Çağdaş Küresel Medeniyet

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Prof. Dr. Teoman DURALI

“Çağdaş medeniyetin kaynaklarını aramadan önce kısaca medeniyetten ne anlaşılması gerektiğini ortaya koymak daha yerinde olur.

 

İnsan iki katlı bir varlıktır: Anatomik ve genetik özellikler taşıyan ve diğer canlılarla ortak özellikler gösteren kısmına beşer, ‘Kur’ân’da Allah’ın nefesi’ diye de ifâde edilip ruh olarak tecellî eden yönüne insan diyoruz.

 

Bilim, insanın ancak beşer tarafını konu almaktadır. Çünkü bilim, zaman – mekân koordinatlarında yer alan olaylarla uğraşır. Zaman – mekân ötesi olan nefs ve ruhla ilgili şeyler bilime konu olamazlar.

 

İnsanlık düzleminde ruhun tezâhürü olarak yapıp-ettiklerimiz kültürü oluşturur. Yani bütün tavırlarımızın arkasında ruh faaliyetleri bulunur. Bunların meydana gelebilmesi için akla ihtiyaç var. O hâlde kültür aslında aklımızın dışa vurumudur.Toplum, insan ve kültür iç içedir ve bunları birbirlerinden ayırmak mümkün değildir. İnsan, beşer olarak dünyaya geldiği ândan itibâren belli bir kültürün içerisine doğar; bu kültür içerisinde, toplumun rehberliğinde insana dönüşür. Toplumda bu vazifeyi önce anne yüklenir. O sebeple Allah, Rahmanlığını kadına rahim biçiminde verdiği gibi, Rablığını da onda mürebbiye şeklinde tecellî ettirmiştir. İlk öğretici Allah’tır. Adları bize önce O öğretmiştir. Dünya hayatında bu vazife annenindir. Böylelikle toplum anneden (umm) teşekkül eder. Toplumun ümmet adını alması da bundandır. Kadın, erkek ve çocuklar aslî topluluktur. Şu durumda insanın oluşturduğu topluluk, biyoloji menşelidir. Bahse konu olan yapı, çekirdek aile, geniş aile, akraba, kabile ve nihâyet aşîret şeklinde çok genişlemektedir. O kadar genişlemeye ve karmaşıklaşmaya başlamıştır ki, artık düzeni sağlayacak bir takıma ihtiyaç doğmuştur. Böylelikle yönetici takım, dolayısıyla devlet ortaya çıkmıştır.

 

Devlet, insanın başarabildiği en üst toplum teşkilâtlanmasıdır. Devletleşmiş toplum ise, ‘medîne’dir. Devletleşip şehirleşen kültüre bu sebeple ‘medeniyet’ denmiştir. Farklı kıtalarda değişik medeniyetlerle karşılaşıyoruz.

 

Medeniyetlerin oluşmasında, iletişim ortamı olarak yazı, inanç olarak vahiy dini ve nihayet düşünme tarzı olarak felsefe, üç ayrı önemli etkendir.

En yoğun ve toplumların hayatını tarih boyunca belirlemiş medeniyetler, Asya–Avrupa çizgisi üzerinde ortaya çıkmıştır.
Asya’da, Hint, Çin ile İran medeniyetleri önemli rol oynamışlardır. Batıda teşekkül etmiş medeniyetlerin menşeiyse, Mezopotamya’dır. Burada ortaya çıkmış Sümer, Batı medeniyetlerinin temelini teşkîl etmiştir. Sümer medeniyeti yazıyı ve tekerleği icât etmiştir. Tekerleğin icâdıyla uzun mesâfelerin katedilip ağır yüklerin nakledilmesi mümkün hâle gelmiştir. O zamana değin aynı nesle mensûp olanların birbirleriyle iletişimi mümkünken, yazıyla birlikte nesiller arasında bilgi alış–veriş imkânı ortaya çıkmıştır. Mezopotamya’da Asur, Babil gibi medeniyetlerden sonra Filistin’de İbrani medeniyeti karşımıza çıkar. Daha evvel tek tanrı inancı fikrini uyandıracak birtakım olaylarla karşılaşılmıştır. Fakat ilk defa İbranî medeniyetinde açıkça tektanrılı vahiy dinini görüyoruz. Önceki dinler belirli toplulukları muhatap alırken Allah, Yahudilikle birlikte bütün insanlığa seslenmiştir. Ne yazık ki o olayda insanlığın kaderini etkileyecek kertede bir kaza vukû bulmuştur. Firavun, Allah tebliğini reddedip kendini tanrı yerine koymuş, Hz. Musa’yı türlü işkencelerle sürmüştür. O da, sonuçta dini sâdece İsrailoğullarına tebliğ etmek zorunda kalmıştır. Adı anılan kavim ise bütün insanlığa gönderilmiş dini yalnızca kendisine mâletmiştir.

Bilâhare Allah, Hz. İsâyı, yeni Tebliğini insanlığa taşımakla görevlendirmiştir. Bu evrede de yine birtakım kazalar ile tahrifler olmuştur. Yaşananlar, sırf Yahudîleri değil, bütün Batı toplumlarını derinden etkileyip büyük sancılara yol açmışlardır.

Nihayet Kur’an-ı Kerîm, ötekiler gibi, tebliğlerden biri olarak değil, tümünü kapsadığı iddiasıyla gelmiştir. Adı geçen Tebliğ, bütün çağlar ile insanlaradır. Bu dünyanın insanlığı gider başka birininki gelir, fakat düsturlar değişmez. İşte bu evreden itibâren ahlâkın ortaya çıktığını görüyoruz. Örfte görelilik ağır basarken ahlâk, göreliliği kaldırır.

 

Başka önemli bir olaysa, Yunanda felsefe-bilimin doğuşudur. Felsefe, insanın kendisini, çevresini, yaşadığı tabiatı akıl yoluyla değerlendirmesi, yâni duygulardan, heyecanlardan uzaklaşıp yalın ve düzenli bir düşünce silsilesiyle olaylara yaklaşmasıdır.
Batı, tek bir medeniyet olmayıp medeniyetler câmiasıdır. Önce İlkçağ medeniyetlerini, ardından Ortaçağ Hıristiyan medeniyetini görüyoruz. Buradaki bütün kültürler ve onların ürünü olan medeniyetler dinden kaynaklanmıştır. Belirgin biçimde dini esâs almış olan, Ortaçağ Hıristiyan medeniyetidir. Hıristiyanlığın sancağını Katoliklik taşımıştır. Ortodoks toplumlar, zamanla İslâm devletlerinin idâresine geçince, Hıristiyanlık nâmına sahnede sâdece Katoliklik kalmıştır.

Katoliklikte ilahî kudret Papadadır. Tek meşrû devlet ise, ilahî kudreti taşıyan mümtâz kişilerden oluşur. Bu anlayış Yahudilikte de vardır. Devlet, ilahî kudreti taşıyanların elinden kaydığı ölçüde meşrûluğunu yitirir. Mesela bugün aşırı Yahudîler, İsrail Devleti’nin meşrûluğunu tanımamaktadırlar. Çünkü onlara göre, Mesîh arzı endâm etmeden savaşmak ve devlet kurmak câîz değildir.

Ortaçağ Avrupası’nda, ruhban ile ruhban-olmayanlar (laikler) arasında Dokuzuncu yüzyıldan itibâren fikir ile çıkar çatışmaları baş göstermiştir. Papa, dünyevî hükümdarlara “ben Tanrı’dan el aldım, bana itâat edeceksiniz” şeklinde kafa tutup boyun eğdirmiştir. Fakat Haçlı seferlerinin yenilgi ve felâketle sonuçlanmaları, papanın kudretini kısıtlamıştır. Git gide dünyevî güçler, meşrûluk iddialarını Tanrıya dayandıranların kudretine meydan okur oldular. Bir de millet iddiasını yerleştirmek, Katolikliğin ümmet ülküsünü yıkmayı zorunlu kılmıştır. Protestanlığın ortaya çıkarılmasıyla da bahsi geçen ülkü gündemden düşmüştür. Böylece Papa otoritesini kaybetmiş, laik kesim de siyâsî ile iktisâdî anlamda iktidarı ele geçirmiştir. Bu olay aynı zamanda Mekanist–Positivist dünya görüşünün merkeze gelip oturmasını da ifade eder.
Ortaçağ Hıristiyan medeniyetine tepki olarak gelişen, Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyetidir. Bu yeni medeniyet, derebeyler zümresine dayanmıştır.

 

Ortaçağ Hıristiyan medeniyetinin sonunu hazırlayanların arasında Yahudîleri de görüyoruz. Onlar, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesine sebep oldukları suçlamasıyla haîn sayılıp savaşçıların, aşağılık iş addettikleri ticaretle uğraşmaya mecbûr kılınmışlardır. Ticaret sâyesinde Yahudîlerin zihni gelişmiş, maddî servete kavuşmuşlardır. Az önce bahsi geçen derebeyleri Merkantilizm yoluyla ticarette yol alırlarken yanlarında yürüyen Yahudî azınlık da mal ve para varlığını sürekli artırmıştır. İngiltere’nin toplumsal şartlarında ortaya çıkan yeni bir medeniyet örneği, İngiltere’ye sığınan Yahudîlerin beraberlerinde getirdikleri fikrî ve maddî değerlerle iyice biçim kazanmıştır. İngilizlerin atılım ve girişim gücüyle Yahudî mâlî imkânlarının ittifakından meydana gelen medeniyet, İngiliz-Yahudî medeniyeti olmuştur.

 

Dinin koyduğu ve ticaret yapmaya engel birtakım kurallar, Katolikliğin yerine Protestanlığın geçirilmesiyle işlerliklerini yitirmişlerdir. Dine karşı duyarlılığın yitirilmesiyle faiz de sorun olmaktan çıkmıştır. Belli bir serbestlik kazanan söz konusu yeni zihniyet, “senin üstüne basa basa kendi çıkarlarımı kabul ettirebilirim” düşüncesine ulaşmıştır. Bu arada o güne kadar para, mala göre anlamlandırılırken, bundan böyle mal, parayla değerlendirilir olmuştur. Malın paraya göre düşünülmesi, Sermâyeciliği (Kapitalizm) getirmiştir. İngiliz-Yahudi medeniyetinin ana ideolojisi olan Sermâyeciliğin doğurduğu çok önemli sonuçlardan biri de geçici ortaklıktır. Böylelikle ahde vefâ denilen özellik ortadan kalkmıştır. Parayı artırmak için kullanılacak sermâye ile malzemenin bulunabilmesi maksadıyla sömürgeler oluşturulmuştur. Sömürgelerdeki hammaddenin hızla ve ucuzca mamûl maddeye dönüştürülüp para kazanmanın çabuklaştırılması maksadıyla makinanın yahut makinaların işletildiği fabrikalar gerekmiştir. Artık Sermâyeci, zamanla para ile üretim aracını elinde tutan kişi olmuştur. Hayatın ağırlık merkezini üretim aracı oluşturur olmuştur. İnsan ise, bundan böyle sâdece bir yan etkendir.

 

Sanayileştiğinden, İngiltere köleliğe ihtiyaç duymaz olmuştur. Aynı zamanda henüz sanayileşememiş diğer rakîplerini dize getirmek amacıyla da dünya çapında köleliği kaldırdığını ilân edip onları zorda bırakmıştır.
İdeoloji, yâni felsefeden türetilmiş olan akıl yürütmeye dayalı işlemler, gündelik hayatımıza, siyâsete, iktisâda, kısacası her şeye dâhil edilmişlerdir. Din iptâl olunduktan sonra Yeniçağ Avrupası’nda dinin boş bıraktığı mevzi Sermâyeci ideoloji tarafından doldurulmuştur. Zamanla Sermâyecilikten; Toplumculuk ile Ortak mülkcülük anlamını taşıyan Sosyalizm ile Komünizm türemiş, Sermâyeciliğe karşı tepki olarak da Faşizm ile akrâbası Millî toplumculuk (Nasyonal sosyalizm) doğmuştur. Sermâyecilik, 1700’lerin başından bugüne, maddî anlamdaki başarılı çıkışını kesintisiz sürdürmüş, bugün de ona ve onun üstünde yükselen İngiliz-Yahudî medeniyetine rakîp çıkmamıştır.
İngilizlik ile Yahudîlik arasında köprü görevini görmüş olan Farmasonluk, bu medeniyetin küreselleşmesine yardımcı olmuştur.

 

Bugün yapılacak şey, tarihte tüm insanlığın kapıldığı tek medeniyet olan İngiliz-Yahudi medeniyetine seçenek yaratmaktır. İlhâmını, dayanaklarını İslâm’da bulacak bir medeniyet inşâ edilmelidir. Emperyalizm, üç unsur üzerinde çok durmuştur; İslâm’ın iptâli, Japonların ezilmesi ve Almanların yok edilmesi.
İslâm’ı, her zaman bil-kuvve (potansiyel) tehlike görmüşlerdir. Çünkü evrensel olmaya eğilimli İslâm, 19.yüzyılın başlarında kurdukları İngiliz-Yahudî medeniyetine seçenek teşkil edebilecek tek kuvvedir. İslâm’ın kuvveden fiile geçmesini engellemek için onun başını çeken Türklüğün Müslümanlık arkaplanı ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.

 

İslâm’ın bir medeniyet olma ihtimâlini değerlendirme düşüncesinde yalnız kaldım. Geçmişte Muhammed İkbal’in, bilâhare Abdülkerim Süruş’un benzer kaygıları ve girişimleri olmuştur. Ne var ki medeniyet tasarısı anlamında herhangi bir girişimle karşılaşmadım. İngiliz-Yahudi medeniyetinin oluşumunda nasıl bir işbirliği oluşturulmuşsa, yeni bir medeniyetin teşkîli için de işbirliği zorunludur. Bunu ancak İslâm âlimleri gerçekleştirebilir. Müslüman aydınlar hâlihazırda tamamıyla çağdaş medeniyetin kalıplarında düşünmektedirler. Karşı çıktıkları hususlar bile, İngiliz-Yahudi medeniyetinden kendilerine doğrudan yahut dolaylıca sunulan veriler doğrultusundadır.

 

Medeniyetlerin oluşum safhalarını etkileyenler, bilgeler yahut bilginlerdir. Bunlar, çığır açıcı yenileyişleri ve buluşlarıyla toplumları biçimlendirirler. Bizim öncelikle böyle dimâğlara ihtiyacımız var. Bu ihtiyâcı giderebilmek, öncelikle felsefe yapmayı, felsefe-bilim sistemi inşâ etmeyi gerektirir. Felsefe yapmak, koptuğumuz o hayatî değere, demek ki geçmişe bakışlarımız ile dikkatimizi yeniden çevirmemizi şart koşar. Çünkü gereksinim duyduğumuz malzeme geçmiştedir. Yaratıcı dimâğın ihtiyâç duyduğu malzeme, edinilmiş tecrübelerden temîn olunur. Söz konusu malzemelerle kurulan teorik yapılar ile sistemler, toplumu geleceğin bilinmedik sularına taşırlar. Geleceğin henüz haritaları çıkarılmamış mıntıkalarına toplumu en az tehlikeli sulardan geçirip götürebilecek kaptanlar, geçmişin bilgileriyle donanmış filozof-bilim adamlarıdır. Aramızdan yetişen ve yetişecek olan filozof-bilim adamları, Çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudî medeniyeti ile onun omurgasını teşkîl eden Sermâyecilik ideolojisine seçenek oluşturabilecek bir felsefe-bilim sistemini meydana getirecekler. Bu sistemin, yeni bir medeniyetin numunesi olmasını umuyoruz.

 

İngiliz-Yahudi medeniyeti insanı beşere indirgemiş, insan tarafını yok saymıştır. Bu da, sömürüyü kolaylaştırmıştır. Yeni medeniyet, adâleti, hakkı, hukuku toplumun her katında gerçekleştirebilmelidir. İnsanlığın beklediği ‘mesîh’, böyle bir medeniyet modelidir.”

Not: Hocamızın konuşmasının özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.

Hazırlayan: Dilek Karataş

 

Önceki Yazı

Modernizm

Sonraki Yazı

Bir Medeniyet Tasavvuru

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir