İbn-i Haldun Sosyolojisi: İlmi Umran (Umran İlminin Kavramları)

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

İbn-i Haldun Sosyolojisi: İlmi Umran

Yard. Doç. Hızır Murat Köse
Kadim gelenekte kitapların besmele, hamdele ve salvele dediğimiz kısımları vardır. Bir anlamda buraları metnin özetlendiği yerlerdir. Burada o disiplin ile ilgili kitabın temel kavramları konuşturulur. Kitabın geri kalan bölümlerinde bu girişler şerh edilir.
Mukaddime İbn-i Haldun’un eseri olan İber’in girişidir ve umran kelimesi ilk burada geçer ve “Umran İlmi” nin temel kavramları burada yer alır.
“Hamd olsun o Allah’a ki izzet ve ceberut O’nundur. Mülk ve melekȗt (maddi ve manevi âlemler) onun elindedir. En güzel isimler ve vasıflar O’nundur. O ȃlimdir, fısıldaşmaların açıkladığı veya sükûtun gizlediği şeyler bilgisi dışında kalmaz. Kȃdirdir göklerde ve yerde olan hiç bir şey onu aciz bırakmaz, elinden kurtulamaz. O başlangıçta bizi arzdan bir zürriyet olarak yarattı. Nesiller ve milletler halinde bizimle yeryüzünü mamur etti. Topraktan rızık ve kısmet sahibi olmamızı kolaylaştırdı. Ana rahimde ve evlerde bizi korumakta, eceller bizi elden ele vermekte ve bu ecellerin üzerimize çizdiği kitabın(ve kaderin) vakti sınırlı bulunmaktadır. Beka ve sübut ise O’nundur. O, ölmeyen bir diridir.” (İbn-i Haldun, Mukaddime, Haz. Süleyman Uludağ, 2011, s.157)
İbni Haldun Mukaddime de kadim geleneğe uygun olarak besmele hamdele ve salveleden sonra girişte seçtiği kelime “İzzet”tir. “Umran” da diyebilirdi ama demiyor. Birinci olarak “İzzet” kelimesi var.
“İzzet” İslam siyaset düşüncesinin önemli kavramlarından birsidir. İzzet ile bağlantılı Aziz vardır. İzzet’in zıddı “zillet”tir. İzzetli olmak, aziz olmak bunlar güç ifade eden kavramlardır. Bunlar aynı zamanda da siyasi kavramlardır. Peşinden de “ceberut” kavramı geliyor. Umran’dan bahsedecek ama önce bu faaliyetlerin en önemli kavramlarını veriyor;  Güç kavramı, gücün bir anlamda tezahürü olan “el izzet ve’l ceberut” kavramları bir anlamda siyasi tabiri de veriyor.
“Mülk” ve “melekût” peşinden de bu kavramları getirdi. Mülk Umran’ın, Hadari Umran’ın önemli aşamalarından birisi. Bedavetten hadarete geçiş mülk ile oluyor. Mülk ve melekût; bunlar âlemler. Biz mülk âleminde yaşıyoruz. Dolayısı ile Umran İlmi de mülk ile alakalı. Bugün bir sosyoloji kitabı yazsanız içinde ceberut ve melekût olmaz. Mülk olur, izzet te olabilir. Allah ile ilgili varlıkla ilgili kullandığı kelimeler bunlar.
Sonra Esmaü’l Hüsna’dan bahsediyor. İlk ele aldığı sıfat ise “Âlim” sıfatı. Gücü söyledi biraz sonra “Kadir” gelecek ama ondan önce ilimden bahsediyor “Ȃlim” sıfatını zikrediyor. Yani siyaset olsun, iktisat olsun, sosyal hadiseler güçte dâhil olmak üzere ilimsiz olmaz. Burada ciddi mesajlar var. Kastettiği belki Allah ama bize düşen nasipleri de var. Devamında orada İbn-i Haldun için önemli olan iki tane kavram var. Birincisi “zahir”, ikincisi “hafȋ”. “Batın” kelimesini kullanmamış burada “hafȋ” kelimesini kullanmış.
İbn-i Haldun bir fakih, tarihçi, felsefe de çalışmış felsefeyi de biliyor ve Umran İlmi’ni yazıyor.  Bunu yazma nedenlerinden bir tanesi tarihte yaşadığı sıkıntılar. Tarihi malzemeyi ve tarihten gelen o nakillerin değerlendirilebileceği bir kriter arıyor. Yani zahirde görünen ahvalin arkasındaki hafȋ -gizli-olan tabiatı arıyor.
Kitabın adı ibretten gelen İber. İbret ders almak demek, ibretle alakalı başka bir kelime tabir vardır. Neyi tabir ederiz? Rüya tabiri vardır değil mi? Dolayısı ile İbn-i Haldun sizi Umran İlmi ile zahirde görünenin arkasını tabire götürüyor. Onun tabirini ibret alasınız diye size vermeye çalışıyor. Umran biraz da bununla alakalı.
“Alim”, “Kadir” ve “İlim”den sonra “Kudret” geliyor. Kudret, ilimle alakalıdır. Dikkat edin;“bilgi güçtür” tabirini kullanmıyoruz. Fakat kudretin ilimle ilişkisi kritik.
Yani Aziz olan, Bir olan Allah, Ceberut, Mülk, Melekȗt âlemlerinin sahibi olan Âlim, Kadir, Allah’tan bahsediyor. Ondan sonra bize dünyaya geliyor. “Halk” kelimesini kullanmamış enşe’na demiş. İnşa kelimesi geçiyor. Yaratmanın inşa halindeki şeklidir. Buda kritik. Çünkü peşinden umran gelecek. Umran ile bağlantılı bir kelime inşa.  Bunlar Mukadddime’nin ilk girişinde tarihi tanımlarken kullandığı kavramlardır. Tarih ümemlerden ve nesillerden bahsediyor. Umran kelimesini fiil şeklinde ilk burada kullanıyor. İnşa, umran, ümmetler ve nesiller. Bu inşa ile sosyal alandan, hayattan, mülk dünyasından yani şu yaşadığımız dünyadan kısaca toplumdan bahsediyoruz. Toplumda insan olarak varlığımızı devam ettirebilmemiz için gerekli olan temel ihtiyaçlarımız var. Beslenmemiz gerekiyor ve bedenimizi, canımızı korumamız gerekiyor. Umran’ın tanımında içtima-i insani diyor. İnsanları bir araya getiriyor. İnsanlar tabiatı itibari ile medenidir, sosyal varlıklardır, bir arada yaşaması zorunlu varlıklardır.
Şimdi ‘Topraktan rızık ve kısmet sahibi olmamızı kolaylaştırdı’ derken; rızık geldi. Rızkı ve kısmeti bahsetti rızık iktisatla ilgili kısmın önemli kavramlarından birisidir.
Bu dünyanın başlangıcı rahimler, anne rahimleri, ehram diyor. Ve’l buyut ta olabilirdi. Dolayısı ile bu da Umran’ın önemli bir ayağı. Yani kişinin rızkını veren o Allah’ın aynı zamanda ana rahminden başlayan koruması var. Sonra rızık tekrarlanıyor. Ve sonra günlere geliyor, vakitlere geliyor. Bizim için imtihan olan vakitlere geliyor. Tarihle de doğrudan bağlantılı bir kısım. Bu şekilde devam ediyor ve Bȃki ve Hayy olan Allah ile girişi bitiriyor.
Mukaddime altı kitaptan oluşuyor:
I. kitap; Umran-ı beşeri; Beşeri Umran’dan bahsediyor.
II. kitap; Bedavet’ten bahsediyor. Bedavet nedir? Asabiyeti orada inceliyor.
III. kitap; Bedavet’in Hadarete dönüş hali olan mülkten bahsediyor. Bu ise siyasete tekabül ediyor.
IV. kitap; İktisada girmeden önce Umran’ın bir adımı olan şehirden bahsediyor.
V. kitap ise iktisattan bahsediyor.
VI. kitap; Artık bütün bu yukarıda saydıklarını yapan, siyasetini kurmuş, karnı doyan bir hayatın ürettiği ilimler ve sanatlardan bahsediyor.
Mukaddime de her bölüm bir ayet ile bitiyor. Yazdıktan sonra oraya bir ayet mi uyduruyor yoksa kafasında gerçekten ayet var ve yazdıklarını o ayet üzerinden mi kuruyor bilmiyorum. Ama kafasında bir şema var şüphesiz ve ayetler bundan bağımsız değil.
Umran üzerinde konuşmaya başlarken belki ilk vurgu yapılması gereken şey yeni bir ilim olması. İbn-i Haldun kendi bulduğunu söylediği bu ilme akli burhanȋ diyor.
Peki bu ilme neden ihtiyaç duyuyor?
Kendisine kadar rȃviler yoluyla gelen tarihi bir malzeme var. Rȃviler sağlam görünüyor ama metin kötü. Coğrafi olarak, biyolojik olarak gerçekleşmesi mümkün olmayan rivayetler var.  Yani gerçeklikle bir karşılığı yok. Rivayetlerin değerlendirilebileceği bir usul geliştirilebilir mi? İbn-i Haldun’un böyle bir derdi var ve bulduğu ilmin temel amacı bu. Zahir ve batın diye nitelediği şey de o. Bu onu yeni bir arayışa itiyor. İbn-i Haldun bu ilme iltifat edilmemesinin gerekçelerinden birisi olarak ‘faydası az olduğu için iltifat görmedi’ diyor. Faydası ne peki?  Rivayetlerin yanlış ve ya doğru olduğunu tespit etmek. Size varlıkla ilgili, âlemle ilgili bir şey söylemiyor. Diğer ilimler ile olan farkın kendisi de farkında ama bu yeni ilmin öneminin ne kadar farkında bundan emin değilim. Ama şurası net ki Umran İlmi yeni bir ilimdir. Diğer ilimlerden farklıdır. Bu farklılığı İbn-i Haldun kendince ortaya koymaya çalışmıştır.
O ilm-i umran, içtima-i insani, içtima-i beşeri diye tanımlıyor. Bunun yeni bir ilim olabilmesi için önce mevzusu olması lazım, o var. Sonra o ilmin meselelerinin ortaya konması ve tartışılması gerekir. İbni Haldun önce, insanın tabiatı itibari ile medeni olması, sosyal bir varlık olması ondan sonra iklimin fiziki yapı üzerinde, ahlȃk ve ekonomi üzerindeki etkisinden bahsediyor. Bunlar aslında o ilmin dışında olan şeyler olmakla birlikte umran ilmini etkileyen unsurlar. Yani ilk önce bir umran’ın,  bedȃvetin,  hadȃretin,  mülkün yaşayabileceği dünyayı resmediyor. Umran şu şartlarda oluşur ve üzerinde şöyle dış etkiler var diyor ve kendi iç dinamiğinde umran ilminin meseleleri nedir diye sorup bütün kitapta bundan bahsediyor. Yani dediğimiz gibi birinci kitapta giriş mahiyetinde umran-ı beşeriyi anlatıyor. Umran-ı Beşeri, Bedȃvet, Mülk, Şehir, İktisat ve İlimler bu sosyal hayat içinde ana unsurlar olarak inceleyeceğiniz noktalardır. Çünkü hangi topluma barksanız bakın sosyal yaşamı var. Bu yaşamın ürettiği bir siyaset var, bununla bağlantılı iktisat var, ilimler var. Bir de bunların kendi aralarındaki irtibatları ve işleyişi var. İbn-i Haldun da kendi döneminde bu işleyişi anlamaya çalışıyor. Yapmaya çalıştığı şeylerden birisi bu. Ve bundan çıkacak semere ile tarihi malzemeyi nasıl kritik edebilirimin derdinde.
Herhangi bir toplumu incelemek istediğinizde bu temel kavramlar üzerinden incelersiniz. Bu anlamda bu kavramlar İbn-i Haldun’a has kavramlar değil. Peki o zaman İbn-i Haldun’u ve umran ilmini burada nereye koyacağız.  İbn-i Haldun’un kendisi 1406’ da ölüyor. Ondan önce hiç kimsenin bulamadığı bir ilim bu. Fıkıh var, felsefe var, tarih var bütün bunlar varken umran ilmini nereye koyacağız peki? Bunun ilimler tasnifindeki yeri ne?
Bedȃvetin içindeki mekanizma nasıl işliyor?  Asabiyetin bunun içindeki yeri nedir buradan hadarete mülkle nasıl geçiliyor, sonra nasıl bitiyor. İbn-i Haldun’da umranın içindeki iktisadi yapı, şehirlerin yapısı hepsi tartışılabilir ama daha kritik olanı Umran İlmi  ne, bunu nereye koyacağız ve ne anlam ifade ediyor?
Umran İlmi  İbn-i Haldun’un kendisi aklȋ ve burhanȋ olarak tanımlıyor. Yani bunun için de haberȋ inşaȋ bir bilgi yok. Ama bir irtibatı var, peki biz bu irtibatı nasıl kuracağız?  Mesela fıkıh ile bir irtibat var ama onu nasıl tamamlayacağız. Anlamlandırmak gerekiyor bir yere koymak gerekiyor. İbni Haldun umran’a nur ilmi diyor ve bir anlamda onu hikemȋ ilimler içine koyuyor.
Sosyal bir zemini izah ederken yaptığım bir kavramlaştırma var; katʾiyyat ve zanniyat diye. Katʾiyyat bir anlamda ana ilkeler demek. Siyaseti ele aldığınızda bunun ana ilkeleri var, bir de bunun zannȋ alanı var, mesela iktisat böyle.
İslam Ansiklopedisi’nin İslam Siyaset Düşüncesi, Siyaset Maddesini yazarken bu anlamda bayağı sıkıntı çekmiştim. Önce ‘İslam Siyaseti Nedir’ diye bir kurgu yapmanız gerek. Genel anlamda kanaat ; ‘İslam Siyaset Düşüncesi diye bir şey olmadığı” yönündedir.  Yani Peygamber ve dört halife zamanında bir şeyler yapıldı, sonra diğerleri geldi. Mülkü saltanata dönüştürdüler.  Emevi, Abbasi, Osmanlı gibi tecrübeler oldu bunların hepsi tesadüf zaten! “Hiç birinin ciddi fikri bir altyapısı yok” düşüncesi var. İslam Siyaset Düşüncesi’nin yaşayan en önemli temsilcilerinden bir olarak kabul edilen batılı bir zat var. ‘İbn-i Haldun’dan sonra Afgani’ye kadar İslam düşüncesinde ciddi bir siyaset düşüncesi yoktu’ diyor. Peki öyle mi? Evet, bir yönüyle öyle. Osmanlıda bizim siyaset düşüncemiz şu diye kitaplar yazılmamış ama pratik var. Peki bu pratiği nasıl anlayacağız o zaman, bu tamamen tesadüfi bir şey mi? Üstelik öyle bir devlet ki o günün teknolojileri ve haberleşmesiyle Balkanlar’dan, Yemen’e,  Kuzey Afrika’ya kadar idari ve iktisadi bir sistem kuruyor. “Ciddi bir siyasi tezi yoktur” argümanıyla bunu nasıl izah edeceksiniz?
Peki demin zikrettiğimiz Allah; “Aziz” olan, “Âlim” olan, “Kadir” olan Allah, ‘siz insanlarsınız tabʾen medenisiniz ama birbirinizi yiyebilirsiniz sizde sorun da var. Sizin siyasi rejiminiz şu olsun’ da dememiş. Ve Peygamberin yirmi üç yıllık uygulaması var. O’da böyle bir şey söylememiş. Unuttu mu mümkün değil, peygamber vahyin kontrolünde. Dört halifeye bakıyoruz orada da yok. Hepsi farklı farklı usuller ile seçiliyorlar, peki biz bunu nasıl anlayacağız? İlkeler var ama o ilkelerin tezahür edeceği modeller net değil.
Benim orada gördüğüm şey ki ben onlara zanniyat dedim, İslam’ın, siyaset mekanizması ile ilgili uygulamaları zamana bıraktığı ama ana ilkeleri koymuş olduğudur. Ana ilkelerin zaman içinde aldığı şekil değişiyor. Çok emin olmamakla İbn-i Haldun da böyle yapmış olmalı diye düşünüyorum.
Burada bir soru İbn-i Haldun bugün ne ifade eder? Bugünkü dille ifade edecek olsak Umran ilmi sosyoloji, İbn-i Haldun’da sosyolog mudur? Yani İbn-i Haldun’un içtima-i insani içtima-i beşeri dediği bilimin ahvali var, vakıa var ve kendisi de bunun tabiatını keşfedeceğini söylüyor. Sosyologların da yaptığı bu değil mi o zaman onlardan bir farkı var mı?

