya ulaştığı ve yeni borç almak ta imkansızlaştığı için isyanlar bastırılamıyordu.
Büyük bir iyi niyetle görevine başlayan Abdülhamid, O zamana kadar görülmemiş jestlerle kısa zamanda halkın ve ordunun gönlünü kazandı. Anayasa hazırlanarak seçimler yapıldı ve parlamento açıldı. Böylece, meşruti hükümdarlığa, yani parlamenter monarşiye geçilmiş oldu(1876). Ülkede olumlu bir hava esmeye ve halkın morali düzelmeye başladı. Fakat, Rumeli meselesinin çözümü konusunda devletlerin önerdiği teklif kabul edilmeyince, Rusya Osmanlı Devletine savaş açtı. Plevne’de Gazi Osman Paşa’nın, Kars’ta Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın büyük kahramanlıkları, Rus ordularını durduramadı. Ruslar, Doğudan Erzurum’a ve Batıdan da Ayastefanos’a (Yeşilköy) kadar geldi. Tarihte “doksan üç felaketi” olarak anılan bu savaşta hiçbir Avrupa devleti Rusya’ya karşı Osmanlı Devletini desteklemek istemedi. Ancak, İngiliz Donanması, Ruslar Ayastefanos’a gelince kendi çıkarlarını korumak için Marmara Denizine demir attı.
Abdülhamid’in hiçbir dahlinin bulunmadığı olaylar, devleti yıkılma noktasına getirmişti. Rusya’nın ileri sürdüğü antlaşma hükümleri çok ağırdı. Ülke parlamenter sistemle yönetildiği için Padişah, antlaşma metninin mecliste görüşülmesini istedi. Meclis ise savaşın kaybedilmesine sebep olan suçluların cezalandırılmasını tartışıyordu. Sarayda yapılan toplantıda, Mebuslardan Astarcılar Kethüdası Ahmet Efendi, saygı kurallarını aşan ve padişahı suçlayan bir konuşma yaptı. Padişah, konuşmayı sabırla dinledikten sonra, savaşın kaybedilmesinden sorumlu görüldüğü taktirde en şiddetli cezaya razı olduğunu, ancak şu anda antlaşma hükümlerini konuşmak mecburiyetinde olduklarını hatırlattı. Ahmet Efendi aynı şekilde konuşmasını sürdürünce padişah, artık dedesi II.Mahmud’un yolunu izlemek zorunda kalacağını belirterek, tekrar monarşi rejimine döneceğinin işaretini verdi. Mebusan Meclisinin bu fevkalade dönemde faydadan çok zarar getirdiği kanaatiyle meclisi tatil etti ve ülke yönetimini eline aldı.
Ruslarla imzalanan Ayastefanos Antlaşması(3 Mart 1878) çok ağır hükümler içeriyordu. İngiltere’nin girişimiyle, anlaşmanın bazı hükümlerinin değiştirilmesi için Berlin’de milletlerarası bir kongre toplanması kararlaştırıldı. Rusya’yla gizlice anlaşan İngiltere, konferans’ta yardım vaadiyle Bâbıâli’den de bazı tavizler kopardı. Kıbrıs’ın yönetimini geçici olarak İngiltereye bırakan bir antlaşma imzalandı(4 Haziran 1878). Osmanlı diplomasisi, İngiltere’nin kongrede vaad ettiği destek uğruna Kıbrıs’ı feda etmişti. Abdülhamid ise Berlin Konferansının Osmanlı Devletini masa başında taksim etmek üzere toplandığına inanıyor ve hükümetin bir oldu bittiyle imzaladığı antlaşmayı tasdik etmemek için direniyordu. İngilizler, işi askerî tehdide kadar vardırdılar. Nihayet, Kıbrıs’ta Osmanlı Devletinin egemenlik haklarının devam ettiğini kabul eden yeni bir protokol imzalandıktan sonra, padişah antlaşmayı onayladı. Fakat Osmanlı Devleti konferansta layık olmadığı bir muameleyle karşılaştı. İngiltere vaad ettiği desteği vermedi. Ayrıca, Kıbrıs’ın İngiltere’ye bırakılmış olması, diğer devletlerin bu konudaki faaliyetlerini arttırdı. Berlin Antlaşması(13 temmuz 1878) ile, Rumeli’nin büyük kısmı Osmanlı İmparatorluğundan koparıldı. Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlıkları tanındı İngiltere’nin teşvikiyle Bosna-Hersek’in yönetimi Avusturya’ya bırakıldı. Osmanlı Devletine bağlı Bulgaristan Prensliği kuruldu. Makedonya, ıslahat yapılmak şartıyla Osmanlı yönetimine bırakıldı. Yunanistan’a ve İran’a da toprak verildi. Rusya’ya hem toprak, hem de ağır bir harp tazminatı ödenmesi kabul edildi.
Batılı güçler, tıpkı Rumeli’de olduğu gibi, Anadolu’yu da parçalamak için, antlaşmalara Ermenilerle ilgili maddeler koydurdular. Ayastefanos Antlaşmasının Ermenilerle ilgili 16. maddesi, biraz yumuşatılarak, Berlin Antlaşmasının 61. maddesinde yer aldı. Ayrıca Kıbrıs Antlaşmasının 2. maddesi de Ermeniler hakkında ıslahatı ön görmekteydi. Tarih boyunca başka devletlerin hakimiyeti altında yaşamış olan Ermeniler, Osmanlı yönetiminde en huzurlu dönemlerini yaşamış, önemli devlet hizmetlerinde bulunarak devletin en sadık topluluğu unvanını kazanmışlardı. Osmanlı Devletini parçalamak isteyen emperyalistler, Ermenileri kullanarak hedeflerine ulaşmaya çalıştılar. Bu devletlerce kurulan ve desteklenen Ermeni terör örgütleri, Anadolu’yu kana buladılar.
Abdülhamid, bütün gücüyle direnerek Anadolu’nun parçalanmasını ve bir Ermeni devletinin kurulmasını önledi. Aynı şekilde Filistin’e yerleşmek isteyen ve yüklü para teklifinde bulunan Yahudilerin isteklerini de geri çevirdi. Halife sıfatını da kullanarak başlattığı “İslâm Birliği” politikasıyla, Emperyalist devletlerin Müslüman tebaalarını bu devletlere karşı destekledi. Bu milletlerin emperyalizme karşı hürriyetçi duygularının gelişmesini sağladı. Mümkün olduğu kadar devleti çatışmadan uzak tuttu. Daima barışçı bir dış politikadan yana oldu. Devletler arasındaki çıkar çatışmalarından yararlanarak bir denge politikası yürütmeye çalıştı. Dış politikada karşılaşılan güçlüklerin aşılabilmesi için, iç politikada sıkı bir rejim uygulamak zorunda kaldı. Duyun-ı Umumiye’yi kurarak iç ve dış borçların ödenmesini bir sisteme bağladı. Bir taraftan da ülkenin kalkınmasını sağlamak amacıyla alt yapı yatırımlarına ağırlık verdi ve Tanzimat reformlarına devam etti. Bilhassa eğitim alanında önemli adımlar atıldı. Cumhuriyeti kuran kadrolar da bu dönemde açılan mekteplerden yetişti.”
Not: Programın özeti, deşifre üzerinden yapılmıştır.
Hazırlayan: Gülşah Karabulut