Göç Hikayeleri; Özbekler

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

1991 Yılında Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte bağımsızlığını referandumla ilan eden Özbekistan, son günlerde çoğunluğu oluşturan Müslüman nüfusa  sert ve katı muamele etmesiyle, dini yaşam konusunda getirilen kısıtlamalar ile gündeme gelmekte. Kamusal alanda ve yaşam alanlarında kanuni düzenlemelerle getirilen başörtüsü yasakları, cemaat namazlarının, toplu iftar davetlerinin yasaklanması, çarşıda pazarda seccade başörtüsü gibi ürünlerin satışının engellenmesi haberleri birçok kaynak tarafından doğrulanmakta.  Oysa referandum öncesi,  başta Müslüman çoğunluk olmak üzere halka inanç özgürlükleri konusunda birçok vaatte bulunulmuş. Ama şimdi Bağımsızlığın ilanından beri Özbekistan Devlet Başkanlığını yürüten İslam Kerimov kendi halkına yaptığı muameleler yüzünden birçok uluslararası kuruluş tarafından ağır biçimde eleştirilmektedir.    Dini ayrımcılık ve kötü muamele yüzünden vatanlarını terk eden Özbeklerin bir kısmı ülkemizi tercih ederek Türkiye’de yaşamaya başlamışlar. Ülkemize göç eden Özbeklerin hikayelerinde bazı farklılıklar olmakla birlikte inanç özgürlüğü yönünden baskı görme konusunda ortak bir durumları var.

Derneğimizde yaptığımız Göç Hikayeleri Programına davet ettiğimiz Özbek hanımları Kahvaltı Bahanede ağırlayıp göç hikayelerini dinledik. Güvenlik nedeniyle isimlerini veremediğimiz misafirlerimizden ilki şunları anlattı;
“Özbekistan’ı çok seviyorum. Hiç kimse ana babasını bırakıp gelmek istemez. Özbekistan’da din adına zulüm çok. İbadet eden, kuran öğreten bir çok kişi hapishanelerde. Öyle olunca biz de göç ettik. Resmi imamların dışında din eğitimi vermek yasak, o yüzden eşim hapse girdi. Altı sene yattı,  o dönemde yeni evliydik. Terörist olduğunu belgeleyen bir imza atması için eziyet edildi, sonunda imzalamak zorunda kaldı. Altı yıl hapis yattı.  Hapishaneye düşenlere ölsün diye ellerinden geleni yapıyorlar. Bir çoğu buralardan sağ çıkamıyor. Eşim de çok çeşitli eziyetlere maruz kaldı. Onu hastalık bulaşsın diye AİDS li hastalarla yan yana koyup, aynı jiletle kafalarını tıraş etmişler. Hapishanelerde oruç tutmak, namaz kılmak yasak. Onlarda öğlen verilen yemeği çorapların içinde saklayıp iftar etmeye çalışmışlar. Yakalanınca soğuk odalara atılmışlar, kötü kokulu çoraplar ağızlarına tıkılmış. Bazı hapishanelerde dindar insanlara eziyet olsun diye Kerimov’un resmine secde ettiriyorlar. Herhangi bir nedenden yakalanan kişiye önce terörist damgası vuruyorlar. Terörist olduğunu itiraf etmezse karısını, kızını, annesini gözünün önünde çırılçıplak soyuyorlar. Bir yerde adam tamam deyip itiraf kağıdını imzalıyor. Bu şekilde hapsedilen bir çok kişinin cenazesi çıktı. Tırnaklarını ve dişlerini söktüler. Ziyarete gittiğimde bize hayvan gibi davranıyorlardı. Eşim altı yıl sonra hapisten çıktı, bu defa da ev hapsi cezası verildi. Hiçbir şekilde çalışmasına izin verilmiyor, her yerde terörist muamelesi görüyordu. Sonra eşim Rusya’ya kaçtı. Polisler bu defa beni taciz etmeye başladı. Eşin dönmezse seni içeri alırız dediler. Üç ay sonra bende Rusya’ya kaçmak zorunda kaldım. Bir sene orada kaldıktan sonra Kırgızistan’da geçtik. Özbek istihbaratı bizi Kırgızistan’da arıyordu. Oradan da Türkiye’ye geldik. Artık Özbekistan’a geri dönemeyiz çünkü orada hala terörist olarak aranıyoruz.
Göç hikayeleri programının misafiri olan ikinci konuşmacı ise şunları anlattı;
“Eşim spor hocasıydı. Sakal bırakıp ibadetlerini yaptığı için takip edilmeye başlandı. Sonra oynanan bir kumpas ile arabasında güya bomba bulunduğu söylendi. Çeçenistan’a  gidip savaşa katıldın iftirası ile onu suçladılar. Eşim yakalandı ve on bir yıl ceza aldı. O dönemde beş tane çocuğumuz vardı. Çok kötü şartları olan cezaevine eşim yedi yıl dayanabildi ve sonunda akciğer hastalığına yakalandı.  Durumu ağırlaşınca hapishaneye bağlı olan hastaneye yatırdılar. Hastalığı sırasında sadece iki ayda bir cam arkasından görüşebildik. Bir süre sonra iyileştiğini söyleyip daha ağır şartları olan başka bir hapishaneye gönderdiler. Buradaki eziyet daha çoktu. Hapishaneye onu görmeye gittiğimde küçücük kaldığını gördüm. Çok işkence etmişler. Ayağa kalkamayacak hale gelince tekerlekli sandalye ile tekrar hastaneye götürmüşler. En son onu hastanede gördüğüm. Tek başına oturacak halde bile değildi. Durumu çok kötüydü. Kısa bir süre sonra onu görebilmek için tekrar hastaneye gittim. Hapishane evden altı saat uzak bir mesafedeydi. Orada bir iki gün boyunca yönetimden izin almaya çalıştım. Ben uğraşırken evden çocuklar haber göndermiş, anne gel babamın cenazesini polisler eve getirdi, diye. Ben oradayken eşim ölmüş. Çaresiz  eve geri döndüm…
Hikayelerini dinlediğimiz misafirlerimize hukuki yollara başvurup vurmadıklarını sorduk. Onlar bize dindar olanlara avukatlık belgesi verilmediğini, bu belgeyi alabilenlerin de hükümetten korkusuna böyle davalara bakmadığını söyledi.
Misafirlerimizin anlattıklarına göre Özbekistan’da dindar kesime karşı yürütülen baskı ve takibat muhataplarında derin bir korku uyandırmış. Bir kaç kişi bir araya gelip konuşmak bile cesaret ister olmuş.  Eşi hapiste olanlar sadece yakın akrabalarının inisiyatifine terk edilmiş böylece yalnızlığa mahküm edilmişler.  Camiler yaşlı insanların gidebildiği mekanlar olmuş. Daha genç olanların sık camiye gitmesi dikkat çeken tehlikeli bir davranış olarak kodlanmış. Dini ve dindarlığı imgeleyen seccade, tespih ve başörtüsü suç unsurları olarak çarşı pazarda satışı yasaklanmış.
“Özbekistan’da yaşanan zulmü kimse bilmiyor” diyen misafirlerimiz Türkiye’de özgür yaşarken bile başlarına bir şey gelecek korkusunu yaşamaya devam ediyor.

 

Önceki Yazı

MKZ Organizasyon Komitesi Toplantısı

Sonraki Yazı

Kadın Hayattır – STK Buluşmaları’na katıldık.

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir