Belkıs İbrahimhakkıoğlu
15 Şubat 2014, Cumartesi günü HAZAR’da “Osmanlı Son Döneminden Cumhuriyete Kadın Okumaları: Kadınlar Ne/Neden/Nasıl Yazdılar?” adlı 8 haftalık programın ilk bölümünü gerçekleştirdik.
İlk kısımda Münevver Ayaşlı’nın kendi yaşamı, yaşadığı dönem ve romanı “Pertev Bey’in Üç Kızı, İki Kızı ve Torunları” nda işlediği konular, ilgimizi çeken kısımlar üzerinden paylaşımlarda bulunduk. 1900’lü yılların başlarına, Osmanlı subayı Pertev Bey ve ailesinin konağına gittik, eşi ve üç kızı (Selmin, Berrin ve Nermin’in) yaşam tarzları, acılarını, hayatı algılayış biçimlerini, geçirdikleri değişimi konuştuk. Osmanlının son dönemlerinden Cumhuriyetin ilk yıllarına geçiş sürecinin siyasi ve toplumsal değişikliklerin kişiler ve aile yapıları üzerindeki etkilerini , romanın artılarını eksilerini, doğu batı çatışmasını, Ankara İstanbul farkını yorumlama imkanı bulduk.
Programın ikinci bölümünde Belkıs İbrahimhakkıoğlu konuğumuzdu. Kendileri Münevver Ayaşlı’yla ve son dönem Osmanlı hanımefendileriyle tanışıklığını, hatıralarını aktardı, roman üzerinden o döneme ilişkin tahlillerde bulundu. Tadı damağımızda kalan bir söyleşiydi. Bu tarz sohbetlerin özetini aktarmak, bir nehirde iki kez yıkanılmaz ya da sohbetin tekrarı olmaz prensibini de hatırda tutarak tam anlamıyla pek mümkün görünmese de Belkıs hanım kısaca şu noktalara değindi:
“*Bir ailenin çözülmesini, çöküşünü bize aktaran ve bir anlatı kitabı olan “Pertev Bey’in Üç Kızı, İki Kızı ve Torunları” adlı eseri okuyunca şöyle bir soru beliriyor insanın zihninde. Bir aile bu kadar çabuk çözülmeli miydi? Bu kadar çabuk güne teslim olmalı mıydı? Feraset güne teslim olmamakla kazanılan bir şey.
*O dönemde çözülme ve estetik ilişkisine de ayrıca dikkat etmek gerekir. Biz şimdi estetiği batılı anlamda yaşıyoruz, bizim kültürümüzde fonksiyonu olmayan şey kullanılmaz. Estetik de fonksiyonu olan alanlar ve nesneler üzerinde gelişmiştir.
*Münevver hanım bu kitapta solu biraz fazla hırpalamış gibi görünüyor. O dönemde yerli bir sol anlayışı yok gibi ama yine de yerli solu temsil eden örnekler de var.
*Osmanlı paşazadelerinde ve hanımlarında gözlemlenen yenemedikleri bir kibir ve enaniyet var, tasavvufla bu hal bir miktar törpülense de yine de zaman zaman ortaya çıkıyor. Rumeliden gelen hanımefendilerle, İstanbul’da yaşayan hanımefendilerin yaşayış tarzlarında ve birbirlerine olan bakış açılarında farklılık var. Güçlü kadınlar, düşündüğünü söylemekten çekinmeyen kadınlar ama bir taraftan da aristokrat kibri var.

*Bugün ahlaki anlamda silkelenmeye ihtiyacımız var. Bir aynaya bakmayı bilemiyoruz. İnsan kendi çıplak gerçeğini göremezse manevi kapılardan adım attırmazlar. İnsan kendini görmeye başladığında başkalarının kusurunu arayamaz, bulamaz. Bilginin esası Marifetullah’tır. Çalışıp tevekkül etmek, Hakk bildiğini söylemek en büyük cihattır. Rabb’imizin biçtiğine razı olmak önemlidir. Bize kibir olan bilgiyi Allah nasip etmesin. Cenab-ı Hakk iddiayı sevmez, iddia ile kibir başat gider. İtidal çok önemlidir. Din gaye değil vasıtadır. Bizim yitik malımız ahlaktır. İç yolculuğumuza zaman tanımamız gerekiyor. Aşkın makbul olanı iç yolculuğuna dönüşendir.”
Belkıs hanıma hem sıcak sohbeti için hem de şahitliklerini ve bilgi birikimiyle yoğurduğu tahlillerini cömertçe bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz. Katılan ve değerli paylaşımlarda bulunan arkadaşlara da teşekkürler.
Hazırlayan: Lütfiye Göktaş
{jcomments on}