Niyet-1

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:
Müslümanın yaptığı eylemlerin bir işe yarayabilmesi için niyetinin düzgün olması gerekir.
Bir insan ne kadar ibadet ederse etsin, Allah için yapmıyorsa o işten ahirete dair bir sonuç alamaz.
Bizim buraya gelmemiz bir eylemdir. Karşılığını nasıl alırız?
Eğer bizi buraya Allah için bir şey yapma niyeti getiriyorsa o zaman bize burada bulunduğumuz her anın sevabı verilir. Diyelim ki; sohbet iptal olsaydı ve boşuna geldik ifadesi kullansaydık geçmiş olsun. Demek ki buraya sohbet dinlemek için gelmişiz. Allah için geldiysek sohbet olmasa bile sevap kazanmış oluruz.
Konuya Peygamberimizin niyet ile ilgili birinci hadisiyle başlayalım:
Bu hadisi Hz. Ömer rivayet etmiştir. Peygamberimize iman eden kırkıncı Müslümandır, cennetle müjdelenen sahabelerdendir, ikinci halife olarak bilinir. Hz. Peygamber kendisi hakkında; ‘şeytan Ömer’i yolda görse yolunu değiştirir’ dediği bir sahabe. Adalet deyince ilk akla gelen insan. ‘Mü’minler arasında ihtiyacı olan var mı?’ diyerek geceleri sokak sokak gezecek kadar dikkatli bir emir. ‘Benim ülkemde misafirin başına bir sıkıntı gelirse Allah hesabını benden sorar’ diyerek geceleyin Medine’ye gelen kervanın başında bekleyen bir emir. Mehmet Akif Ersoy Hz. Ömer’i; “Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu, Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer’den onu” diyerek ne güzel anlatır.
Mü’minlerin emîri Ebû Hafs Ömer ibni Hattâb (r.a.), Resûlullah (S.A.V.)’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”
Peygamberimizi bu hadisi söylemeye sevk eden olayı da zikredelim. Mekke’den Medine’ye hicret, Müslümanların çektikleri sıkıntı sebebiyleydi. Fakat bu sıkıntı ne sıcaklık ne de hayat standartlarıydı. Sebep; sırf Müslüman olmaları, dinlerini yaşayamamalarıydı. Böylesi şartlardan dolayı bulundukları mekanı Allah için terk ettiler. Hicretin gerçekleştiği sırada bir kişinin Mekke’de sevdiği bir kadın varmış. Kadın Müslümanmış ve o kadın kişiye Medine’ye göç edeceğini, istiyorsa peşinden onun da Medine’ye gelmesi gerektiğini söylemiş. Bunun üzerine o kişi de, o kadının (Ümmül Kays) peşinden Medine’ye göçmüş. O yüzden herkes arasında ‘Ümmül Kays için hicret etti’ söylentisi yayılmış ve adamın adı ‘muhacirü ümmül kays’ olarak kalmış.
Demek ki yaptığımız eylemlerin karşılığında sevap kazanabilmemiz için, ‘bunu kimin için yapıyorum’ diye düşünmemiz lazım. Örneğin kişi; cumaya gidiyor fakat hoca beş dakika uzatıyor ve o da bir daha bu camiye gelmeyeceğim diyorsa; öte yandan bir futbol maçına gittiğinde uzatmalarda bir daha bu stadyuma gelmeyeceğim demiyor da çok zevkli bir maç izliyoruz diye bayram ediyorsa, bir problem var demektir. 
Biz nefsimizi zorlayacağız. Peygamberimiz; “kıyamet gününde bir çok insan sıkıntı yaşarken Allah için bir araya gelip, Allah için buluşan ve Allah için ayrılan insanlar arş-ı alanın gölgesinde gölgeleneceklerdir” buyuruyor.
Mü’minlerin annesi Ümmü Abdullah Âişe (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
“Bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batacaktır.”
Hz. Âişe der ki, bunun üzerine ben,
“Yâ Resûlallah, onların arasında ticaret için yola çıkanlar ve kötü niyetli olmayanlar varken; niçin hepsi birden yere batacaktır?” diye sordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir” buyurdu.

Hz. Aişe demek istiyor ki; askere neyi emredersen onu yapar. Onların içinde niyeti Kabe’yi yıkmak olmayanların da durumu aynı mıdır? Efendimiz de; ‘onlar da yerin dibine batacaktır. Eğer niyetleri kötü değilse hesapları ona göre olacaktır’ der.
‘Ebrehe’nin Kabe’ye saldırması’ olayını biliyoruz. Fakat Efendimiz bu hadisi o olaydan sonra söylemiştir. Tarihte Karmati’ler denen bir grup Kabe’ye baskın yapıp Müslümanları kılıçtan geçirmişler, Hacerül Esved’i çalıp kendi memleketlerine götürmüşler ve 10 sene sonra teslim etmişlerdir.
Yine bu son zamanlarda çok konuşulan IŞİD olayları. İçlerinden bazılarının Kabe’yi yıkacaklarına dair açıklamaları aklıma geldi. Hadiste Efendimizin haber verdiği o olayı görür müyüz görmez miyiz bilmiyorum ama Allah’ın Peygamberi söylediyse olacaktır.
Belli ki niyeti kötü olan bu ordunun içinde iyi niyetli insanlar da var. Ve Efendimizin buyurduğuna göre; bir bela geldiğinde iyi-kötü herkesi götürür. Ama ahirette hesabı kolaylaşır. O kişilerle aynı safta olmazsa kendi niyetine göre yargılanır.
Hz. Aişe annemiz birgün Efendimize soruyor: ‘bir toplumda kötüler ve iyiler varken Allah kötüler sebebiyle o toplumu cezalandırır mı?’ Efendimiz; ‘cezalandırır’ deyince Hz. Aişe; ‘peki iyilerin suçu ne diyor. Efendimiz de; ‘onlar zamanında kötülük yapanların kötülüklerine engel olmadıkları için’ der. Yine hadisin devamında; ‘iyiler kötülerle birlikte değil ayrı hesaba çekilirler’ der. Bu hadisten çıkaracağımız sonuç; dünyada başını beladan kurtarmak istiyorsan kötülerle fazla takılma! Bana bir şey olmaz, ben etkilenmem diyene Peygamberimiz; ‘güzel koku satan dükkana girdiğinde bir şeye dokunmasan bile üzerine güzel kokular siner. Ahır ya da is kokan bir yere girdiğinde ise yine hiçbir yere dokunmasan da oranın kokusu üzerine siner’ der. Kötü arkadaş da buna benzer. Bana bir şey olmaz, ben onunla vakit geçiriyorum, onun yaptığını yapmıyorum diyebilirsin. Hiçbir şey yapmasan da bir süre sonra günaha karşı normalleşme başlar ve sen de ‘ne var canım’ demeye başlarsın. Allah göstermesin, bir bela bir musibet geldiğinde de onlarla beraber kim vurduya gidebilirsin.
Bir önceki hadis, niyetimizin temiz olması gerektiğini söyledi. Bu hadise göre de niyetimizin temiz olması yetmiyor. Kötü niyetli insanların arasında bulunduğun sürece başına bir bela gelebilir, dikkatli olun demek istiyor.
Hadislerden çıkaracağımız önemli iki sonuç:
1.    Her işin başlangıcında bizim niyetimiz Allah için olmalı.
2.    Niyetimiz Allah için olduğu gibi yanımızdaki insanları da Allah rızası için davranan kişilerden seçmeli.
Cennetle müjdelenen on sahabeden biri olan Ebu İshak Sa`d İbni Ebu Vakkas (r.a) şöyle dedi:
Veda Haccı yılında (Mekke’de) yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Rasulullah (S.A.V) ziyaretime geldi. Ona:
– Ya Rasulallah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı? diye sordum.
Hz. Peygamber: ‘Hayır!’ dedi. Yarısını dağıtayım mı? dedim. Yine: ‘Hayır!’ dedi. Ya üçte birine ne buyurursun, ya Rasulallah? diye sordum. ‘Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açmaktan hayırlıdır. Allah rızasını düşünerek yaptığın harcamalara hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükafatını alacaksın’ buyurdu.
Sa`d İbni Ebu Vakkas sözüne devamla dedi ki:
– Ya Rasulallah! Arkadaşlarım gidip de ben kalacak mıyım? (burada ölecek miyim?) diye sordum. “Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızâsı için güzel işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar (mü’minler) senden fayda, kimileri de (kafirler) zarar görecektir.
Allahım! Ashâbımın (Mekke’den Medine’ye) hicretini tamamla! Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa`d İbni Havle’dir” buyurdu.

Bu sözleriyle Rasulullah (S.A.V), Sa`d İbni Havle’nin Mekke’de ölmesine üzüldüğünü ifade etti.

Sa’d bin Ebi-Vakkas (r.a) ağır hasta ve büyük ihtimalle öleceğini düşünüyor. Bundan dolayı da mirasçı olarak vazifesini yapmak istiyor. Fakat malının tamamını çok olduğu için kızına bırakmak istemiyor. Kızına üçte birini bırakmayı, geri kalanını fakirlere dağıtmayı Efendimize teklif ediyor. Biz olsak böyle bir teklif karşısında; süper bir şey, hayırsever adam, örnek alınmalı deriz. Ama Efendimiz öyle demiyor. Yarısına da olmaz diyor. Ancak üçte birine razı oluyor. Fakire verince sevabı çok, kızına verince sevap kazanmayacakmış gibi bir düşünce var. İşte Peygamberimiz bunu düzeltiyor ve yaptığın her iyiliğin karşılığını alacaksın diyor.
Bu hadiste aileye özellikle vurgu var. Çünkü bizim en çok eksik olduğumuz nokta burasıdır. İnsanlar çoğu zaman dışarıda gösterdiği itinayı, nezaketi aile içinde koruyamıyor. Orada koruyabilmek, Allah rızası için bir şeyler yapabildiğimizi gösterir.
Peygamberimiz; ‘iyilik yapacaksanız eğer aile bireylerinden başlayın’ der. Önce aile bireylerine iyilik yapmak kişinin nefsinin olgunlaştığını gösterir. Çoğu zaman insanlar dışarıda melek gibidir, İçeride despottur. Camide melek gibidir, eve gelince kaba saba bir Müslüman olur. Çünkü camide onu gören çok olduğu için orada kibar. Evde gören olmadığı için birden kabalaşır. Peygamberimiz buyuruyor ki; ‘iyilik yapmaya ev halkından başlayacaksın. Çünkü kıyamet günü en çok hesaplaşmayı ev halkıyla yapacağız’.

Ahlakın tanımında geçen; ‘tasarlamadan yapılan eylemdir’ ifadesi önemlidir. Başlangıç aşamasında zorlayarak, tasarlayarak iyilik yaparız fakat bir süre sonra artık meleke haline gelmesi gerekir ki ahlak oluşsun. Bu kıvama gelene kadar gayret göstermeliyiz. En büyük etken ise aile bireyleridir.
Biz zannediyoruz ki; sevap kazanmak zekatla, oruçla, namazla, hacca umreye gitmekle bitiyor. Belki kıldığımız namazlar kurtarmayacak bizi. Annemize yorgunluk halinde yaptığımız bir iyilik bizi kurtaracak. Belki kardeşimize yapacağımız bir iyilik veya ona bir sebepten dolayı sabretmemiz bizi cennete koyacak. Belki de annemize söylediğimiz kötü bir söz bizim cehenneme girmemize sebep olacak. 30 sene anlatılan ders belki işe yaramayacak da okulun hizmetlisine verdiğimiz selam bizi kurtaracak. Bir hasta ziyaretinde verdiğimiz beş dakikalık moral, annemizin isteğiyle sofradan birkaç tabak toplamak, yıkamak bizi kurtaracak.

Soru: Sıla-i Rahimden kasıt anne-baba mı, akraba mı?
Cevap: anne-baba ayrı, sıla-i rahim grubu ayrı. Öncelik her durumda anne-babaya. Kur’an’a bakınca ne kadar önemli olduğunu görebiliriz. Lokman suresi 14.ayette Allah hakkından hemen sonra anne-baba hakkının geçmesi çok manidardır. İsra suresi 23.ayete bakıyoruz. Orada da öyledir. O’ndan başkasına kulluk yapmayacaksınız. Anne-babaya iyi davranacaksınız. Bu şu anlamda zor. Kendi nefsimden örnek vereyim: Şurada vakit ayırmam benim için daha kolaydır. Çünkü burada bir hoca pozisyonundayım ve tabiri caizse birilerinin gözü önündeyim. Ama ev halkı seni biliyor ve hoca olarak görmüyor. Birinin abisi, diğerinin eşi. Onlara vakit ayırmak nefse ağır geliyor. Peygamber Efendimize bakıyoruz; bir kişi de olsa bin kişi de olsa, evde de olsa mescide de olsa aynı, onun için fark etmiyor. Bu, zamanla olacak bir şey ama bunun için nefsimizi zorlamamız lazım.

Ebu Hüreyre Abdurrahman İbni Sahr (r.a.)’dan  rivayet edildiğine göre Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Allah Teala sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalblerinize bakar.”
Allah’ın değerlendirme kriterlerine göre, insanın güzel, yakışıklı ya da kıyafetinin düzgün olmasından ziyade kişinin kalpten geçen düşünceleri önemlidir. Bu bilinci unutmadan yaşamak lazım.

Son cümle: bu düşüncelere sahip olan, kendini bu şekilde formatlayan bir kimse dünyada da ahirette de asla zarar etmez.

Allah bir kulu sevdiği zaman meleklere dermiş: ben falanca kulumu seviyorum, siz de sevin diye ve o sevgi melekler aleminden yeryüzüne yayılırmış. Sevmeyince de meleklerine sevmeyin dermiş ve o nefret yeryüzüne yayılırmış.
Derdimiz; geçici ve kısa ömrümüzde bütün işlerimizi Allahın rızasını gözeterek yapmaktır. Allah muvaffak eylesin.

Hazırlayan: Gülsüm TOPAL
{jcomments on}
Önceki Yazı

Niyet-2

Sonraki Yazı

Kadına Yönelik Şiddette Kanaat Önderleri Çalıştayı

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir