Cezayir Meselesi

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Gazeteci – Yazar
Mustafa ÖZCAN

“Bosna, Çeçenistan ve diğer bölgelerde yapılan vahşetten dolayı son yıllarda yüreklerimiz sık sık ağzımıza gelmekte ve boyutu o kadar olmasa bile, Cezayir’de bu yaşanan vahşetin bir başka halkası oluşturulmaktadır. Cezayir Akdeniz’in güneyinde yeraltı–yerüstü kaynakları olan büyük ülkelerden bir tanesidir. Genelde Batı, özelde de Fransa açısından baktığımızda Afrika’nın kapısı olan Cezayir, stratejik bir öneme sahiptir.İslam öncesinde, bu topraklar Romalılar tarafından işgal edildiğinde, yerli halka dilde anlaşılmayan manasına gelen, “Berberiler” adı verilmiş ve halk, bu tanımla birlikte, “Berberiler” olarak anılmaya başlanmıştır. Bu halk, o coğrafyadan Hawaii adalarına kadar olan topraklarda, en büyük grup olarak bulunmaktaydı. İslamiyet’in gelmesiyle büyük bir kısmı Müslüman olup, sevgilerinin bir tezahürü olarak ana dillerini Arapçayla değiştirdiler. Sadece ülkenin iç kısımlarında kalanlar kendi yerel dinlerini muhafaza ettiler.Cezayir topraklarındaki sömürgecilik çok eski tarihlere dayanmaktadır. Afrika ikiye ayrıldığında, bu bölge Fransa’dan önce orada bulunan İspanyollar ve Portekizliler tarafından paylaşılmıştı.

Osmanlı Devleti’nin Yükseliş Dönemi’ne tekabül eden 16. yüzyıl başlarında, Cezayir, Aden ve Cidde gibi bir çok bölge ülkesi, işgalle karşı karşıya kaldıklarında, Osmanlı’dan yardım istemeye başladılar. Devlet bu talepleri karşılamak üzere, bölgeye asker sevk etti. O bölgede bağımsız olarak bulunan, Oruç Reis ve Barbaros Hayrettin Paşa, Osmanlı Devleti’nin himaye ve desteğini de alarak, bölge halkını İspanyol’lara karşı korudu. Batıda bile medeniyetler arası, ideal bir yaşam örneği olarak gösterilen Endülüs, 1492’de Hıristiyanlar tarafından işgal edilmiş ve zorlamayla karşı karşıya kalmıştı. İşte o zaman Barbaros ve Oruç Reis, Endülüslüleri kurtararak Cezayir’e götürmüşlerdi. Bundan dolayı umuda kapılan Cezayir halkı, Barbaros ve Oruç Reis’e “bizim başımıza geçin” diye ricada bulundular. Fakat her yerde olduğu gibi, burada da   rekabet hissinin ön plana çıkması sonucu, yerel idareciler tarafından, her ikisi de ihanete uğramış ve Oruç Reis mücadelesinde şehit olmuştu. Barbaros ise Osmanlı’dan destek alarak bölge halkını İspanyollara karşı korumaya devam etti. Ve Cezayir, ‘Cezayir’ adını bu dönemde aldı. Bölgedeki Osmanlı etkisi, 1830’da Fransa’nın işgale başlamasına kadar sürdü.
Cezayir’de, Osmanlı döneminden kalan, ‘Bay ve Day’ diye anılan iki idareci Fransa’ya borçlanmış. Fransız hükümetinin bu borçları acele talep etmesi üzerine, Bay dayanamayıp, konsolosun suratına bir tokat atmış ve bu savaş sebebi sayılmıştı.

Cezayir’de Fransa’ya karşı başlayan direniş, Emir Abdülkadir’in öncülüğünde uzun yıllar devam etti. Fakat onun esir alınıp Osmanlı topraklarına gönderilmesi, mücadelenin hızını ve ateşini etkiledi. Direniş gelgitlerle 1954’e kadar sürdü. 1954’ten sonra Ahmet b. Bella, Budiyaf, Yusuf b. Hadde gibi liderler kurtuluş mücadelesine başladı. Fakat Fransa bunları kaçırıp hapsetti ve pek çok senaryoda kullandı. 1954 yılında Yusuf b. Hadde geçici bir hükümet kurdu. 1962’de bağımsızlığını ilan edecekken Fransa, elinde tuttuğu ve kendisiyle uzlaşmaya yatkın, Ahmet B. Bella’yı –hükümet tam teşekkül etmeden – Cezayir’e gönderdi. Bu olay Cezayir’de bir dönüm noktası oldu ve hatta devrim, bu proje ile çalınmış oldu. Yusuf b. Hadde gibi liderler o gün iktidarda kalabilselerdi Cezayir bugün ikinci bağımsızlık savaşını vermek zorunda kalmazdı. Cezayir’in eski başkanlarından Abdülhamit İbrahimi, 1962’den itibaren, ordu içinde Fransa yanlısı bir grubun varlığının, gelecekte tehlike arz etmemesi için deşifre edilmesi ve yönetimden uzaklaştırılması gerektiğini bildirmişti.

1992 yılında Cezayir’de demokrasinin askıya alınmasında en büyük etken Hizbu Fransa’dır. Bunlar 1962’deki müdahaleye ön ayak olarak, FIS’in iktidara gelmesini engellemişler ve iç savaşa sebebiyet vermişlerdir. Cezayir’deki mevcut rejim sadece demokrasiyi tıkamakla kalmamış, şiddetin önünü açmış, desteklemiş ve bizzat organize etmişti. 1992 ve 1998 yılları arasında ölenlerin sayısının, Parlemento’da 26 bin civarında olduğu söylenirken ABD’de yayımlanan ‘insan hakları’ raporuna göre bu sayı 75 bindir. Cezayirli bir istihbarat subayının bildirdiğine göre, katliamları gerçekleştirmek üzere cezaevlerindeki sabıkalılar salıverilerek, silahlı İslami gruplar adı altında teşkilatlandırıldı. Rejimin meşruiyetini ve İslamcıların kötü gösterilmesini sağlamak için, fıtratı bozulmamış bir insanın yapamayacağı tarzda, insanlar, kadın, çocuk, yaşlı demeden katledildi. Fakat nedense bu sözde İslamcılardan bir tanesi bile sağ olarak yakalanamadı.

Batının yaklaşımına geldiğimizde ise Cezayir’e karşı Batı basını ile Batılı devletlerin tavırlarını ayırmamız gerekir. Batılı devletler taraflı iken, Batı basını nispeten tarafsız kalabiliyordu. Batılı devletler güya tahkikat yapmak üzere, bir heyet belirlenerek hadiselerin gözlenmesini istemiş, fakat Cezayir bunu reddetmişti. Sonunda, Cezayir’e bakanlar seviyesinde gelerek sadece Dışişleri Bakanı ile görüştüler ve gittiler. İslamcı bir kişiliği olmayan, hatta laik olarak tanımlanabilecek Cezayirli yazar Selime Gazali; ‘Cinayetlerin tamamı cuntanın işidir ve Batılılar bu noktada tamamen iki yüzlüdürler. İslamcıları daha fazla özgürlük yanlısı olmalarından dolayı istemiyorlar. Cezayir cuntasını da petrol ve doğal gazdan ötürü istiyorlar. Çünkü imtiyazları var’ diyordu.

İsviçre ve Fransa bankalarına 1962 ve 1992 yılları arasında 26 milyar dolar transfer edildi. Ayrıca İngiltere’nin Cezayir’le 2 milyar sterlinlik petrol bağlantısı bulunmaktadır. Kısacası mevcut hantal ekonomi ve devletin başına çöreklenmiş çeteler, sistemi patlama noktasına getirdi. 1988’de de halk ayaklanması oldu. Bir müddet sonra partileşme süreci başladı. FIS ve diğer İslami partilere izin verildi. Bu durum ülkelere emsal teşkil eder korkusuyla Arap ülkeleri Cezayir’i uyardı. FIS’le anlaşan Şatl b. Cedid bu uyarılara kulak asmadı. Bunun sonucu olarak askerler onu istemedi ve Cumhurbaşkanlığı görevini terk etmek zorunda kaldı. FIS, 1990 yılında belediyeleri 1992’de de genel seçimlerin birinci turunu kazanınca seçimlerin ikinci turu iptal edildi. Sonra da kimin başlattığı belli olmayan bir iç savaş baş gösterdi. FIS mensupları ihtiyari tedbirlerle temerküz kamplarına sevk edildi.

Bana göre bundan sonra durumun iyileştirilebilmesi için yapılacak şey, B.M’in Cezayir’e müdahale kararı alması, FIS’in hakkı iade edilerek seçimlerin yenilenmesi ve savaş suçlularının yargılanması olabilir veya Cezayir, uluslararası müdahaleye gerek kalmadan suçunu itiraf eder. Yani ya dış müdahale ya da iç mütareke tavrı ile Cezayir’deki durum tersine çevrilebilir.

Not: Programın özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.

Hazırlayan: Güler Örengül

 

Önceki Yazı

İsrail Filistin İlişkileri

Sonraki Yazı

Aydınlar Bosna’da

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir