Gazeteci-Yazar Cengiz ÇANDAR
11 Mayıs 2002
“Ortadoğu sorunu adeta bir umman gibi çok karmaşık, çok fazla boyutu olan bir sorundur.Vakainüvis bir anlatımla konuyu ele aldığınız vakit hayır-şer dikotomisini değer unsurları olarak konuşmaya yüklerseniz Filistinliler hayrı İsrailliler ise şerri ifade edecektir.
Hayırla şerrin lineer mücadelesini ister 1948’den, ister 1917’deki deklerasyondan başlatın, işi ister engizisyona, ister Kitab-ı Mukaddes’e, ister Arz-ı Mev’ud’a götürün, ister 1967’ye hatta 1993-1994 Oslo barış sürecine gelin oradan devam edin yine kaçınılmaz olarak iyi Filistinliler, kötü İsrailliler gibi bir yol çizersiniz.
Ayrıca İsrail’in Müslüman Arap denizinin ortasında bir güç olarak 6 milyon nüfusla var olması mantık dışı olduğu için daha büyük bir güç merkezine, varmanız gerekir ki o da ABD’dir. Paradigma tam o zaman yerine oturur.
Ayrıca İsrail’in Müslüman Arap denizinin ortasında bir güç olarak 6 milyon nüfusla var olması mantık dışı olduğu için daha büyük bir güç merkezine, varmanız gerekir ki o da ABD’dir. Paradigma tam o zaman yerine oturur.
Bu sorun tarihin işleyişi içerisinde ortaya çıkmış arka planı olan bir sorundur. Sadece iyi-kötü ikileminden hareket ederek değerlendirme yaparsak büyük bir düşünce tembelliği yapmış oluruz ve “yaşasın Filistin halkı, kahrolsun İsrail” noktasında işi bitiririz.
Bütün kimliklerden sıyrılarak sorunu anlamak gerektiğinde, bu işin parametrelerini bulup çıkarmamız gerekir. Bunlar; Yahudilik, onun tarihi tecrübeleri, Filistin topraklarında oluşturulmaya çalışılan İsrail ülkesi, Kitab-ı Mukaddes gibi kaçamayacağımız noktalardır.
Biri M.Ö. Babilliler zamanında diğeri M.S. Roma İmparatoru Titus zamanında olmak üzere iki defa topraklarından sürülen Yahudiler, dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bir dinin mensuplarıdır. Fakat her gün; “gelecek yıl Kudüs’te” diye biten dualar yapan Yahudilerin kültüründe –dininde demiyorum- Filistin toprakları hep var olagelmiştir. Bu akidenin kuvveden fiile geçmesi de Avrupa milliyetçiliğinin ürünü olarak 19.y.y. ikinci yarısında gerçekleştirilmiştir.
1960’lı yıllarda üniversite öğrencisiyken ben ve benim gibi insanlar için Siyonizm öfke vesilesiydi. Daha sonraki yıllarda olaya akademik perspektiften bakmaya başladığım zaman Siyonizmin Yahudi milliyetçiliğinin adı olduğunu gördüm ve anladım ki İsrail, bir dinin milli kimlik haline gelmesi hadisesi, Siyonizm ise onun ideolojisidir.
Siyonizm ideolojisi, İsrailliler, Babil’den, Roma’dan ve İspanya’dan sürüldükleri zaman neden ortaya çıkmadı?
Çünkü; Milliyetçilik, 19.y.y’ın ikinci yarısında Sanayi Devrimi’yle birlikte dönüşen toplumlarda ortaya çıkmıştır. Bu hareket, Yahudilerin de bir milli devleti olması gerektiğine ilişkin milliyetçi ideolojiyi beraberinde getirmiş ve 1898’de ilk kongre yapılmış Dünya Siyonist Hareketi diye bir şey oluşturulmaya çalışılmıştır.
Bütün kimliklerden sıyrılarak sorunu anlamak gerektiğinde, bu işin parametrelerini bulup çıkarmamız gerekir. Bunlar; Yahudilik, onun tarihi tecrübeleri, Filistin topraklarında oluşturulmaya çalışılan İsrail ülkesi, Kitab-ı Mukaddes gibi kaçamayacağımız noktalardır.
Biri M.Ö. Babilliler zamanında diğeri M.S. Roma İmparatoru Titus zamanında olmak üzere iki defa topraklarından sürülen Yahudiler, dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bir dinin mensuplarıdır. Fakat her gün; “gelecek yıl Kudüs’te” diye biten dualar yapan Yahudilerin kültüründe –dininde demiyorum- Filistin toprakları hep var olagelmiştir. Bu akidenin kuvveden fiile geçmesi de Avrupa milliyetçiliğinin ürünü olarak 19.y.y. ikinci yarısında gerçekleştirilmiştir.
1960’lı yıllarda üniversite öğrencisiyken ben ve benim gibi insanlar için Siyonizm öfke vesilesiydi. Daha sonraki yıllarda olaya akademik perspektiften bakmaya başladığım zaman Siyonizmin Yahudi milliyetçiliğinin adı olduğunu gördüm ve anladım ki İsrail, bir dinin milli kimlik haline gelmesi hadisesi, Siyonizm ise onun ideolojisidir.
Siyonizm ideolojisi, İsrailliler, Babil’den, Roma’dan ve İspanya’dan sürüldükleri zaman neden ortaya çıkmadı?
Çünkü; Milliyetçilik, 19.y.y’ın ikinci yarısında Sanayi Devrimi’yle birlikte dönüşen toplumlarda ortaya çıkmıştır. Bu hareket, Yahudilerin de bir milli devleti olması gerektiğine ilişkin milliyetçi ideolojiyi beraberinde getirmiş ve 1898’de ilk kongre yapılmış Dünya Siyonist Hareketi diye bir şey oluşturulmaya çalışılmıştır.
Dünyanın muhtelif yerlerinde yaşayan Yahudilere Filistin’in, kökleri orada olduğu ve kutsal kitaplarında adı geçtiği için uygun vatan olduğuna karar verilmiştir. Bu sebeple Abdülhamit’e, Filistin’e karşılık Osmanlı’nın borçlarının silinmesi teklif edilmiştir fakat Abdülhamit kabul etmemiştir. O yüzden Arap dünyasında herkes onu, “Filistin’de Yahudi devleti kurulması ihtimaline direnmiş sultan” diye tanır.
Abdülhamit’in reddetmesiyle bu proje askıya alındı ve Filistin topraklarında uygulanabilmesi, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı devletinin yenik güçler arasında yer alması ve Arap topraklarının elden çıkmasıyla mümkün hale geldi.
Filistin topraklarının İngilizler’in hissesine düşmesiyle İngilizler 1917’de Filistin’i Yahudi göçüne açtılar. Göç edenlerin çoğu Rusya, Polonya v.s. kökenlidir. (Simon Perez, Menahem Begin…) Yaşadıkları ülkelerde baskı altında ve kötü koşullarda oldukları için göç çok çabuk oldu.
Önceden kurgulanmış bir proje olamaz mı? Katolik ve Ortodokslarda -inançlarında Yahudilerin Hz. İsa’ya ihaneti sebebiyle- kuvvetli bir anti Yahudi propagandası vardır. Fakat Protestanlar olaya farklı yaklaşıyorlar. Siyasetlerinde Protestan kültürün etkisi olan Anglo-Saksonlar Yahudi göçüne kol kanat geriyorlar. Bu açıdan baktığımızda II. Dünya Savaşı’ndan bugüne İsrail’in asıl destekçisinin ABD olduğunu ve İsrail’in arkasındaki Batı desteğinin kültürel arka planını belli bir tarih dilimi içinde anlamış oluruz.
İngiliz kanatları altında gelişen Yahudi göçü, uluslararası meşruiyete “Holocauste” sayesinde ulaştı ve İsrail devletinin ahlaki, manevi, psikolojik ortamı sağlanmış oldu. Faturasını ise bu işte hiç bir günahı olmayan Filistin halkı ödedi; muazzam bir adaletsizlik!.
Amerika ve halkı, Araplarla İsrail’i mukayese ettiğinde İsrail’i ve yönetim şeklini kendilerine daha yakın buluyorlar. 100 küsur milyon Arap içinde 6 milyon Yahudinin kalmış olması da kuvvetli bir İsrail yanlısı olmalarına gerekçe teşkil ediyor. Tabiidir ki dünyadaki süper devletin kamuoyunun desteğiyle böyle bir tavrı sürdürmesi Filistin meselesi açısından ciddi zorluklar arz ediyor.
Abdülhamit’in reddetmesiyle bu proje askıya alındı ve Filistin topraklarında uygulanabilmesi, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı devletinin yenik güçler arasında yer alması ve Arap topraklarının elden çıkmasıyla mümkün hale geldi.
Filistin topraklarının İngilizler’in hissesine düşmesiyle İngilizler 1917’de Filistin’i Yahudi göçüne açtılar. Göç edenlerin çoğu Rusya, Polonya v.s. kökenlidir. (Simon Perez, Menahem Begin…) Yaşadıkları ülkelerde baskı altında ve kötü koşullarda oldukları için göç çok çabuk oldu.
Önceden kurgulanmış bir proje olamaz mı? Katolik ve Ortodokslarda -inançlarında Yahudilerin Hz. İsa’ya ihaneti sebebiyle- kuvvetli bir anti Yahudi propagandası vardır. Fakat Protestanlar olaya farklı yaklaşıyorlar. Siyasetlerinde Protestan kültürün etkisi olan Anglo-Saksonlar Yahudi göçüne kol kanat geriyorlar. Bu açıdan baktığımızda II. Dünya Savaşı’ndan bugüne İsrail’in asıl destekçisinin ABD olduğunu ve İsrail’in arkasındaki Batı desteğinin kültürel arka planını belli bir tarih dilimi içinde anlamış oluruz.
İngiliz kanatları altında gelişen Yahudi göçü, uluslararası meşruiyete “Holocauste” sayesinde ulaştı ve İsrail devletinin ahlaki, manevi, psikolojik ortamı sağlanmış oldu. Faturasını ise bu işte hiç bir günahı olmayan Filistin halkı ödedi; muazzam bir adaletsizlik!.
Amerika ve halkı, Araplarla İsrail’i mukayese ettiğinde İsrail’i ve yönetim şeklini kendilerine daha yakın buluyorlar. 100 küsur milyon Arap içinde 6 milyon Yahudinin kalmış olması da kuvvetli bir İsrail yanlısı olmalarına gerekçe teşkil ediyor. Tabiidir ki dünyadaki süper devletin kamuoyunun desteğiyle böyle bir tavrı sürdürmesi Filistin meselesi açısından ciddi zorluklar arz ediyor.
Ortadoğu’yla aynı coğrafi bütünlüğü ve sürekli etkileşimi göz önünde bulundurursak Avrupa’nın durumu Amerika’dan daha farklıdır. Ortadoğu ve Arap dünyasıyla çok yoğun iktisadi ilişkiler içerisinde bulunan AB coğrafyasında 17 milyon Müslüman yaşıyor. Başka önemli faktör de AB’nin Ortadoğu petrolüne bağımlılığıdır. Bu faktörler Avrupa’nın ibreyi Ortadoğu’daki hakim taraf olan Filistinliler ve Araplara çevirmesine sebep oluyor.
Arap dünyasının tutumuna gelince; kısa süre önce yaşanan gelişmelerle küreselleşmeden nasibini alan Araplar, Filistin’de yaşananları yakından izleme fırsatı elde ettiler. Filistin halkının mücadelesi ekranlar vasıtasıyla herkesin günlük hayatına girdi ve müthiş bir birikim oluştu. İşte bu ve benzeri birikimlerin bir türevi de gitti 11 Eylül’de ikiz kulelere çarptı. Filistin halkının gözünde Arafat’ın başka bir alternatifi var mıdır?
Kudüs’te bakanlık yapmış ve aynı zamanda I.İntifada’ nın da lideri olan Ebu Ammar’a: “Arafat sence hata yaptı mı?” diye sordum. O da: “O bu halkın lideri, simgesi. Bu vasıflar şu veya bu hatadan dolayı değişmez, arabana bin, aklına esen bir yere git rastladığın herkesten aynı şeyi dinleyeceksin: ‘Biz işgal altında kahır içinde yaşayan bir halkız. Bu adam da bizim davamız uğruna bütün ömrünü suikast girişimleri altında oradan oraya sürülerek, kovularak geçiren bir adamdır’ derler.”
Filistin halkı yaşam koşulları itibariyle, paramparça bir halk. Bu halkı bir kimlik etrafında birleştiren Arafat’ın kendisidir. O yüzden de sürekli belanın içinde yaşıyor.
Filistin’in dağılmasını menfaatlerine uygun görenler Arafat’ı neden öldürmüyorlar, acaba İsrail dünyanın tepkisinden mi korkuyor, yoksa Arafat onlar için olması gereken bir unsur mu?
Arap dünyasının tutumuna gelince; kısa süre önce yaşanan gelişmelerle küreselleşmeden nasibini alan Araplar, Filistin’de yaşananları yakından izleme fırsatı elde ettiler. Filistin halkının mücadelesi ekranlar vasıtasıyla herkesin günlük hayatına girdi ve müthiş bir birikim oluştu. İşte bu ve benzeri birikimlerin bir türevi de gitti 11 Eylül’de ikiz kulelere çarptı. Filistin halkının gözünde Arafat’ın başka bir alternatifi var mıdır?
Kudüs’te bakanlık yapmış ve aynı zamanda I.İntifada’ nın da lideri olan Ebu Ammar’a: “Arafat sence hata yaptı mı?” diye sordum. O da: “O bu halkın lideri, simgesi. Bu vasıflar şu veya bu hatadan dolayı değişmez, arabana bin, aklına esen bir yere git rastladığın herkesten aynı şeyi dinleyeceksin: ‘Biz işgal altında kahır içinde yaşayan bir halkız. Bu adam da bizim davamız uğruna bütün ömrünü suikast girişimleri altında oradan oraya sürülerek, kovularak geçiren bir adamdır’ derler.”
Filistin halkı yaşam koşulları itibariyle, paramparça bir halk. Bu halkı bir kimlik etrafında birleştiren Arafat’ın kendisidir. O yüzden de sürekli belanın içinde yaşıyor.
Filistin’in dağılmasını menfaatlerine uygun görenler Arafat’ı neden öldürmüyorlar, acaba İsrail dünyanın tepkisinden mi korkuyor, yoksa Arafat onlar için olması gereken bir unsur mu?
Arafat kadar suikaste uğrayan çok az insan vardır. Birkaç kez -Allah’ın inayeti diyelim- inanılmaz tesadüflerle kurtuldu. Bu tür suikastlerin dışında Bush ve Şaron’un gündeminde bir nevi diplomatik suikast planları var. Şöyle ki; Şaron: “ben Arafat’la barış masasına oturmam. Önce reform yapılıp yönetim demokratik bir görüntüye kavuşturulmalıdır. Diğer Arap diktatörleri gibi silahlı kuvvetlerin komutanı da siyasi lider de o. Eğer Filistin Devleti kurulacaksa o zaman bunun demokratik bir devlet olması lazım ki güvende olalım” diyor. Bu çaba bir nevi Arafat’ı anlamsızlaştırma çabasıdır. Tutar mı tutmaz mı bilemem.
Arafat’ın öldürülmesi halinde ise nasıl bir sürecin başlayacağını tahmin etmek zor değil. Filistin’in lidersiz kalmasının terörü meşrulaştıracağı endişesi ve sonrasında bir sürü 11 Eylül yaşama ihtimali var.
Amerika’nın içinde Yahudi lobisinin çok güçlü olduğunu biliyoruz. Yahudilerin çıkarlarını kendi çıkarları olarak görmeyen ve ağırlık koyacak bir başka lobi yok mu? Bir de İsrail’in kendi içinde “artık güvensiz bir ortamda yaşamaktan bıktık, barış sağlansa da daha rahat yaşasak..” diye düşünenler yok mu?