Tabii siyaset, şer-i siyaset, akli siyaset var siyasetten bahsediyor ve mülkün ortaya çıkışını bedȃvetten hadȃrete geçiş resmini ortaya koyuyor. Bir bedevi topluluk hangi süreçlerden sonra mülke dönüşür ve sonra da batar bunu gösteriyor. Ama son tahlilde İslam Siyaset Düşüncesi Allah, toplum, insan ve tabiat arasındaki ontolojik tasavvura dayanır. Bana göre umran ilmi de öyle.

Modern siyaset tanımında ve sosyal bilimler anlayışında Allah yoktur, toplum ve insan vardır. Burada da ihtisaslaşma, bölünme vardır. Yani toplumun bir kesitini alıyorsunuz ve o kesitinin insanla olan ilişkisi üzerine siyaset diyorsunuz. Hukuk başka bir yönünü inceliyor, sosyoloji başka bir yönünü inceliyor, psikoloji ayrı iktisat ayrı yönünü inceliyor. Sosyal bilimlerde böyle bir durum var. Allah olmadığı için seküler bir şey. Bu anlamda normatif olamaz. Normatiflik iddiasında olanların yaptığı sosyal bilim değildir. Yani siz resmi çekersiniz İbn-i Haldun da aslında bunu yapıyor. Bu anlamda sosyolog denilebilir mi?
İbn-i Haldun’un insanı nasıl bir insan?
İbn-i Haldun’un insanı İslam’ın tanımladığı insandır. İslam insana öyle bir özellik vermiş ki hem kötü hem iyiye gidebilirsiniz. İnsan da, şeytan da olabilirsiniz bu sizin elinizde olan bir özgürlük alanı.
Batıda ne olmuş peki? Sosyal kelimesinin İngilizceye giriş tarihi 1500’lü yıllar 1560’lı yıllar. Yani düşünün ‘sosyal’ diye çok rahat kullandığımız ve herkesin anladığı bir kelime 1490’da İngilizce de yok. Peki sosyal konular olan ekonomi, siyaset, din yok mu, elbette var. ama bunlara ortak bir isim verilmiyor, bunların ayrı ayrı isimleri var. Ne oldu da 1500’lerde yaşadıkları dünyaya anlam vermek için sosyal diye bir kelime ihdas ettiler? Burada önemli olan; zaruri ihtiyaçlar üzerinden, güvenlik kavramı üzerinden bir insan tanımı ve bunun üzerinden bir inşa olmuş olması. Peki bu inşa ne anlama geliyor? Bu inşa ‘kritizm’ kelimesinde yaşanan sıkıntının bir tepkisini de ifade ediyor.
Batılı anlamda Sosyal bilim dediğiniz zaman tanrısı olmayan, kanunlarını kendilerinin tesbit ettiği bir sistem var.  İbn-i Haldun’un umran’ı böyle mi?  İbn-i Haldun’u bundan ayıran başkaca şeyler var.  İbn-i Haldun’da umran diğer ilimler ile birlikte değerlendiriliyor. İbn-i Haldun umran’ı bulduktan sonra “bak tamam bu benim tarihi malzemeyi analiz ederken işime yarıyor tamam ama size de kendi toplumlarınızı anlamak içinde bir şey söyleyebilir” diyor.
Peki Umran’da hangi şeriat uygulanacak? Bundan bahsetmiyor çünkü farklı toplumlar var, tek bir şeriat/kurallar bütünü yok. İbn-i Haldun’un söylediği şeriat bütün toplumlar için geçerli.  Asabiyet dinamik yapı, yani bir anlamda ekonomi, Umran, bedavet diyelim bunlar maddi neden, mülkte bu surete dönüşüyor asabiyette ise fail nedeni ama gaili neden ne? Boşlukta gibi hedef ne?
Hedefi umran ilmi söyleyemez orada sizin bir şeriat tercihiniz, hukuk tercihiniz gerekiyor, bir model tercihiniz gerekiyor. İki ayrım var; halkının çıkarını düşünen vezir, sultanın ve çevresinin çıkarını düşünen vezir bunun için şeriat olması gerekmiyor illa. Yani siz öyle bir dünyevi model kurarsınız ki orada açlık sorununuz olmaz, ev sorununuz olmaz, barınma sorununuz olmaz, hayatı bundan ibaret görürseniz hiçbir sorununuz olmaz, adalet içeren bir rejiminiz olabilir.  Ama çift dünya dareyn kavramı ile ifade edilen bir de öte dünya var. İşte o Mukaddime’nin girişini o yüzden okuttum. Sosyal bilimde onlar yoktur, sosyolojide o yoktur.
Dinin asabiyetle olan bir ilişkisi var? İbn-i Haldun Kureyş Hadisini yorumluyor ama İslam’ın gelişi ile birlikte din asabiyete ne katkı yapıyor konusu Mukaddime’de çok net değil. Katiyyat ve zanniyatı toparlarsak; şu elimdeki kitabın kapağı var, sayfaları var peki bunları bir arada tutan ne? Elbette şirazesi. Bu şirazeye ana ilkeler yani katʾiyyat diyebiliriz. Bu sayfalara da zanniyat yani uygulamalar diyelim. Bu durumda hepimizi bir arada tutan şey şiraze oluyor. Batıda yaşanan rejimlerde ise, kilise dönemi de dâhil olmak üzere yapılan şey kitabı kapatıp bantlamak gibi. Görünüşte bir kitap, evet ama sayfaları yok yani özgürlük alanı yok, farklılık yok, çeşitlilik yok. Batıda kilise döneminde de modern ulus devlet döneminde de yaşanan budur. Buna tepki olarak halk şirazesini koparmış, işte bu da post modern dönem oluyor. Ben buna fotokopi medeniyeti diyorum. Bir anlam bütünlüğü yok, maalesef biz de bunun içinde yaşıyoruz.
İslam ana ilkeleri getirmiş, sosyal alanda ve uygulamayı zanniyata bırakmış ama bu ana ilkeler zanniyata rengini veriyor. Dengeli, adaletli, insanın hürriyetine fırsat veren bir modelleme var. Bunun aldığı tezahür şekilleri farklı olabilir. Bu anlamda belki İbn-i Haldun’un umranla tespit ettiği şeylere de sosyalin kat’ileşmesi diyebiliriz. Ama durduğu noktayı biliyor, onun içinin neyle dolacağını, hangi tecrübe ile dolacağını da biliyor. Bir bütünlük var,  ama bu bütünlük sadece disiplinler arası bütünlük değil. Girişte söylediği Allah, izzet, ceberut, mülk, melekȗt dünyasıyla Allah’ın bir kulu olarak bütünlük içinde olmak önemli. Bence İbn-i Haldun’un umran’da getirmeye çalıştığı şey umran’daki düzenin, tabiatın kanunlarını bulmaya çalışmak.
{jcomments on}Peki, İbn-i Haldun’un umran ilmi bugün bize bir şey söyler mi? Bence İbn-i Haldun ya da ölmüş hiçbir kimse geleceğe dair hiçbir şey söylemez. Böyle bir soru yanlış sorulmuş olur. Bizim söyleyecek bir şeyimiz varsa biz onlara söyletiriz. O benzerliği bizim kurman lazım. Mesele İbn-i Haldun modelini, onun orada söylediğini sen burada konuşturabiliyor musun? Mesele bizim söyleyecek bir şeyimiz var mı?  Zanniyat alanı müthiş bir kapı açıyor bize, farklı olmak ama o farklı tecrübeleri kat’i ilkeler çerçevesinde yeniden inşa etmek gibi. Günümüzde modern sistemler tıkandı ve tarih karşımıza yeniden aktör olma durumunu çıkardı. Ama biz hazırlıksız yakalandık. Yani şu anda İslam Dünyası kritik bir eşikten geçiyor. Söyleyecek sözümüzün olması lazım ama dünya meseleleri hakkında Amerikalının bir çalışması var Almanın bir çalışması var ama bizim yok. Şu anda zorlanmaya başladık. Basınç altındayız, bu basınç inşallah bir şeyler çıkaracak. İbn-i Haldun da o zaman konuşmaya başlayacak. İbn-i Haldun şimdi bir şey söylemez, söyleyemez, biz söyleyeceğiz onun içinde bizim söyleyebilecek pozisyona gelmemiz gerekiyor. Bunun için İbn-i Haldun’u okumamız ve bilmemiz gerekiyor.

Hazırlayanlar: Hatice Polat/ Ayla Kerimoğlu
Önceki Yazı

SERİ PROGRAM: İnsan Hakları Çalışmaları

Sonraki Yazı

SERİ PROGRAM: İslami İlimler Seminerleri

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir