Kötülük Üzerine Konuşmalar seri programının 5. haftasında konumuz “Kötülük ve Sinema” idi ve Tuba Deniz ile beraberdik.
Deniz önce 20. Yüzyılın başından günümüze Dünya Sinemasının dönüşümünü ve bu dönüşümde kötülük kavramının etkisini anlattı. Lisbon Depremi, Birinci Dünya Savaşı ve özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın insanların zihnindeki kötülük algısına etkisini ve etkinin de sinemaya yansıması üzerinde durdu. Hannah Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramına değindi ve Arendt’in Avrupa’da savaş sonrası kötülük sorununun entelektüel yaşamın temel meselesi olacağını söylediğini hatırlattı. İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan toplu katliamların, toplama kamplarının hala nasıl beyazperdede karşılık bulduğunu “The Zone of Interest” filmi üzerinden örnekledi.
Deniz 1900’lerden sonra hem sanatın hem de sinemanın itici gücünün büyük oranda kötülük meselesi olduğunu dünya sinemasından örnekler vererek anlattı. Rusya’dan Tarkovski’ye, Japonya’da Kurosava’ya, İran’dan Kiyarüstemi’ye, Hindistan’dan Satyajit Ray’e değindi.
Türk Sineması’nda ise ilk dönemde Erol Taş’ın, Hulusi Kentmen’in oynadığı kötü karakterleri hatırlatarak ve bu karakterlerin film sonunda hep ıslah olmak zorunda olduğuna dikkat çekerek bunların ontolojik kötülüğe örnek olmadığını söyledi. 60’lı yıllarda yaşanan göç hareketlerinin sinemaya etkisi, erotik film furyası, 80’lerde sinema sektörünün adeta durma noktasına gelmesi gibi noktalara değinerek Türk Sineması dönüşümünü anlattı.
Deniz, 90’ların başına gelindiğinde ise Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem gibi yönetmenlerin filmlerinin Rus Edebiyatı’ndan etkilenmeye başladığını ve daha ontolojik bir kötülüğün ortaya çıktığını söyledi. Karamsarlığın, kasvetin, çürümüşlüğün sinemaya hakim olduğunu anlattı. Emin Alper ve Özcan Alper gibi yönetmenlerin ise politik eleştirel tutumlarına dikkat çekti.
Deniz ayrıca Türk Sinemasında birçok eseri olan Ayşe Şasa’nın da oldukça önemsenmesi gereken bir konumda olduğunu hatırlattı.