10 Ekim 2018
“Gündem Tartışmaları” kapsamında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Adalet Bakanlığının ortak gerçekleştirdiği Nafaka Çalıştayı Ankara Hakimler Ev’inde gerçekleşti. Kamu, üniversite ve STK’ların katılımıyla gerçekleşen çalıştayın açılışında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, yoksulluk nafakası meselesinin son günlerde kamuoyu tarafından sıklıkla gündeme geldiği ve çeşitli açılardan tartışıldığını ifade etti. “Yoksulluk nafakasını eleştirinin odağı haline getiren hususların başında Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesinde somut olayın koşulları göz önünde bulundurulmadan ve önem arz eden belirli kıstaslarla birlikte değerlendirilmeden uygulanması gelmektedir. Uyuşmazlığa konu olan evliliğin süresi, tarafların yaşları ve yeniden aile kurma olasılıkları, sosyo-ekonomik durumları, mesleki durumları gibi önemli unsurların nafaka düzenlenmesinde değerlendirmeye dahil edilmesi, adil kararların ortaya çıkması açısından elzemdir.” Dedi.
Programın ev sahiplerinden bir diğeri olan Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Gül “”Burada gerçekleşecek çalıştayın nafaka sisteminin iyileştirilmesine katkı sağlayacağına ve düzenlenecek mevzuata ışık tutacağına inanıyorum. Çalıştayda yeni bir düzenleme önerisi ortaya çıkarsa bunun taraflar açısından başka mağduriyetlere kapı açmayan, toplumun genel menfaatleriyle uyumlu olmasına dikkat edilmeli.” Dedi.
Hukuksal Yönü, Toplumsal İhtiyaçlar ve Sosyo- Ekonomik Boyutuyla Yoksulluk Nafakası
Programın birinci oturumu aile bütünlüğünü korumak üzere oluşturulan meclis araştırma komisyon başkanı Ayşe Keşir’in konuşmasıyla başladı.
Ayşe Keşir, “Hiç bir sosyal konu bir diğerinden bağımsız olmadığı için Aile Bütünlüğünü Koruma Komisyonunda boşanma ve dolayısıyla da nafaka konusu gündeme geldi. Çalışmamızda şu üç boşanma türünde hakimin verdiği “süresiz” nafaka meselesinin mağduriyetlere yol açtığı iddia edildi.
Birincisi, nikah olmasına rağmen fiili birlikteliğin gerçekleşmediği durumlardaki boşanma,
İkincisi 3-6 aylık gibi kısa süreli evlilikler sonucu gerçekleşen boşanma,
üçüncüsü eşit kusur durumunda gerçekleşen boşanma. Bu durumlarda süresiz nafaka yükümlüsü olmak mağduriyet oluşturduğu gibi adalete de uygun bulunmuyor. Bu tür boşanmalarda nafaka meselesinin tarafsız ve hakkaniyete uygun yeni bir düzenleme yapılması talep ediliyor”. Dedi.
Programın devam eden kısmında nafakanın ne olduğu ve hukuki düzenlemenin nafakaya sınır getirip getirmediği meselesi oldukça tartışıldı. Mevcut düzenlemenin hakimin inisiyatifine uygun olarak sınırı da içerdiğini düşünenler kanun maddesinin değişmesine gerek olmadığı, olası mağduriyetlerin hakim kararıyla aşılabileceği düşüncesindeyken, hükmün bir sınır içermediği gibi sınır koymanın da yasaya aykırı olduğunu söyleyenler yeni bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu en azından metinde yeralan “süresiz” ibaresinin kaldırılması gerektiğini söyledi.
Bir üçüncü grup ise olası düzenlemelerin kadın aleyhine gelişeceği ve kadın kazanımlarının geriye gideceği endişesiyle mevcut yasanın aynen korunması talebini dile getirdi.
Eşit kusurlu olma halinde nafaka alma yine bir başka tartışma konusuydu. Eşit kusur halinde taraflardan birinin nafaka ödemesinin adil olmadığını söyleyenlere karşılık yoksulluk nafakasının bir tazminat olmadığı, bir sosyal dayanışma, bir destek , ahlaki bir duruş olduğu bu yüzden nafaka alacak kişide kusur aranmasının doğru bir yaklaşım olmadığı beyan edildi.
Nafaka “süresiz” olmalı diyenler 1988’e kadar 1 yılla sınırlandırılan nafakanın ihtiyaçlar doğrultusunda süresiz hale getirildiği ve henüz bu ihtiyaç durumunun ortadan kalkmadığı , kadının sosyo-ekonomik durumu düzeltilmeden farklı bir düzenleme yapmanın başkaca mağduriyetlere kapı aralayacağı, zaten nafakanın hakim kararıyla yoksulluğa düşme durumunda verildiği, boşanmalarda dezavantajlı kesimin genelde kadın olduğu, kadının korunmasının anayasal bir yükümlülük olduğu, yapılacak bir değişiklik olursa bu hükmün gözden kaçırılmamasını, kadınların genel olarak çocuklara bakan taraf olduğu için çalışmasının zor olduğu, çalışmak istese bile yaş ve eğitim gibi engellere takıldığı, kadın istihdamının Türkiye’de az olmasının da bunu teyid ettiği, kadının boşandıktan sonra evlenmesinin erkeğe göre daha zor olduğu, ödenen miktar az da olsa nafakanın kadınlar için bir güvence olduğu ve Anadolu’da bu paraya ihtiyaç duyan kadınlar olduğu gibi argümanlarla itiraz edildi.
Ayrıca, Bütün hukuk sistemlerinin kadının konumunu yükseltmek üzere oluşturulduğu, nafakanın sınırlandırıldığı ülkelerdeki kadının sosyo-ekonomik koşulları sağlanmadan nafakanın sınırlandırılmasının adaletsizlik içereceğinden hareketle süresiz nafakanın elzem olduğu vurgulandı.
Kadının güçlenmesi adına nafakanın sınırlandırılmasını öne sürmek ise trajı komik bulundu.
Konunun gündeme getirilmesinin boşanmaların önünü kesmek için olduğunun söylenmesi ise tepkilere yol açtı ve süreci en baştan zehirlemek ve tehlikeli bir niyet okuma olarak nitelendirildi.
Nafakanın Süreli olmasının daha doğru olduğunu düşünenler ise şu argümanları ileri sürdüler:
Artık bütün dünyanın süreli nafaka rejimini uyguladığı, özellikle kısa süreli evliliklerde ve eşit kusur durumunda nafaka ödemenin adaletsiz olduğu,
süresiz nafaka uygulamasının başkaca problemlere kapı araladığı, nafaka ödeyen kişinin yeniden hayatını kurmasının zor olduğu, evlenmesi durumunda yeni eş ve çocukların ekonomik mağduriyet yaşadığı, nafaka hakkını kaybetmemek için kayıt dışı evlilik ve kayıt dışı çalışma gerçekleştirilerek nafaka ödeyen kişinin ve yasanın suiistimal edilebildiği ilaveten nafakanın kadının kendi hayatını kurmasına engel olabileceği dile getirildi.
Ayrıca, yasanın erkeği yalana ittiği, ödeyemeyen erkeklerin hapis cezasına çarptırıldığı, dolayısıyla husumet ve nefret oluşmasına zemin hazırladığı ifade edildi.
Kadın evlenmeden önceki sosyo-ekonomik durumu nasıldır ki 3-5 ay evli kalıp boşanınca hemen yoksulluk haline düşmüş oluyor. Böyle bir şey olamayacağına göre kısa süreli evliliklerde nafaka sınırlı olmalı, denildi.
Boşanmalarda maddi-manevi tazminat ödemelerinde kusur bir kriter olarak kullanıldığı halde nafaka meselesinde eşit kusurlu olan eşe nafaka ödenmesi de çelişkili bulundu. Boşanmalarda çocuklu- çocuksuz ayrımının yanlış olduğu zira çocuğa ayrıca iştirak nafakasının verildiği, yoksulluk nafakasının çocukla bir ilgisi olmadığı dolayısıyla nafaka belirlenmesinde bu ayrıma gerek olmadığı söylendi.
Bu olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için en az 1 yıl en çok 5 yıl olacak şekilde nafakanın sınırlandırılması, 5 yıl sonunda hala nafaka alan eş ihtiyaçlı haldeyse sosyal devletin görev alması gerektiği ifade edildi. Ancak bazı katılımcılar bireylerin yükünün devlete yüklenmesini doğru bulmadı.
Ayrıca hakimler açısından da eşit kusur durumunda nafakaya hükmetmenin zorluğuna dikkat çekildi.
Toplantıda ayrıca, kadınların ekonomik seviyesinin onları nafakaya muhtaç hale gelmeyecek şekilde yükseltilmesi en esaslı çözüm olarak ortak görüş olarak belirdi. Buna ilaveten şu görüşler de öne sürüldü:
*Evlilik süresiyle nafaka süresi eşitlenmeli.
*Nafaka meselesi her olaya özel olmalı ve somut olay adaleti çerçevesinde hakimler tarafından çözülmeli.
*Nafaka belirlemede adaletli bir hüküm için hakimin takdir yetkisi genişletilmeli.
*Nafaka konusu insan hakları açısından cinsiyetsiz bir şekilde ele alınmalı.
*Aslolan boşanan kadını erkeğin eline bakar hale getirmemektir. Bunun için nafaka devlet kanalıyla gerçekleşmeli, yükümlü olan kişi devlete ödeme yapmalı, alacaklı devletten almalı, böylece ödeme takibi devlet tarafından yapılmalı, boşanmış çiftler zorunlu olarak birbirleriyle muhatap olmamalı.
* Toplantının yapılmasını icbar eden nafaka mağduriyeti iddiası bakanlık tarafından incelenmeli ve mağduriyetin gerçekçi olup olmadığı, bir gerçeğe dayanıyorsa bunun hukuktan mı, uygulamadan mı kaynaklandığı tespit edilmeli, böylece olası düzenlemeler bu veriler ışığında gerçekleşmeli.
Konuyu İslami esaslar perspektifinden ele alan Diyanet temsilcisi “Boşanmadan sonra erkeğin kadının gönlünü hoş edecek şeyler vermesi teşvik edilmiş hatta erkeğin üzerine borç olarak yazılmıştır. Hatta devlet ve de toplum eğer bir mağduriyet varsa bundan sorumlu tutulmuştur”. dedi.
Böylece çalıştay sonuca ulaşmayan bir beyin fırtınası olarak neticelendi.