3 Mayıs 2018
Hazar Derneği olarak, İstanbul içerisinde yaptığımız tarihi ve kültürel gezilerimize ilave olarak İstanbul dışını da eklemek istedik. Bir taraftan doğanın yeşermesine canlanmasına tanıklık edelim, bir taraftan Osmanlı’nın izlerini sürelim diye, 3 Mayıs’ta Sakarya’nın yolunu tuttuk. Meyvesi ve sebzesiyle meşhur Geyve Ovası’ndan, kıvrıla kıvrıla akan Sakarya Nehri’nin yanı başından, tırmana tırmana Taraklı’ya çıktık.
Taraklı, Osmanlı mimarisini yansıtan, Manav kültürünün yerleşik olduğu çok güzel bir ilçe… Manavlar, Anadolu’ya ilk yerleşen Türkler… Bugüne değin yerleşik kültürlerini koruyan, giyim tarzlarına sahip çıkan, adetlerini devam ettiren, nesilden nesile el becerilerini, el sanatlarını aktaran bir topluluk. Öyle olmasa bugün orada dokuma tezgâhlarını, şimşir kaşık, tarak ustalığını görebilir miyiz?
Kendinizi tarih şeridi içerisinde hissedeceğiniz bu yöreye kayıtsız kalmak mümkün değil! Mimar Sinan’ın, beş asır öncesinden selam veren eserine nasıl kayıtsız kalınabilir ki zaten! Taraklı’da Yavuz Sultan Selim’in sadrazamı Yunus Paşa’nın, Mimar Sinan’a yaptırdığı Kurşunlu Camisinde bir vakit namaz kılmadan olur mu hiç! Bunca zaman, bunca depreme rağmen, hiç hasar görmeyip, ayakta kalan caminin sırrını öğrenmeden olur mu?
Aynı yıllarda inşa edilen, onun yanı başındaki hamamda ısınan suyun buharıyla caminin yerden ısıtıldığını öğrenmek… Atalarımızın zekâsına hayran olmamak ne mümkün! Bir kere de cami yapsınlar da yanında hamam olmasın! “Temizlik imandandır!” sözü daha güzel nasıl anlatılabilir, nasıl gösterilebilir?
Bu kadar güzel bir gök kubbe altında, ancak bu kadar güzel mimari yapılar yapılabilirdi. Atalarımız bunu becerdi, biz torunları ne kadar mahcup olsak az! Şehrin beton kuleler görünümlü manzarası insan ruhuna ne katabilir? İnsan ruhu sadelikten, huzurdan yana. Pencerenizi açtığınızda, içeri dolan rüzgâr, bahçedeki çiçeklerin kokusunu taşımıyorsa, huzurdan bahsedemeyiz ki… Pencereden baktığınızda, en az bir meyve ağacı görmüyorsanız bahçenizde, yani “Bir dikili ağacınız yoksa” şu fani dünyada… Yaşam gücü, enerjisi nereden gelecek insana?
Taraklı’da, köklerini toprağa yedi asırdır salmış bir çınar ağacı var. İçinde bulunduğu, yeşerdiği medeniyete şahitlik etmiş, gölgesinde nicelerini ağırlamış bir çınar ağacı. Kim bilir kimler gölgelendi altında, kimler bir yudum suyunu içip, şükretti üzerinde oturduğu topraklar için?
Ağacı altında dinlendiğiniz, sokaklarında dolaştığınız bir mekân, size oradaki yaşanmışlıkları, oranın kültürünü anlatmıyorsa, insanının hikâyesi hakkında ipuçları vermiyorsa, bir mekânı diğerlerinden ayıran nedir o zaman? Bir yörenin hikâyesini sadece orada geçmişi olanlar yazabilir. Buranın hikâyesini yazanlar da Manavlar… Tıpkı Göynük gibi… Ak Şemseddin Hazretlerinin mekânı olan Göynük gibi…
Kendisinin müridi olmak isteyen Fatih Sultan Mehmet’e “Tekkenin müride ihtiyacı yok ama bu toprakların Sultan’a ihtiyacı var.” diyerek reddeden Fatih’in hocası, fazilet sahibi, hikmet sahibi insan… Verdiği cevap bile, onun nasıl büyük bir hoca olduğunun başlı başına kanıtı. Göynük duvarları maneviyat büyüğünün nasihatleriyle dolu. Şükrü, edebi, terbiyeyi salık veren… Paylaşmayı, kardeşliği öne çıkaran nasihatleriyle…
Göynük, AK Şemseddin hazretlerinin türbesine ev sahipliği yapıyor. Türbenin yanında yine bir Osmanlı eseri sapasağlam tarihe tanıklık ediyor. 1331 yılında, Orhan Gazinin oğlu Gazi Süleyman Paşa tarafından yaptırılan cami, yöredeki ilk Osmanlı eseri. Söylememe gerek bile yok, yanına da pek tabii ki hamam da inşa edilmiş.
Caminin avlusunda, başınızı kaldırdığınızda, Osmanlı mimarisiyle inşa edilmiş evlerin üzerinde, en tepede, Zafer Kulesi tüm güzelliğiyle sizi karşılıyor. 1923 yılında yaptırılan bu kule Kurtuluş Savaşını simgeliyor. Kazanılan başarıyı… Bu toprakların insanının, camilerin minarelerinden yükselen ezan sesine sahip çıkma azmini, sürdürme kararlılığını…
Ak Şemseddin Hazretleri gibi manevi büyüklere, Fatih Sultan Mehmet gibi büyük devlet adamlarına olan vefa borcunu…
Ezan seslerine kuş seslerinin ve derenin çağlayan suyunun sesinin eşlik ettiği bu mekânlara Hazar Derneği olarak, bizler de varlığımızla ve dualarımızla eşlik ettik. İyi ki de etmişiz…
HAZIRLAYAN: Fatma Dişli