Kelam İlminin Tarihi

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Prof. Dr. Bekir TOPALOĞLU

“Hz. Peygamber’in vefatına kadar  Müslümanlar, problemlerini direkt peygamberle hallettikleri için o dönemde Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam, tasavvuf gibi ilimler henüz oluşmamıştı. Bu mânâdaki fikir hareketleri, Hz. Peygamber’in vefatının hemen ardından başlayıp bir asır kadar sürmüş ve mezhepler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Bu zaman zarfında İslam dünyası birçok din, kültür, felsefe ve farklı gruplarla karşılaşmış ve bunlardan etkilenmiştir. Bu dönemde İslam’a yapılan ilk itiraz ve hücumlar, dinin asıllarına yani akaid alanındaki konulara olmuştur, bu hücumlara diğer adı da Usulü’d-din olan Kelam ilmi ile cevap verilmiştir.

İlk ortaya çıkan Mutezile mezhebi, İslam dinini topyekün fikri açıdan, dış güçlere karşı savunmuş, mukabil fikirler üretmiştir. Selefiler yani Rasulullah ile ashabın yolunu hiç yorumsuz doğrudan doğruya takip eden muhafazakârlar ise bu hareketi, yanlış ve zararlı bulmuşlar, bid’at olarak kabul etmişlerdir.

Yeni çıkan bu kelamı telakkiler yadırganmasına rağmen, yabancı kültürün istilasına maruz kalma tehlikesi yaşandığı için gerekli görülüyordu. İki asır sonra Ebu’l Hasan el-Eş’ari ve Ebu Mansur el-Maturudi ortaya çıkmış ve kelam yöntemini kullanmanın, akaid alanında akla rol verip fikir üretmenin kaçınılmaz olduğunu söylemişlerdir. Çünkü İslam’a yönelen bu yıkıcı faaliyetleri başka bir şekilde önlemek mümkün değildi.

Hicri V. Ve VI. (XI-XII) asırlarda bir taraftan Mu’tezile tarih sahnesinden çekilirken diğer taraftan muhafazakârların sayısı %3’lerin altına düşmüş, buna karşılık Eş’ari ve Maturudi’ye bağlı olanların sayısı bugün de olduğu gibi %90’lara yükselmiştir. Geri kalan %6’lık bölümünü Şia ve %1’lik bölümünü ise İslam dışı kabul edilen aşırılar (Nusayriler, Dürziler ve Batıniler) oluşturmuştur. İtikadi açıdan böyle büyük bir oranın hemfikir olduğunu ne Yahudi ne de Hıristiyan dünyada görmek mümkündür.

Selefiyye, Eş’ariyye ve Maturudiyye aynı zamanda “Rasul ve ashabının yolundan ayrılmayanlar” mânâsına gelen “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” olarak da anılmaktadır. Eş’ari ve Maturudi arasındaki görüş ayrılıkları yok denecek kadar azdır.

Gazali, felsefenin ortaya çıkması karşısında, kelam ilmine yeniden bir çeki düzen verme konusunda, en büyük adımı atmıştır. Gazali’ye kadar ehl-i sünnet kelamcıları, bid’at fırkalarıyla mücadele etmişler, Gazali’yle birlikte ise mücadelelerini filozoflara karşı yürütmüşlerdir.

Tanzimat’tan sonra İslam dünyası, bilimde, teknikte, ekonomide ilerlediğini fark edip Batıyla ilgilenmeye başladı ve bu kez materyalizm, darwinizm, pozitivizm gibi inkârcı akımlar İslam dünyasına girdi. Daha sonraları bunlar Batıda moda olmaktan çıktığı halde bizde uzun müddet kaldı.

Son asırlarda artık Allah’ın varlığı genelde kabul görüyor. Çünkü reddetmek bilimsel açıdan daha büyük problemler doğuruyor. Fakat bu kabul, iman değil felsefi bir telakkidir. Dini bir inanış ise; “Benim Allah ile münasebetim nasıl olacak?” sorusuyla oluşur. Bugünün insanı büyük çapta; “Allah benim işime karışmasın” diyor. Çünkü “karışsın” dediği andan itibaren, dinin hayata müdahalesi başlıyor. Bu müdahale de nübüvvet müessesesi ile mümkündür. Bu sebeple de nübüvvet bahsi fevkalade önem kazanmıştır.”

Not: Hocamızla yaptığımız bu programın özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.

Hazırlayan: Dilek Karataş
Önceki Yazı

Alevilik

Sonraki Yazı

İslam Hukukunda İçtihad

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir