11-12 Mart 2018
Aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, Orgeneral Çetin Doğan, dönemin YÖK Başkanı Prof. Kemal Gürüz ‘ün de bulunduğu 103 sanığın 28 Şubat 1997 yılında “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye iştirak” suçundan yargılandığı davanın görülmesine, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edildi.
Yargılama Batı Çalışma Grubu eylemleri, Sincan’a tankların yürütülmesi ve dönemin Refah-Yol Hükümetinin düşürülmesi esasları üzerinden yapıldı. İddiaların böyle olması savunmaların da merkezini belirlemiş oldu. Bu kapsamda Batı Çalışma Grubunun legal olduğunu ve eylemlerinin hukuka uygunluğunu ispatlamaya çalışan sanıklar, yapılanların Milli Güvenlik Kurulunun aldığı kararlara uygunluğunu dile getirdi. Batı Çalışma Grubu yasal dayanaktan yoksundu ve resmi bir belgeye dayanmıyordu. Hatta dönemin Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı Batı Çalışma Grubunun kuruluşundan bile haberdar olmadığını iddia ediyordu. Ama olsun; mademki çalışmalar Milli Güvenlik Kurulu kararlarına uygundu o zaman suçlu, Milli Güvenlik Kuruluydu.
Savunma; Sincan’a tankların yürütülme emrinin Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından verildiğini, rutin bir tatbikat olduğunu ve darbe amacı taşımadığını da iddia etti. Darbe yapmanın askerin aklından dahi geçmediğini! ancak medyanın bu tatbikatı darbe şeklinde yorumlayarak halkı manipüle ettiğini ifade etti. Peki, buna karşılık asker neden itiraz etmemiş ya da kamuoyuna bir açıklama yapmamıştı. Bu sorular cevapsız kaldı. Yine de buradaki suçlu “Medya” idi.
Son iddia Refah-Yol Hükümetinin düşürülmesinde askerin rolü üzerineydi. Ancak sanıklar, konunun siyasi olduğunu söylediler. Tansu Çiller başbakan olma hırsıyla askerle olan iyi ilişkilerini koz kullanarak Hocayı istifa etmeye zorlamış ancak Demirel görevi Mesut Yılmaz’a vermişti. Yani Refah-Yol Hükümetinin süresinden önce görevi devretmiş olması siyasi bir süreç sonunda gerçekleşmişti ve askerle hiç bir ilgisi yoktu. Hatta Rahmetli Erbakan Hoca tarihte görülmemiş doğru işlere imza atan biri olarak kendileri tarafından da takdir görmüştü. Tansu Çillerin siyasi hırsı ve mücadelesi sonucu hükümet değişimi gerçekleşmişti. Yani suçlu Tansu Çiller’di.
Madem ki Batı Çalışma Grubu legal, tankların yürütülmesi darbe değil, tatbikat, yıkılan bir hükümet de yok o halde suç da yok, suçlu da yok: “Beraatımı isterim hakim bey”!
İyi de, ya bizim gördüklerimiz, yaşadıklarımız. Toplum olarak bir halüsinasyon görmüş sonra da bunca yıl onun gerçekliğine mi inanmışız?
Duruşma boyunca bazı ilginç iddialar ve konuşmalar da yaşandı. Öyle ki, zaman zaman bir tiyatro izlediğim hissine kapıldım. Mesela; Çevik Bir’in ‘Muhterem bacılarım’ diye söze başlayarak kılık kıyafet yasaklarıyla kendilerinin bir ilgisi olmadığı halde başörtülülerin kendilerine düşman edildiğini, hâlbuki kendi annelerinin de başörtülü olduğunu ifade etmesi trajikomikti. Diğer taraftan daha önce kendisinden duymadığımız şefkat ve saygı ifadelerine şahit olmak, nerden nereye dedirtecek cinsten kişisel tarihimin en önemli anılarından birini oluşturdu.
Diğer yandan sık sık bu illüzyonu bozan hatıralar canlandı zihnimde. İrticayla mücadele kapsamında verilen brifingler neredeyse bütün kamu kurumlarını kapsıyor, her brifing yeni yasaklara bizi mahkûm ediyordu. İrticayla mücadele edildiği bunun başörtüsü olmadığı söylendiğinde, aklıma ilk gelen bu brifingler ve nedense başörtülü kızların kalkışma! fotoğrafları oldu.
Benim annem de başörtülüydü, biz türbana/ tesettüre karşıydık, başörtüsüne değil dediklerinde Anadolu’nun bir köyünden gelip okula, askeriyeye, lojmanlara giremeyen kadınlar, analar geldi aklıma.
Bir müdafi, vekilinin yaşlı ve hasta olmasına rağmen ayakta bir saati geçkin süredir ifade vermesini vicdanlara havale ederken ben yaşlı ve hasta olan Medine Bircan’ın başörtülü olduğu için hastaneye alınmadığından dolayı ölmüş olduğunu anımsadım. Vicdan o zaman neredeydi…
Tankların Sincan’da yürütüldüğü günün sabahı yaşanan korkuyu hatırladım mesela. Ülkenin darbe atmosferine nasıl da girdiğini ve sürecin sonraki genelkurmay başkanları tarafından da nasıl sahiplenildiğini; büyük bir kibirle 28 Şubat’ın bin yıl süreceğini söyleyen sonraki Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nu hatırladım.
Sanıkların iki yıla kadar uzanan sürelerde tutuklu yargılanmış olmalarından şikâyet edildiğini duyunca yıllarca cezaevinde kalan masum 28 Şubat sürecinin mağdurları geldi aklıma.
Savunmalarını yaparken altı yıldır bu davanın sürdüğünden yakınan insanları görünce, çok uzun yıllar sanık konumunda bulunan dindar kesimin sürekli kendilerini anlatma, masumiyetlerine insanları ikna etme çabaları geldi gözümün önüne; ve bir de ikna odalarında ter döken gözü yaşlı kızlar…
Hak, hukuk ve adalet kavramlarının bolca kullanıldığı, adalet talep edilen bu dava boyunca, yaşadığı haksızlığın hayatlarını alt üst eden kızlar, kadınlar, erkekler geldi aklıma. Yeterliliği olduğu halde atanamayan başörtülü eşe sahip olan erkekler, seçilme hakkı verilmeyen ya da seçildiği halde vekil olamayan kadınlar, mezun olduğu halde iş bulamayanlar, kazandığı halde okula alınmayanlar, başardığı halde ödülü verilmeyen, kürsüye çıkarılmayan, çıkınca zorla alaşağı edilen kızlar, kadınlar, erkekler…
Aşağılanan, itham edilen, terörist muamelesi gören, gerici-yobaz olarak yaftalanan, vebalı gibi neredeyse kendi yakınlarının bile uzak durduğu kızlar, kadınlar geldi aklıma….
Sanıklar ve avukatları adaletsizliğin telafisi yoktur, son sığınak yargıdır diyerek, adil yargıya dikkat çektiklerinde aklıma bu sürecin mağdurları geldi. Adalet öyle uzaktı ki bu mağdurlara; haksızlıklarını anlatacak bir merci, onları dinleyecek bir hâkim, salonuna rahatça girebilecekleri bir adliye yoktu. O yüzden de hep en yüceye, Rablerine müracaatta ve münacatta bulundular. Belki de o yüzden bin yıl hayali kurulan bu süreç kısa zamanda zalimi sanık, mağduru tanık yapacak şekilde son buldu. Şimdilerde bir dönemin muktedir beyleri, neredeyse doğuştan suçlu ilan ettikleri insanlara bu defa kendi suçsuzluklarını anlatmaya, ikna etmeye çalışıyor.
Evet, geç de olsa adalet tecelli ediyor, Elhamdülillah.
Hazırlayan: Ayla Kerimoğlu