Patani adını ilk kez, İHH’nın yetim günleri projesi için, Patani’ye gitme daveti aldığımda duydum. Neredeydi, nasıl bir yerdi bilmiyordum. Sorduğum hiç kimse de bilemedi zaten.
İnternetten yaptığım araştırmalar sonucu, Tayland’ın işgali altındaki bir yarımada olduğunu, bir de Tayland hükümetinin yaptığı zulümler sonucu, Asya’nın Filistin’i olarak anılan Müslüman halkın yaşadığı bir yer olduğunu öğrendim.
Zaten Dünyada nerede ne kadar Müslüman olduğunu da hep ya bir zulüm ya da bir doğal afet sonucu öğrenmemiş miydik? Her şerde bir hayır vardır misali yaşanan zulümler Müslümanları birbirlerinden haberdar ediyor ve bir araya gelme imkanı veriyordu. Patani de öyle işte!
Kim Bir Yetimin Başını Okşarsa…
İHH uzunca bir süredir, yeryüzünün mazlum ve mağdur halklarına elini uzatan bir yardım elçisi gibi çalışmakta. İHH’nın çalışmalarının bir kısmını da yetimler oluşturuyor.
Biraz İslami bilgiye sahip olanlar, yetimlere sahip çıkmanın önemine dair pek çok ayet ve hadisin varlığından haberdardır. “Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır” (Ahmed ibni Hanbel, Müsned, V, 250.) hadisinde olduğu gibi yetimlerin başını okşamak, onların bir anlık da olsa yüzünü güldürmek üzere davet alır almaz memnuniyetle ziyaret ekibine katıldım.Aktarmalı uçakla tam bir gün süren yolculuğumuz sonunda, gece otele varabildik. Ertesi gün sabahın erken saatlerinde “Miyase Tanış Yetimhanesine” gittik. Burada bizi kapıda bekleyen yetim çocuklar dünyanın en güzel karşılama heyetini oluşturuyordu. İçerisi yaklaşık 200 metrekarelik boş bir alandı; Yerlerde halı yok, dolap yok, eşya yok.
Bizim oturmamız için koyulduğu belli olan bir kaç plastik sandalye ve konuşmacılar için bir masadan ibaretti her şey. Çocuklar ve anneleri, kızlar ve erkekler olarak ayrılmış şekilde yerde oturuyorlardı. Buraya gelenler henüz İHH’nın kayıtlı yetimleri değilmiş, aynı zamanda bu kayıt işlemi de yapılıyordu. Dağıtıma başladığımızda etrafı bir heyecan sardı. Verilen ufak tefek hediyeler bile çocukların yüzlerini aydınlanmaya yetmişti; balonlar, oyuncaklar, şekerler, kıyafetler…. Annelerinin ise en çok kurban etine sevindiği belliydi, kim bilir en son ne zaman et yemişlerdi.
Tam bir bayram havası vardı, havada balonlar uçuşuyordu. Ellerindeki oyuncakları, tokaları ve hediyeleri dikkatle inceleyen, birbirine gösteren kızlı erkekli çocukların sevincine şahit oluyorduk… O an, yokluğun, yoksunluğun ortasında bir sevinç anıydı, bir bayram havası, çölde bir vahaydı sanki…
Hal Lisanıyla Anlaşmak
Patanililer Malay dilini kullanıyor, çocuklardan bir kısmı bir kaç kelime İngilizce biliyordu. Belli ki oraya gelip giden İHH yetkililerinden bir kaç kelime de Türkçe öğrenmişler. Adını dahi bu vesileyle öğrendiğimiz Patani’de bizi Türkçe “Hoş geldiniz, sizi seviyoruz.” diyen çocuklar karşıladı. Hasretle kucaklaştığımız çocuklar sanki “Bugüne kadar neredeydiniz?” der gibi sıkıca sarıldılar bize. Türkçe, İngilizce, Arapça kelimelerden oluşan cümleler kurarak onlarla konuşmaya, anlaşmaya çalıştık. Yine de galiba en etkili olan hal lisanımızdı. Nemli gözlerimizle birbirimize sarıldığımız, dokunduğumuz her bir çocuk, anında bizim çocuğumuz oluyordu. Aramızda inanılmaz bir enerji oluşuyor, taa kalu belaya ulaşan bir geçmişi yeniden inşa ediyorduk birlikte. Böylece onlar bizim evlatlarımız, biz onların ablaları, teyzeleri oluyorduk.
Bu şekilde Boğaziçi Okulu, İstanbul İtfaiyeciler Yetimhanesi, Şifa Yetimhanesi, Furkan Yetimhanesi’ni ziyaret ettik. Dünyanın çok da bilinmeyen bir yerinde, oradaki insanlara hizmet etmek için yetimhane açan insanların isimlerinin verildiği bu mekânlar aynı zamanda Türkiye Halklarının hassasiyetini, insana, mazluma bakışını anlatan ve gönül köprüleri kuran ayrı bir fonksiyon icra ediyordu. Tabii ki bunlara ön ayak olan İHH’yı vesile kılarak gerçekleşiyor bunlar.
Her bir yetimhane buluşmasında değişen tek şey mekanlardı; duygular ve gördüklerimiz hep aynı kaldı. Gittiğimiz yetimhanelerdeki çocuklar bizler için özel sunumlar hazırlamışlardı. Önce gösteriler yapılıyor, ardından dağıtımlarla birlikte çocuklarla kucaklaşıyorduk. Birlikte orman gezileri yaptık, sahil kenarında kiralanmış kamp alanlarına gittik, piknik yaptık, oyunlar oynadık, çocukların coşkuyla denize girmelerini izledik. Buradaki çocukları, burada yaşadıklarımızı, duygularımızı unutmamak için anı hafızalarımızla birlikte objektiflerimize de kaydettik. Dönünce kelimelerle anlatılamayacak olanları fotoğraflamak istedik.
Sarı Ayakkabı
Şeker verdik olmadı, balon verdik, oyuncak verdik olmadı. Konuşmaya, oynamaya çalıştık yine olmadı, ne yapsak olmuyordu. Ayakkabı istiyordu, ama illa da “sarı” olacaktı. “Sarı ayakkabı isterim” diye ağlayan bu küçük çocuğun hayali grubumuzda bulunan beylerin emeli haline geldi. Ertesi gün ekip seferber oldu.
O sarı ayakkabı bulunacak bu yetim çocuğun da yüzü gülecekti. Oldu da… Sarı ayakkabılarını giyince yüzü gülmeye başladı yavrucağın. Ne versek mutlu edemediğimiz çocuklarımızdan bir çift sarı ayakkabıyla mutlu olan çocuklara kadar buradaki tecrübelerimiz her an bir başka ibretlik olaya dönüşüyordu.
“Onlar Bollukta Da Darlıkta Da İnfak Ederler” ( Ali İmran 134)
Hiç bir şeyi olmayan yetimhanelerden birinin salonunun köşesinde bulunan cam dolap dikkatimizi çekti. Sonra herkes birbirine o dolabı göstermeye başladı. Bu içinde atılan her kuruşa ihtiyacı olan kişilerin Suriyeliler için kurduğu bir yardım sandığı idi. Suphanallah! Bu yoksul insanlar Suriyeli mültecileri dert edinmiş, onlar için sadaka topluyorlardı. Kutunun içinde çok az miktarda para vardı, ama eminim ki oradaki paranın bereketi hepimizin cebindekinden kat be kat fazlaydı. Gözlerimiz doldu. Hayır, onlar için değildi bu gözyaşları, bizim için, bizim gibi nimet içinde yaşayanlar ama hala şikayet edenler içindi, bu gözyaşları nimeti farkedemeyen bizler içindi. Allah Müslümanları tanımlarken “Onlar darlıkta da bollukta da infak ederler.” diyordu ya, biz de bir taraftan onların İslamlığına şehadet ediyor, diğer taraftan da halimizden ötürü mahcubiyet duyuyorduk. Bütün bir ümmete ibret olacak bu sahneyi bize yaşatan ve bir ayetin tecelli edişine bizi şahit kılan Allah’a hamdolsun.
Free Palestine
Kur’an’da adı geçen 3 kutsal mekândan biri olan Mescid-i Aksa uzun bir süredir İsrail işgali altında, Filistinliler de bu işgalin hem tutsakları hem mücahitleri/ mücahideleri olarak yaşamlarını sürdürmekte. Dünya bu zulme sessiz, Müslümanlar aciz.. Filistin ümmetin yürek yarası…
Uzun yıllar Tayland hükümetinin işgali ve baskısı altında yaşamış, tarihi pek çok kıyımlarla dolu olan Patani de Asya’nın Filistin’i olarak anılıyor. Yetimhanelerin birinde kocaman yazılmış “Free Palestine” yazısı Patani halkının özgürlük özlemine ve Filistinlilerle kurdukları empatiyle açıklanabilecek olsa da kendi devasa sorunları ve acılarına rağmen ümmetin sorunlarına vakıf bir bilince de işaret ediyordu. Her ne kadar özgürlük mücadelesi veren bu iki ülkeye daha birçok ülkeyi rahatça ekleyebilsek de aslında fiziki olarak özgür olmanın yolu ruhlarımızın özgür olmasından geçiyor. Geçici dünya hayatına tutsak edilmiş ruhlarımızla özgürlük ideali kurmak, Nasreddin Hocanın hikayesinde olduğu gibi samanlıkta kaybedilen iğneyi sokakta aramaya benziyor. İşte ne zaman ki biz gerçekten özgür olacağız o zaman özgür olacak Filistin, özgür olacak Patani ve özgür olacak diğerleri.
“Aaaa Hasan Baba!”
İşgal altındaki Patani’de yaşanan iç savaştan ötürü bilinen 6 bin yetim çocuk var. Bunların bin küsuruna İHH sahip çıkmış, çıkmaya da devam ediyor. Yetimhane açmak kadar onu idame ettirmek de önemli. Buradan bir yetimi sahiplenebilir onun iaşesini karşılayabilirsiniz. Bu çocuklarla irtibatınızı internet üzerinden kurabilir, onlarla sevginizi paylaşabilirsiniz.
“Aaaaa Hasan Baba!” diye çığlıklar atan bu kız çocuğunun sevinci işte bundan. Hiç bilmediği diyarlarda bir babası var onun. Uzakta da olsa ona sahip çıkan bir babası, baba diyebileceği biri var. İşte bu çığlık belki de hiç karşılaşmadığı “baba”sının fotoğrafını gören bu küçük kız çocuğunun sevinç çığlıydı. Anne -baba olmak sadece biyolojik olarak olmuyor demek ki. Ne mekânların uzaklığı ne de biyolojik anne-baba olmamak bir evlat sahibi olmaya engel değil. Bir yetime sahip çıkmak, ona anne-baba olmak için sadece yürek gerek, istemek gerek, insanlık gerek…
Yoksulluğun Ötesi
Programın bir günü yetimlerin evlerinin gezilmesi ve onlara erzak dağıtımı şeklinde organize edilmişti. Ormanın içlerinde 1- 2 odalı ahşap yapılardan oluşan bu evleri ziyaret ettik. Evlerin içinde görünürde var olan eşyalar bir kaç kap-kacak, bir kaç parça giysi, üç- beş bidondu. Yüzlerinde hayatın kalın çizgileri, çoğunlukla ağızlarında dökülmüş dişleri, umutsuz ve tedirgin bakışlarıyla karşıladılar bizi. Onlardan farklıydık, yabancıydık… Erzak paketini görünce gözlerindeki bulutların dağılışı, yüzlerinin gülüşüne şahit olmak paha biçilmez bir huzuru yaşattı bize. Yapılan erzak yardımı, çocuklara verdiğimiz hediyeler ve maddi yardımlarla 10 evi ziyaret ettik. Bu yardımların ve ziyaretlerin onların hayatına ne kadar katkısı olur bilemem ama bize yaşattıkları duygular onların kazanımlarından fazla gibi geldi bana.
Bir Sadaka-i Cariye Olarak Cami Yaptırmak
Müslümanların kutsal ibadet mekânı olan Cami, “İstediğini, istediği şekilde, zamanda ve yerde toplayan.” anlamına gelen Allah’ın 99 isminden biridir.
İslam’ın ilk mabedi Kâbe, ilk mescit Peygamberimizin inşasında çalıştığı Kuba Mescidi’dir. “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar imar ederler…. “ (Tevbe: 9/18) , gibi ayetler ve “İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnadır. Sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim veya kendisine hayır dua eden salih çocuk.” (Dârimi, Mukaddime, 46), gibi rivayetlerle teşvik edilen cami yapımı devam etmiş, Müslümanlar kendilerinden sonra bir sadaka-i cariye bırakmak için birbiriyle yarışmışlardır. Günümüzde bir çok fakir İslam ülkesinde cami bir ihtiyaç olarak varlığını korumaktadır. Patani de bunlar biri;
Adı, Muhammed Ali Neslitürk. Babası ölünce, dört kız kardeşi ve annesiyle birlikte, babalarından kalan evi satıp uzak diyarlarda bir cami yaptırmaya karar vermişler. Kimilerine göre paranın çoğu olmaz olmasına da bu kardeşlerimizin gönlü çokmuş. Fazladan ellerine geçecek maddi kazancı, vadeli olarak alacakları manevi kazanca çevirmiş, Rablerinin rızasına tav olmuşlar. Modern zihnin anlayamayacağı, deli saçması gibi görünen bu tasarrufun kıymetini ancak O’na iman edenler anlar. Anlamakla kalmaz gıpta eder, örnek alır, yapmaya çalışır, yapana minnet duyar, dua eder. İşte bir iyilik hareketi böylece yayılır. Hepimize örnek olacak şekilde tanıklık ettiğimiz bu hizmet dolayısıyla bizler de hem kendisine hem ailesine hem de rahmetli babasına bolca dua ettik, örneklik bir hikaye olarak imrenerek hafızalarımıza kaydettik. Şehrin mülki amirleriyle birlikte gerçekleşen açılış sonrası namazlarımızı da Hayri ve Menekşe Neslitürk Camii’nde eda ettik.
Veda Zamanı
Havaalanına geldiğimizde, bizi yola koymak için, alanı dolduran çocuklarımızı görmek sürpriz oldu. Her birimize sarılmış ağlayan onlarca çocuk vardı. Karşılıklı duyulan bu muhabbet inanılır gibi değildi. Daha dün yabancıydık halbuki. Kalpleri eviren, çeviren Allah’a hamdüsenalar olsun. Artık içeri geçmek zorundaydık ama ayrılmak ne mümkün. Son bir hamleyle çocukları güldürmeye çalıştık. “Ağlamakla gülmek kardeştir “derdi annem. Biraz zor olsa da işte onlar da gülüyordu şimdi.
Veda anı geldiğinde bizi sıkıca kucaklayıp bırakmak istemeyen çocuklar, bir daha bizi hatırlarlar mı bilmem, ya da ayrılırken “Seni çok seviyorum bizi unutma.” diyen Ankana beni ne kadar daha hatırlar bilemem ama ben onları onların nezdinde ümmetin yetimlerini unutmayacağım. Bunun için Ankana’nın bana verdiği, hayatımda aldığım en özel mektubu çalışma odamın en güzel yerine asacağım. Nisyan ile malul olan hafıza-i beşerin bu hatıraları canlı tutması için nefsimle mücadelede etmek benim için bir ödev artık.Ormanlarının çokluğuyla, palmiye ağaçlarıyla, doğal güzelliğiyle, muhteşem sahilleriyle, huzur veren sessizliğiyle, masum, mazlum ve yoksul insanlarıyla Patani, bir ibretler ülkesi…
Bu kadar kısa sürede bize çok şey öğreten Patani’de yaşadıklarımız sıkıştırılmış bir eğitim programıydı sanki.
Patani, dünyada daha adını bile bilmediğimiz mazlum insanların varlığına işaret ediyordu.
Patani, dünyanın faniliğini haykırıyor, sade hayata çağrı yapıyordu.
Patani, dert gördüklerimizin aslında nimet olduğunu söylüyor, nankörlüğe karşı uyarıyordu.
Patani, özgür bir ülkede yaşamının lüksünü hatırlatıyor, veren el olmanın hem hazzını hem sorumluluğunu vaaz ediyordu.
Patani, kardeşliğe vurgu yapıyor, sevgiyi, dostluğu, hissettiriyordu.
Patani, bu kadar zulmün olduğu bir dünyada Müslümanlar nerede diyordu.
1 Yorum
Patani ziyaretimizi gercekten cok. guzel anlatmis ve ozetlemissiniz.Tesekkur ederim