19 Nisan 2018
Osmanlı zamanında gayrimüslim halkın yaşadığı Ceneviz surları içinde bir ticaret merkezi olan Beyoğlu pek çok tarihi esere ev sahipliği yapıyor. Yapılan restorasyon çalışmaları ile tarihi eserlerin gün yüzüne çıkartıldığı ve olanca güzelliği ile bizlere yeniden seslenme fırsatı bulduğu Beyoğlu, bir açık hava müzesi gibi ziyaretçilerini ağırlamayı bekliyor. Biz de Beyoğlu’nun gizli hazinelerini keşfetmek, önünden geçip gittiğimiz yapıların tarihine doğru bir yolculuk yapmak için Beyoğlu ve Galata çevresinde tarihi bir yolculuğa çıktık. Gezimize Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesiyle başladık. Gezi boyunca bize İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü, Restorasyon Uzmanı Dr. Mimar Olcay Aydemir rehberlik etti.
Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi
İstanbul Başpiskoposluğuna bağlı olan Aya Triada/Ayia Trias’ın adı, Rumcada “kutsal üçleme” yani “teslis” anlamına gelmekte. Mimarı, Vasilaki İoannidi Efendi olan Aya Triada, Bizans mimarisi ile modern mimarinin bir kompozisyonu olarak görülmekte.
Arsası 1880 yılına kadar mezarlık olarak kullanılan kilisenin, mezarların Şişli’ye taşınmasıyla Tanzimat sonrası dönemde inşa edildiği sanılmakta. İstanbul’un fethinden Tanzimat’a kadar kubbeli kilise yapımının yasak olması, bu kilisenin tarihi hakkında da bize bilgi vermekte.
Kubbesinin zarifliği ile dikkatleri üzerine çeken kilisenin kıblesi doğu-batı yönünde tasarlanmış ve dönemin kilise anlayışına uygun olarak üst kat kadınların ibadeti için düzenlenmiş.
İstanbul’daki en büyük Rum Ortodoks Kilisesi olan Aya Triada’nın ortasında “Sunak” denilen ayin masası bulunmakta. Hz. İsa’nın ölüm günü olarak kabul edilen ve Büyük Cuma denilen “Paskalya” gününde bu ayin masası hazırlanmaktaymış.
Hüseyin Ağa Camii
Aya Triada kilisesinden çıkarak bir başka dinin mabedine, Hüseyin Ağa Camii’ne doğru hareket ettik.
Günümüzde İstiklal Caddesi’nin simgesi haline gelen ve restorasyonu yeni tamamlanan bu cami1594 tarihinde Galatasaray eşrafından Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmış. Adını da buradan alan Hüseyin Ağa Camii, 1834 senesinde II. Mahmud tarafından adeta yeniden inşa edilmiş. Daha sonra da çeşitli sebeplerle yanan camii, farklı kereler restorasyona tabi tutulmuş ve son olarak 2014 yılında restorasyonu yapılmış.
Beyoğlu bölgesinde inşa edilmiş tek mescit unvanını taşıyan Hüseyin Ağa Camii, 400 yıldır varlığını koruyor. Ahşap minberi ve zarif vaaz kürsüsü ile dikkatleri çeken caminin bahçesindeki şadırvan da Mimar Sinan’ın imzasını taşıyor.
Caminin banisi, Hüseyin Ağa caminin avlusunda medfundur.
Casa Garibaldi
Hüseyin Ağa Camii’nden bir başka tarihe, bir başka kültüre doğru yol alıyor ve Casa Garibaldi’ye yöneliyoruz. Burada bizi bilgilendirmek için sanat tarihçisi Dr. Sedat Bornovalı bekliyor.
İtalyan İşçi Yardımlaşma Cemiyeti tarafından 1884’te yapımı başlatılan Casa Garibaldi, 1885’te tamamlanmış. Ocak 1910’da bugünkü haline getirilen bina, 100 küsur yıldır el değmeden varlığını korumuş. Casa Garibaldi, İstanbul’daki İtalyanların toplanma ve etkinlik merkezi olarak hizmet vermiş ve çeşitli sosyal faaliyetler için kullanılmış.
Bina, adını derneğin ilk başkanı olan ve İtalya’nın ulusal kahramanı olarak bilinen Giuseppe Garibaldi’den alıyor. Birinci derecede tarihi eser olma özelliği taşıyan bina
İtalya Devleti ile Türkiye Seyahat Acentaları Birliği’nin 2012’de yaptığı protokolle İstanbul’un kent hayatına kazandırılmasına karar verilerek restorasyona alınmış. Casa Garibaldi, büyük bir alanda kültür sanat mekânı olarak bu yılın sonunda hizmet vermeye başlayacakmış.
Hoşgörü ve farklılıklara saygıyla adını tüm dünyaya duyuran Osmanlı’dan kalan, farklı kültürlere ait tarihi yapıların bugün dahi en güzel şekilde muhafaza edilmesi ve yenilenmesi tarihimizden miras kalan değerlere bağlılığımızın en güzel göstergeleri. Bu düşüncelerle Casa Garibaldi’den çıkıp yine farklı bir tarihi kesite ve kültüre doğru yola çıkıyoruz.
Galata Mevlevihanesi
Galata Mevlevihanesi II.Bayezid dönemi beylerbeylerinden İskender Paşa’nın Galata sırtlarında bulunan av köşkü üzerinde 1491’de inşa edilmiş. Osmanlı zamanında çeşitli isimlerle anılan Mevlevihane, Galata, Galip dede ve Kule Kapısı Mevlevihanesi olarak da anılmış. Önce 1791 yılında Sultan III. Selim tarafından restore edilen Mevlevihane, sonra19. yüzyılda Sultan II. Mahmud tarafından yenilemiş.
İstanbul’da bulunan Mevlevihanelerin ilki olan Galata Mevlevihanesi’nde, 18. Yüzyılda yaşamış ve dönemin hem en önemli şairlerinden aynı zamanda da Mevlevihane’nin şeyhi olan Şeyh Galip’in de türbesi bulunmakta.
1925 yılında tekkelerin kapatılmasına kadar geçen 434 yıl boyunca mevlevihanenin edebiyat ve sanat merkezi gibi bir işleve de sahip olmuş ve pek çok musikişinasın yetişmesine katkıda bulunmuş olması tekkelerin bu fonksiyonuna da dikkat çekiyor.
Türk-İslam mimarisinin önemli eserlerinden biri olan Mevlevihane, 1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte mevlevihane özelliğini kaybetmiş, 1975 yılında Kültür Bakanlığı tarafından müze statüsüne alınmıştır.
Yapılan restorasyon çalışmalarından sonra 21 Kasım 2011’de Galata Mevlevihanesi Müzesi adıyla yeniden hizmet vermeye başlayan mevlevihane, hafta sonları sema gösterileriyle misafirlerini ağırlamaya devam ediyor.
Galata Kulesi: Kuleden İstanbul’u Seyir
Tarihi 528 yılına kadar giden Galata Kulesi Bizans İmparatoru Anastasius Oilosuz tarafından fener kulesi olma amaçlı inşa edilmiş. Ahşap bir yapı olarak inşa edilen kule yanarak kullanılamaz hale geldikten sonra Cenevizliler tarafından 1348’de yığma taş tekniği kullanılarak yeniden inşa edilmiş ve bu defa savunma amaçlı kullanılmış.
İstanbul’un 1453’te Osmanlılar tarafından fethedilmesiyle farklı amaçlar için kullanılan kulenin son şekli II. Mahmut döneminde verilmiş. 1967 yılında turizme kazandırılan Galata Kulesi bir seyir terası olarak İstanbul Boğazı’nı ve Haliç’i panoramik olarak seyredebileceğiniz en güzel yerlerden biri.
Yaklaşık 70 metre yüksekliğindeki kule aynı zamanda Hazerfen Ahmet Çelebi’nin Kız Kulesine doğru tarihi uçuşunu gerçekleştirdiği yer. Yüzyıllar sonra Hazerfen Ahmet Çelebi’nin uçuşunu gerçekleştirdiği yerde kahvelerimizi yudumlayarak o anı hayal etmek bile heyecan vericiydi.
Gezip gördükçe tarihi dokusunun zenginliği ve keşfedilecek sırların çokluğu ile bizleri bir kez daha kendine hayran bırakan İstanbul’da yaşamanın gururuyla gezimizi tamamlamış olduk. Yaşadığımız şehrin tarihi ve kültürel zenginliğinin farkına varmak ve geçmişten ibret almak tarihi yapıları korumanın da önemli adımlarından biri. Şehrimizin hatta ülkemizin kültür miraslarını daha çok kişiye özellikle genç nesle anlatarak tarihi farkındalığımızı artırmamızın geleceğimiz açısından da son derece önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu düşünceler ve sohbet eşliğinde içtiğimiz yorgunluk kahvesi ve muhteşem İstanbul manzarası seyri ile yeni gezilerin hayalini çoktan kurmaya başlamıştık bile.
Bize gezi boyunca güzel üslubu ve derinlikli birikimiyle rehberlik eden Olcay Aydemir’e ve bize bu geziye katılma imkanı veren Hazar Derneği yöneticilerine çok teşekkür ederiz.