Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun, Türkiye’de 2012 yılında yürürlüğe girdi ve o zamandan beri toplumsal tartışmaların odak noktası oldu. Zamanla tartışmalar objektif temelden saparak, toplumsal muhalefetin kümelendiği bir tepki mekanizmasına dönüştü. Bu nedenle kanunu nesnel olarak ele almak daha önemli hale geldi.
Hazar Derneği olarak 6284 Sayılı Kanun’un oluşum nedenlerini, içeriğini, uygulama hatalarını, yasanın amacına uygunluğunu, tartışmaya neden olan maddelerini ele alan bir program düzenlemeyi gerekli gördük. Şiddete uğrayanları koruma gibi önemli bir konuyu ele alan bu kanuna daha yakından bakmak, önyargılardan uzak bir değerlendirmeyi teşvik etmeyi ve reel bir zeminde tartışmayı amaçladık.
Üç haftalık program boyunca Avukat Nur Belgin Aydın, Avukat Ayşegül Dalkır Kahveci ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı İl Müdür Yardımcısı Nermin Fügen Özer ile beraberdik. 6284 Sayılı Kanunu, 4320 Sayılı kanunun ayrıntılarını, Nahide Opuz cinayeti ve 6284 sürecinin başlamasını, İstanbul Sözleşmesi’nin amaçları ve kapsamını, sonrasında yürürlüğe giren 6284 sayılı kanunun amacı, tedbir kararları, itirazlar, tebligat süreci, uygulamalar gibi konuları konuştuk. “Kadının beyanı esastır”, “Şüpheden sanık yararlanır” ilkeleri ve “bilgisel adaletsizlik” gibi kavramlar üzerinde durduk. Ayrıca şiddeti önlemede sivil toplum örgütlerinin ve kamu görevlilerinin rolünü, Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadelede kurumsal mekanizmalarını, şiddetin mağdur, fail ve çocuklar üzerindeki etkileri gibi konuları da örnekler üzerinden dinledik.
4320 Sayılı Kanun
Madde-1
Türk Medenî Kanununda öngörülen tedbirlerden ayrı olarak, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin veya mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi üzerine Aile Mahkemesi Hâkimi meselenin mahiyetini göz önünde bulundurarak re’sen aşağıda sayılan tedbirlerden bir ya da birkaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başka tedbirlere de hükmedebilir.
Madde-2
Koruma kararının bir örneği mahkemece Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi olunur. Cumhuriyet Başsavcılığı kararın uygulanmasını genel kolluk kuvvetleri marifeti ile izler. Koruma kararına uyulmaması halinde genel kolluk kuvvetleri, mağdurların şikâyet dilekçesi vermesine gerek kalmadan re’sen soruşturma yaparak evrakı en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirir. Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararına uymayan eş veya diğer aile bireyleri hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açar. Fiili başka bir suç oluştursa bile, koruma kararına aykırı davranan eş veya diğer aile bireyleri hakkında ayrıca üç aydan altı aya kadar hapis cezasına hükmolunur.
Kanunlar 6284’te görüleceği üzere ilk maddelerinde tanımlar amaçlar gibi hususlara yer vererek kanun kapsamını ve uygulamasını netleştirir. Burada ise bahsedilen aile kavramının tanımı yapılmamıştır. Aile kavramının geniş veya dar anlamda olup olmadığı belirsizdir. Kanuni düzenleme kendi zamanı için önemli bir yenilik olsa da kadını korumakta yetersiz olduğu aşikardır.
Opuz Davası
Nahide Opuz, annesinin imam nikahlı kocası olan üvey babasının oğlu ile imam nikahlı olarak evlenmiş, 2 çocuğunun doğumunda sonra 1995 yılında resmi nikah kıyılmış bir kadındır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ülkesinin kendisini ve annesini koruyamadığı, sonucunda annesinin öldüğü gerekçesiyle başvurmuş ve bu başvuru sonucunda Türkiye kadına şiddet sebebiyle ihlal cezası alan ilk ülke olmuştur.
Nahide Opuz ve annesi 1995 yılında şiddet gördükleri iddiasıyla ve ikisi için de alınan 5 gün iş göremezlik raporuyla savcılığa suç duyurusunda bulunmuş, açılan davalar ise şikayetten vazgeçilmesi sebebiyle düşmüştür.
1996 yılında ikinci saldırı sonucunda Nahide Opuz’un hayati tehlike geçirmesi sebebiyle kocası tutuklanmış, dava esnasında Nahide Opuz’un iyileşmesinden sonra kocası serbest bırakılmıştır. Akabinde Nahide Opuz kocasıyla barıştığı gerekçesiyle şikayetini geri çekmiş ve dava düşmüştür.
1998 yılında üçüncü saldırıda Nahide Opuz’un eşi Nahide Opuz’a bıçak çekmiş, çıkan kavga sonucunda Nahide Opuz 3 gün, annesi 5 gün iş göremezlik raporu almıştır. Bu saldırıdan sonra herhangi bir dava açılmamıştır.
Olay akabinde Nahide Opuz annesinin yanına taşınmıştır. Sonrasında yine 1998 yılında Nahide Opuz’un eşi, Nahide Opuz ve annesine arabayla çarpmıştır. Anne ağır yaralanmış, Nahide Opuz ise 5 gün iş göremezlik raporu almıştır. Koca olayın kaza olduğunu Nahide Opuz ise öldürme maksatlı olduğunu iddia etmiştir. Ardından kamu davası açılmış, koca tutuklanmış ve Nahide Opuz boşanma davası açılmıştır. Nahide Opuz, kocasının tehdit ve baskıları sonucunda boşanma davasını geri çekmiştir.
1998 yılında tüm bu yaşananlar gerekçe gösterilerek 4320 Sayılı Kanun’a (mülga kanun) dayanarak koruma talep edilmiştir. Ancak koruma talebi reddedilmiş, koca ve babası hakkında bir dizi dava açılmıştır. 17.11.1998 tarihinde Nahide Opuz ve annesi şikayetini geri çekse de yaralamanın ağır olması sebebiyle koca 3 ay hapis cezası verilmiş ancak bu ceza para cezasına çevrilmiştir. Sonrasında Nahide Opuz kocasıyla yeniden birlikte yaşamaya başlamıştır. 2001 yılında 5. Saldırı gerçekleşmiş ve Nahide Opuz 7 bıçak darbesiyle yaralanmıştır. Yaraların ağır olmaması sebebiyle koca serbest bırakılmıştır. Koca hakkında para cezasına hükmedilmiştir.
2001 tarihinde Nahide Opuz tehdit edildiği gerekçesiyle 6. Kez şikayette bulunmuştur ve boşanma davası açmıştır. Nahide Opuz’un annesi 2002 yılında silahla ve telefonla tehdit edildiği, küfür edildiği vs. Birçok gerekçeyle yeniden şikayette bulunmuştur. Koca, Nahide Opuz’un annesinin Nahide Opuz’u ahlaka aykırı yaşamaya zorladığını iddia etmektedir. Bu sıralarda Nahide Opuz annesiyle yaşamaktadır. İlerleyen süreçte anne İzmir’e taşınmaya karar verip 11.03.2002 tarihinde eşyalarını kamyonete yüklemiştir. Bunu öğrenen koca, kamyonetin önünü kesip anneyi öldürmüştür.
Koca, savunmasında haksız tahrikte bulunulduğunu, kışkırtıldığını iddia etmiştir. Tüm bunların sonucunda kocaya 25 yıl 10 ay hapis cezası ve 180,00 TL para cezası verilmiştir. Yargılamanın 6 yıl sürmesi, dosyanın temyize gideceği ve tutukluluk süresi göz önünde bulundurularak koca serbest bırakılmıştır.
Başvuran 15 Nisan 2008 tarihinde savcılığa başvurarak koruma talep etmiştir. 14 Mayıs 2008 tarihinde AİHM’ne başvurmuştur ve devlet tarafından korunmadığını iddia etmişti. AİHM bu durumu hükümet yetkililerine iletmiş ve alınacak tedbirlerin bildirilmesini istemiştir. Akabinde çeşitli yazışmalar neticesinde Diyarbakır CBS, Diyarbakır Valisi’ne yazarak Nahide Opuz’un korunması için tedbir alınmasını istemiştir.
Son olarak Nahide Opuz’un avukatı 14 Kasım 2008 tarihi itibariyle hiçbir tedbir alınmadığını AİHM’e iletmiştir. 21 Kasım 2008 tarihinde Hükümet, emniyet yetkililerinin başvuranı eski kocasından korumak amacıyla özel tedbirler alındığını AİHM’ne iletmiştir. Özellikle sanığın başvuranın ikametgahına yaklaşması halinde yakalanabilmesi için fotoğrafları ve parmak izi örneklerinin bölgedeki karakollara dağıtıldığı bildirilmiştir. Yargılama sonucunda AİHM, AİHS 2, 3, 41. Maddeleri uyarınca ihlal kararı vermiş ve başvuran Nahide Opuz’a 30.000 Euro tazminat ve 6.500 Euro yargılama gideri ödenmesine karar vermiştir.
TBMM 24/2. Dönem 181 sıra sayılı komisyon raporunda yer alan İstanbul Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin “Kadını Şiddetten Koruma Kanunu” teklifinde genel gerekçede yer alan 9 Haziran 2009 tarihli Nahide Opuz – Türkiye Kararı bu şekilde uluslararası niteliği haiz ve 6284 sayılı kanunun tasarısı genel gerekçesinde bahsedilmese de Türkiye’nin iç hukuk düzenlemeleri ile fiili uygulamalarını gözden geçirmesi gerektiğini ihtiva eden AİHM kararıdır.
Karar ve yaşanan olaylar 4320 Sayılı Kanun’un kadınları korumak konusunda yetersiz kaldığını, gerek kanun gerekse uygulama sebebiyle mağduriyetleri gidermediğini, defalarca saldırıda bulunulmasına rağmen yapılan başvurular, olayların gerçekleşme biçimleri ve toplumsal yapı göz önünde bulundurulduğunda baskı ve tehditlerle kadınlara şikayetlerinin geri çektirildiği, şikayetin geri çekilmesi durumunda da erkeklerin hayatlarına ve şiddet uygulamaya kaldığı yerden devam ettiği açıkça görülmektedir.
İstanbul Sözleşmesi
Sözleşmenin amacı kadınları her türlü şiddetten korumak ve kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak, ortadan kaldırmak; kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve, kadınların güçlendirilmesi yoluyla da dahil olmak üzere, kadın ve erkek arasındaki somut eşitliği teşvik etmek; kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddet mağdurlarını korumak ve bu kişilere destek vermek için kapsamlı bir çerçeveyi, politikaları ve tedbirleri tasarlamak; kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla uluslararası işbirliğini güçlendirmek; kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddeti ortadan kaldırmak üzere bütünsel bir yaklaşımı benimsemeye yönelik etkili bir işbirliği yapmaları için örgütlere ve kolluk kuvvetlerine destek ve yardım sağlamaktır.
Sözleşme, ev içi şiddet de dâhil olmak üzere orantısız bir şekilde kadınları etkileyen, kadınlara yönelik her türlü şiddet biçimi için geçerlidir. Taraf devletler, bu sözleşmeyi tüm ev içi şiddet mağdurlarına uygulamaya teşvik edilir. Taraf Devletler, bu Sözleşme hükümlerinin uygulanmasında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın mağdurlarını özellikle dikkate alır.
“Kadınlara yönelik şiddet” ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir ve bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır.
“Ev içi şiddet”, mağdur faille aynı haneyi paylaşsa da paylaşmasa da, aile veya hanede, eski veya şimdiki eşler ya da partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet anlamına gelir.
“Toplumsal cinsiyet” toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan roller, davranışlar ve eylemler anlamına gelir.
“Kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” doğrudan kadınlara yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya orantısız bir şekilde kadınları etkileyen şiddet anlamına gelir.
“Kadın” ibaresi ise 18 yaş altı kız çocuklarını da kapsar.
Taraf Devletler, özel ve kamusal alanda herkesin, özellikle de kadınların, şiddetten uzak yaşama hakkını korumak ve bu hakkı sağlamak amacıyla gereken yasal veya diğer tedbirleri alır. Taraf Devletler, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı kınar ve kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı önlemek üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri gecikmeksizin alır ve bu kapsamda, kadın erkek eşitliği ilkesini kendi ulusal anayasalarına ya da diğer uygun mevzuata dahil eder ve bu ilkenin uygulamada gerçekleştirilmesini güvence altına alır; kadınlara yönelik ayrımcılığı, ihtiyaç bulunması halinde, yaptırımlar uygulamak yoluyla yasaklar; kadınlara yönelik ayrımcı yasa ve uygulamaları kaldırır.
Sözleşme kapsamında kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti önleyen ve kadınları toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel önlemler ayrımcılık olarak kabul edilemez.
6284 Sayılı Kanun
Kanunun amacı şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.
Bu Kanunun uygulanmasında şiddet mağdurlarına verilecek destek ve hizmetlerin sunulmasında temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izlenir. Şiddet mağduru ve şiddet uygulayan için alınan tedbir kararları insan onuruna yaraşır bir şekilde yerine getirilir.
Kadın, çocuk, aile bireyi ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişi ifadesi ile şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali olan kişiyle tek taraflı veya iki taraflı bir gönül bağı/duygusal ilişki bulunduğu için dezavantajlı konumda kalan ‘kişi’ korunmaktadır. Burada kadının korunmasının gereksiz oluşu ve erkeğin mağdur edildiği söylemleri ile ve hatta feminizm ile ilişkilendirilerek feminist kadınların aile yapısını bozması sebebiyle eleştirilmektedir.
Bu eleştirilerin haksızlığı maddenin baştan sona okunması ile açığa çıkmaktadır. Burada önemli olan şiddetin en savunmasız olduğumuz kişiler tarafından uygulanıyor oluşudur ve aslında cinsiyet gözetmeksizin uygulanabilir.
“Kadının beyanı esastır”
Kadınların cinsel suçlar ve şiddet vakaları sonucunda mağdur olması durumunda her ne kadar fail suçlu olsa da gerek toplum nezdindeki tepkiler gerekse yargılama esnasında savunma makamından gelen iddialarla kadın daha çok suçlu konumuna düşürülmeye çalışılmaktadır. TCK kapsamında kadına suç atfedilemese dahi toplum ve fail nezdinde kadını suçun sebebi gösterme eğilimi bulunmaktadır. Yargılama süreci başladığında
failler çoğunlukla; “kadın ahlaksızdı, tahrik etti, hak etti, kadının davranışları sebebiyle bu suçu işlemek zorunda bırakıldım” gibi mesnetsiz savunmalarda bulunmaktadır. Toplumda da bu gibi konulara olan ataerkil yaklaşımlar sebebiyle kadınlara suçluluk duygusu aşılanmaktadır.
“Bilgisel adaletsizlik”
Olcay Karacan’ın konuyla ilgili “Kadının Beyanı Esastır İlkesi ve Bağlamsallık” isimli makalesinde bilgisel adaletsizlik kavramıyla açıklama yapılmaktadır:
“Cinsel suçlarla ilgili yargılamalarda kadınlar ahlaksızlıkla suçlanıp marjinalleştirildiklerinde onların söylediklerinin ciddiye alınıp onlara özenli yaklaşıldığı söylenemez. Kadınların söylediklerinin ciddiye alınmaması ise yargılama süreçlerinde kadınlara yönelik bilgisel adaletsizlikleri beraberinde getirir.
Bilgisel adaletsizlik olarak açıklanan bu durumda kadının beyanı esastır ilkesinin ne denli önemli olduğu aşikardır. Yargılama başlarken kadın hali hazırda dezavantajlı konumda başlamaktadır. Beyanının esas alınması ise kadının dezavantajlı olan konumunu eşitleme çabasından kaynaklanmaktadır.
“Şüpheden sanık yararlanır”
Bu ilke bir sanığın suçluluğuna ilişkin şüpheler kaldığında mahkeme tarafından mahkum edilemeyeceği anlamına gelir. Çünkü bir hata söz konusu olduğunda, bu hatanın sonucu olarak masum birinin hapse girmesindense suçlu kişinin dışarıda kalması tercih edilir.