Nüfusun %65’i zaten böyle düşünüyor ama ortamı şiddet almış yürümüşken çıkıp birilerinin “siz yanlış yapıyorsunuz” demesi takdir edersiniz ki zor iştir. Ayrıca soğuk savaşın bitiminden sonra Rusya’dan bir milyon Yahudi’nin göçüyle İsrail’deki demografik yapı değişti. Bunlar Rusya’dan ileri teknoloji bilgisini getirdiler ve İsrail’in bilgisayar teknolojisinde ilerlemesini sağladılar. Totaliter bir sistemden kopup gelen bu nüfus, İsrail’i fazlasıyla benimsedi ve en radikal kesimi oluşturdu. İsrail, oylarına muhtaç olduğu için bu insanları dikkate almak zorundadır.
Arafat’ın öldürülmesi halinde ise nasıl bir sürecin başlayacağını tahmin etmek zor değil. Filistin’in lidersiz kalmasının terörü meşrulaştıracağı endişesi ve sonrasında bir sürü 11 Eylül yaşama ihtimali var.
Amerika’nın içinde Yahudi lobisinin çok güçlü olduğunu biliyoruz. Yahudilerin çıkarlarını kendi çıkarları olarak görmeyen ve ağırlık koyacak bir başka lobi yok mu? Bir de İsrail’in kendi içinde “artık güvensiz bir ortamda yaşamaktan bıktık, barış sağlansa da daha rahat yaşasak..” diye düşünenler yok mu?
Nüfusun %65’i zaten böyle düşünüyor ama ortamı şiddet almış yürümüşken çıkıp birilerinin “siz yanlış yapıyorsunuz” demesi takdir edersiniz ki zor iştir. Ayrıca soğuk savaşın bitiminden sonra Rusya’dan bir milyon Yahudi’nin göçüyle İsrail’deki demografik yapı değişti. Bunlar Rusya’dan ileri teknoloji bilgisini getirdiler ve İsrail’in bilgisayar teknolojisinde ilerlemesini sağladılar. Totaliter bir sistemden kopup gelen bu nüfus, İsrail’i fazlasıyla benimsedi ve en radikal kesimi oluşturdu. İsrail, oylarına muhtaç olduğu için bu insanları dikkate almak zorundadır.
Demografik dengenin Filistinliler lehine bozuluyor olması İsrail’i korkutan bir durumdur. Çünkü Filistin’de Araplar hızla çoğalıyorlar.
Bir başka ürkütücü durum ise küreselleşmenin getirdiği dinamiklerin İsrail Devletini anlamsız kılma ihtimalidir. Küreselleşme yani bir başka deyişle internet çağı ulus-devlet kavramını felsefi planda erozyona uğratıyor. İnternet üzerinden rahatça mal alıp satabiliyorsunuz, birkaç tuş hareketiyle muazzam para transferleri yapabiliyorsunuz, yasak mı değil mi demeden kitap getirtebiliyorsunuz. Bu saydıklarım son iki senede görülen gelişmelerden bazılarıdır. Dolayısıyla milli sınır, milli ekonomi gibi kavramlar erozyona uğruyor. Her ülkenin namusu sayılan para birimleri bile değişiyor, evrensel kültürel normlar her yere yayılıyor. İsrail Devleti Siyonizm bağlamında düşünüldüğü zaman küreselleşmeyi yaşayamadığında bir uyumsuzluk söz konusu olacak. Küreselleşmeyi benimsediği zaman ise gelecekte Yahudi devleti olmaktan çıkacaktır.
Onları güçlü kılan ulus-devlet olmaları mı yoksa dünyadaki ticari dengelere sahip olmaları mı?
Unutmamak lazım ki dünyada bir Yahudiler var, bir de İsrail Devleti var.
İntihar saldırılarının bazı kritik dönemlerde yaygınlaşması, bu saldırıların Filistinliler’in aleyhine karar verilmesi gerektiğinin hesaplanmasından mıdır?
Hamas’ın içerisine Mossad’ın sızmış olabileceği söylentilerinin gerçeklik payı var mıdır?
İntihar saldırıları asimetrik güç dengesinin ürünlerinden biridir. Küçük bir alanda bu kadar güçlü bir ordu ve ileri teknolojiye sahip. Üstelik Amerika’yı arkasına almış bir devletle nasıl baş edeceksiniz?
Onları güçlü kılan ulus-devlet olmaları mı yoksa dünyadaki ticari dengelere sahip olmaları mı?
Unutmamak lazım ki dünyada bir Yahudiler var, bir de İsrail Devleti var.
İntihar saldırılarının bazı kritik dönemlerde yaygınlaşması, bu saldırıların Filistinliler’in aleyhine karar verilmesi gerektiğinin hesaplanmasından mıdır?
Hamas’ın içerisine Mossad’ın sızmış olabileceği söylentilerinin gerçeklik payı var mıdır?
İntihar saldırıları asimetrik güç dengesinin ürünlerinden biridir. Küçük bir alanda bu kadar güçlü bir ordu ve ileri teknolojiye sahip. Üstelik Amerika’yı arkasına almış bir devletle nasıl baş edeceksiniz?
İntihar saldırılarının bir kaç vechesi var. Bir tanesi; bu saldırılarla karşı tarafa katlanamayacağı zararlar vererek – var oluşlarını sorgulanma noktasına getirip- bir denge kurmuş olmaktır. Diğeri ise; intihar saldırıları dinle açıklanabilir bir şey olmadığı halde 16-18 yaşındaki kız ve erkeklerin kültürlerinde bunun yer alması, onlardaki hayat ve gelecek kavramının kalmadığının göstergesidir. Başkalarının geleceği için kendilerini feda ederek belki hayata katkıda bulunuruz düşüncesi müthiş bir şey! Son olarak; intihar saldırıları geleneği önce Hamas’la başlamış sonra İslami Cihad’la devam etmiş ve artık Filistin halkının oluşturduğu fetih önderliğine geçmiştir. Dolayısıyla artık bu intihar saldırıları fenomeni Hamas’ı, İslami Cihad’ı aşmış ve bir Filistin mücadelesi fenomeni halini almıştır.
Hamas ve Mossad iç içe ve yan yana yaşıyorlar dolayısıyla sızmanın olduğu muhakkak. Ayrıca Hamas’ı zaten İsrail okşayarak büyüttü fakat Hamas şimdi İsrail’i ısırmaya başladı. Kontrol edememesi sızamayacağı anlamına gelmez.
Ben umut ya da umutsuzluk üzerine konuşmak istemedim.
İstedim ki fotoğraf görelim ve görünen neyse onu konuşalım.
Bundan umut mu üretilir umutsuzluk mu bilinmez.
Ne demekse umut?…
Mesela barış umuduysa, barıştan kast edilen ne?
Filistinliler’in İsrail’e tabi, onun boyunduruğunda yaşayan ve hiç kımıldamayan bir halk olmaları mı?
O zaman bu çok zevkli bir barış olmayabilir!…“
Hamas ve Mossad iç içe ve yan yana yaşıyorlar dolayısıyla sızmanın olduğu muhakkak. Ayrıca Hamas’ı zaten İsrail okşayarak büyüttü fakat Hamas şimdi İsrail’i ısırmaya başladı. Kontrol edememesi sızamayacağı anlamına gelmez.
Ben umut ya da umutsuzluk üzerine konuşmak istemedim.
İstedim ki fotoğraf görelim ve görünen neyse onu konuşalım.
Bundan umut mu üretilir umutsuzluk mu bilinmez.
Ne demekse umut?…
Mesela barış umuduysa, barıştan kast edilen ne?
Filistinliler’in İsrail’e tabi, onun boyunduruğunda yaşayan ve hiç kımıldamayan bir halk olmaları mı?
O zaman bu çok zevkli bir barış olmayabilir!…“
Not: Programın özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.