Niyet-2

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:
Riyazü’s-Salihin eskiden Osmanlı medreselerinde çok okutulan bir kitaptı. İmam Nevevi bu kitaba koymak üzere, altı hadis kitabından daha çok ahlaka dair hadisler seçmiştir.
Ebu Hüreyre Abdurrahman İbni Sahr (r.a.)’dan  rivayet edildiğine göre Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Allah Teala sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalblerinize bakar.”
Geçen derste en son bu hadis üzerinde konuşmuştuk. Hadisten çıkaracağımız ders kısaca şudur: Allah katında bir kimsenin değeri; onun tipiyle, kaşıyla, gözüyle, boyuyla, malıyla ölçülmez. İnsanın Allah katındaki değeri öncelikle kalbindeki niyet, samimiyet ve yaptığı eylemlerin kalitesiyle ölçülür.
Ebu Musa Abdullah İbni Kays el–Eş`ari (r.a.) şöyle dedi:
Rasulullah (S.A.V.)’e:
‘– Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? diye soruldu.
Rasulullah (S.A.V.) şu cevabı verdi:
– “Kim, İslamiyet daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır. ”

Peygamberimize birkaç tip insandan bahsediliyor ve bunlar üzerinden soru soruluyor. Soruya cevabı ise gayet net: ‘Kim Allah’ın adı yüce olsun diye savaşırsa, işte Allah yolunda olan odur.’
Savaşa giderken kişinin niyeti kahramanlık olmayacak. ‘Milletimizin ne kadar kahraman olduğunu dünyaya ispatlayacağım’ niyetiyle giderse demek ki o şehit sayılmıyor. Bu amaçla yapılan savaş, peygamberimizin ifadesine göre Allah yolunda bir savaş değildir ve sen o esnada öldürülürsen Allah yolunda öldürülmüş sayılmazsın, şehit sayılmazsın.
İbadetlerin başındaki niyet ne kadar önemliyse, savaşa giden askerin niyeti de o derece önemlidir.
Niyet kalpteki düşünceye bağlıdır. Biz başkası söz konusu olunca onu bilemeyeceğimiz için sadece amele bakar hüküm veririz. Bize düşen hüsnü zandır, güzel niyet beslemektir.
Ebu Bekre Nüfey` İbni Haris es–Sekafi (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu:
‘İki Müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir.’
Bunun üzerine ben:
‘Ya Rasulallah! Öldürenin durumu belli, ama ölen niçin cehennemdedir?’ diye sordum.
Resul–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Çünkü o, arkadaşını öldürmek istiyordu’ buyurdu.

Öldürülmüş olmasına rağmen onun da cehenneme gidiyor olması niyetinden dolayıdır. Çünkü o da arkadaşını öldürmek niyetiyle gelmişti. Diyelim ki; başka biriyle problem var ve filanca yerde buluşalım diyorlar. Burada kişilerin birbirlerini çağırırken niyetlerine bakmak gerekir. Eğer kişi, meseleyi çözmek niyetiyle geliyorsa ve bu esnada öldürülüyorsa problem yoktur hatta niyetinin güzelliği oranında hükmen şehit bile sayılabilir.
İkisi de silahlarını hazırlayarak olay yerine gelir ve ikisinin de aklından ‘fırsatını bulursam öldürürüm’  düşüncesi geçerse yapamasa da yapmış muamelesi görür. O zaman biz şöyle bir sonuç çıkarırız: Müslüman, herhangi bir olay karşısında önce niyetini düzgün tutmalı.  Eğer amaç meseleyi tatlıya bağlamak ise; kişi oraya gittiğinde zarar görse bile şehit sayılır. Ama karşı tarafa zarar vermek onu öldürmek niyetiyle olay yerine gidiyorsa velev ki beceremese zarar veren ve öldüren gibi muamele görür. Çünkü becerseydi öldürecekti. Demek ki; bizim eylemlerimize değer katan şey niyet ve düşüncelerimizdir.
Hz. Adem’in iki oğlu arasında geçen bir olay var: Kur’an-ı Kerim’deki kıssaya göre; Hz.Adem’in iki oğlu Allah’a kurban sunarlar. Onlardan birinin kurbanı kabul edilmez. Kabul edilen kardeş (Habil); ‘Allah ancak takva sahiplerinin kurbanını kabul eder’ diyerek adeta kurbanın kabul edilip edilmeme gerekçesini söyler. Çünkü Allah’a kurban sunarken büyük kardeşin seçimi, malındaki işe yaramayan kısımlarıyken küçük kardeş ise malının en güzel tarafını ayırmıştır. Büyük kardeş küçüğünü, kurbanın kabul edilmesi sebebiyle kıskanır ve onu öldürmek ister. Küçük kardeş bunun üzerine; ‘ beni öldürmek için bana el uzatsan bile, ben seni öldürmek için hamle yapmayacağım, el uzatmayacağım. Çünkü ben alemlerin Rabbi Allah’tan korkarım’’ der. Sonra büyük kardeş küçük kardeşi öldürür. Buna bağlı olarak Peygamberimiz; ‘yeryüzünde işlenen cinayetlerden Adem Peygamberin büyük oğluna bir pay günah yazılıyor. Diğer kardeş ise Allah’ın huzuruna şehit olarak gitti’ buyuruyor.
Birisi bize saldırırsa kendimizi savunmayacak mıyız? Elbette ki savunmalıyız, buna nefsi müdafaa denir. Hadis bunu anlatmıyor. Hadis niyet üzerine farkındalık oluşturuyor. Hadise göre; iki kişi bir araya gelirken niyetleri karşı tarafı öldürmek olursa, ölen de öldüren de cehennemdedir. Müslüman grupların birbirlerini öldürmek niyetiyle çıkardıkları savaş da aynı hükümdedir. Biz aramızdaki problemleri savaşarak değil konuşarak çözmeyi öğrenmeliyiz.
Yine ihlas, samimiyet ve niyetle alakalı olan bu hadisi Ebu Hüreyre rivayet etmiştir. Asıl adı Abdurrahman b. Sahr; kedileri çok sevdiği için kedi babası anlamında Ebu Hüreyre adıyla anılırmış. Arapçada; bir insan bir şeyle çok meşgul olduğunda o kişiye onun babası ünvanı verilir. Eğer lakap kişiyi rencide değil tanıtma amaçlı ise dinen bir problem yoktur, aşağılamaya yönelik ise günahtır. Hucurat Suresindeki; ‘birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayınız’ ihtarı bunu kapsar.
Hadise gelince; Ebu Hureyre diyor ki; ‘Rasulullah şöyle buyurdu: “Bir kimsenin câmide cemaatle kıldığı namaz, işyerinde ve evinde kıldığı namazdan yirmi küsur derece daha sevaptır. Şöyleki bir kişi güzelce abdest alır, sonra başka hiçbir maksatla değil, sadece namaz kılmak üzere câmiye gelirse, câmiye girinceye kadar attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir ve bir günahı bağışlanır. Câmiye girince de, namaz kılmak için orada durduğu sürece, tıpkı namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Biriniz namaz kıldığı yerden ayrılmadığı, kimseye eziyet etmediği ve abdestini bozmadığı müddetçe melekler:
Allahım! Ona merhamet et!
Allahım! Onu bağışla!
Allahım! Onun tövbesini kabul et! diye ona dua ederler.

Namazını camide cemaatle kılan bir erkek evde tek başına kılana göre yirmi yedi kat daha fazla alıyor. Bu hadis kadınları zorunlu tutmuyor. İsterse camide cemaatle de kılabilir. Efendimizin döneminde de kadınlar sabah namazı da dahil camiye cemaate gelmişlerdir. Peygamberimizin döneminde kadınlar bayram namazına da iştirak ediyorlardı. Namaz bittiğinde peygamberimiz erkeklere; ‘yerinizden kalkmayın’ der onları bir müddet bekletip hanımların dağılmasını sağlardı.
Beş vakit namazın cemaatle kılınması önemli bir sünnettir. Zira peygamberimiz ezanı duyduğu halde mazereti yokken cemaate katılmayan bir erkek için; ‘evlerini başlarına yıkasım geliyor’ diyerek ağır konuşuyor. O ev seni camiden uzaklaştırıyorsa, seni böylesi bir sevaptan mahrum ediyorsa ne işine yarayacak der gibi bir cümledir bu.
Hadis; ‘sizden biriniz, güzelce abdest alır sonra ancak namaz kılmak niyetiyle mescide gelirse attığı her adım onun bir derecesini yükseltir. Eğer tek gaye Allah’ın rızasıysa onun bir adımı günahını siler, diğer adımı da derecesini yükseltir’ diye devam ediyor. Bunu peygamberimiz özellikle evi camiye uzak olan sahabeye demiştir. Bir şeyin uzaklığı ve zahmeti arttıkça sevabı da artar. Bu faziletten istifade kimseye eziyet etmediği ve abdesti bozacak bir eylemde bulunmadığı sürece söz konusudur.
Demek ki namazdan sonra hala kılıyormuş gibi sevap makinesinin işlemesini istiyorsan; niyetin sadece Allah rızası olmasına ve gerek namaz öncesi gerek namaz sonrası için insanlara eziyet vermemeye dikkat edeceksin.
Yine bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Allah’ın yeryüzünde seyahat eden melekleri vardır. Onlar ilim ve zikir meclislerini araştırırlar. İçinde Allah’ın anıldığı bir meclis bulduklarında, onlarla beraber otururlar. Birbirlerini kanatları ile hazır olup dinlemeye teşvik ederler, birbirlerini çağırırlar. Nihayet kendileri ile gökyüzü arasındaki mesafeyi doldururlar. Ayrıldıkları, yükseldikleri ve semaya çıktıkları zaman; çok iyi bildiği halde, Aziz ve Celil olan Allah meleklere:
“Sizler nereden geldiniz?” diye sorar. Melekler:
“Biz yeryüzünde Senin bir takım kullarının yanından geldik ki onlar Seni tesbih, tekbir, tehlil ediyorlar, Sana hamd ediyorlar ve Senden istiyorlar.”
Allah o meclise katılan hatta yolu oradan geçerken o meclise uğrayan herkesi affeder. Çünkü bu gelişte O’nun rızası dışında başka bir beklenti yoktur.
Allah bütün bunları mutlaka bilir, görür ve hiç unutmaz. Hiç kimseye borçlu kalmaz. Eğer O’nun için bir şey yapıldıysa hiçbir ayrıntıyı atlamadan mutlaka karşılığını verecektir. O yüzden camiye giderken O’nun için atılan her adımın karşılığı vardır. Bu dünyadaki karşılığı kalp huzurudur.
Peygamberimiz döneminde bir kişi birkaç vakit namaza gelmediğinde hemen insanlar ‘acaba başına bir şey mi geldi’ diye telaşlanırlardı. Toplumun birbirinden bu kadar haberi vardı. Şimdi ise aynı apartmanda oturanlar birbirlerini tanımıyor. Allah korusun bir deprem olsa ya da önemli bir başka şey olsa birbirimizden haberimiz olmayacak. Fakat Efendimizin döneminde herkesin birbirinden haberi vardı. Birkaç vakit namazda görünmeyen adam ya çok hasta ya da başına bir şey geldi diye cemaatten insanlar ziyaretine gider, yardım etmeye çalışırlardı. Ben üniversite birinci sınıftayken annem hastaneye yatmış ve ben de hastaneye gidip gelirken camiye gidememiştim. O zamanlar yeni yeni namaz kıldırmaya başlamıştım. Cemaat beni görmeyince sebebini sordular ve öğrenince  hemen annemi ziyarete geldiler. O zaman annemin kana ihtiyacı vardı, böylece o ihtiyaç da giderilmiş oldu. O zaman anladım ki İslam hiçbir şeyi boşuna emretmemiş.

Ebü’l–Abbas Abdullah İbni Abbas İbni Abdülmuttalib (r.a.)’dan nakledildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurdu:
“Allah Teala iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı:
Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenab–ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenab–ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar.
Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenab–ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenab–ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar. ”

Bu hadisi şeriften; iyiliklere bire on (belki daha fazla) karşılık verirken kötülüklere bire bir karşılık veren Allah Teala’nın ne kadar merhametli olduğunu görüyoruz.
İyilik yapmadığımız her geçen vakit bizim için bir kayıptır. Allah her bir vakti gereği gibi değerlendirebilmeyi nasip etsin.

Hazırlayan: Gülsüm TOPAL
{jcomments on}

Önceki Yazı

Küresel Sistemde İnsan Kalmak

Sonraki Yazı

Niyet-1

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir