16 Mayıs 2006
TESEV Türkiye’nin tabu konuları hakkında araştırma yaparak problemli alanları kamuoyuna taşıyan ve üzerinde tartışılmasını sağlayan önemli bir sivil toplum örgütüdür. Bu bağlamda Türkiye’nin önemli sorun alanlarından biri olan ve kadınları eğitim, iş ve sosyal yaşamından engelleyen başörtüsü yasakları konusunda ortak bir çalışma yapma imkanlarını araştırmak üzere Hazar Derneği olarak, Demokratikleşme Programı direktörü olan Etyen Mahçupyan’dan Mensur Akgün vesilesiyle randevu alıp görüşmeye gittik. Görüşmede yasakların zulme varan sonuçlarından ve yasağın hiçbir hukuki gerekçesi olmadan illegal yollarla uygulanıyor oluşundan duyduğumuz rahatsızlığı ve ülke geleceği açısından endişelerimizi dile getirdik. Sonunda konuyla ilgili olarak bazı akademisyenlerin ve konuyla ilgilenen kişileri tesbit ederek bir yuvarlak masa toplantısı düzenlemeye karar verdik.
16 Mayıs 2006’da TESEV’de gerçekleştirilen yuvarlak masa toplantısında başörtüsü yasaklarını siyasi, eğitsel, hukuki, sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla tartıştık. Toplantıda yasakların ülkemizin demokratikleşmesinin önünde kara bir leke gibi durduğu ve artık yasaklarla yola devam etmenin imkansızlığı dile getirildi, çözüm için yapılabilecekler hakkında fikir teatisinde bulunuldu. Bütün bu görüşmelere rağmen konunun kamuoyu gündemine TESEV tarafından sokulması için şartların olgunlaşmasını beklemek zorunda kaldık.
Konuyla ilgili olarak TESEV’in raporu:
Başörtüsü Sorunu
16 Mayıs 2006 tarihli Yuvarlak Masa Toplantısına İlişkin Değerlendirme Notu
TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı); Demokratikleşme Programı bünyesinde sürdürülen “Din, Devlet ve Toplum İlişkileri” başlıklı proje çerçevesinde, Türkiye’de vatandaşlık ve demokrasi tartışmalarında oldukça önemli bir yeri olan ve çeşitli toplumsal kesimlerin ilgi ve tepkisini çeken “Başörtüsü Sorununu” siyasi, eğitsel, hukuki, sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla tartışmak üzere 16 Mayıs 2006 tarihinde 14:00-17:00 saatleri arasında bir yuvarlak masa toplantısı düzenledi. Demokratikleşme Programı Direktörü Etyen Mahcupyan’ın yönetiminde gerçekleşen toplantıya Yeşim Arat (Boğaziçi Üniversitesi) , Murat Aksoy (Yeni Hukuk Dergisi), Ferhat Kentel (Bilgi Üniversitesi), Hidayet Şefkatli Tuksal (Başkent Kadın Platformu), Mustafa Ulusoy (Psikiyatrist), Ayla Kerimoğlu (Hazar Grubu), Fatma Benli (Avukat, Ak-Der), Özer Çelebi (Hazar Grubu), Reyhan Kara, Derya Demirler (TESEV), Ferda Balancar (TESEV) katıldı.
Başörtüsü meselesi konulu tartışmalarda çoğunlukla görmezden gelinen toplumsal ve sosyo-psikolojik boyutun masaya yatırıldığı toplantının temel eksenini “sorunun” çözümü yönünde atılacak adımların çerçevesi oluşturdu. Bu bağlamda başörtüsü yasağının kadınların bireysel kararları, meslek seçimleri ve yaşam düzeylerine etkisi, toplumsal boyutu ve çözüm yönünde olası öneriler katılımcılar tarafından el alındı.
“Laik” ve “Dindar” kesimler arasındaki toplumsal kutuplaşmanın odak noktalarından birini oluşturan başörtüsü meselesinin temelinde kamusal alanın işgalinden duyulan korkunun yattığı, bu korkunun bertaraf edilmesine yönelik olarak başörtülü kesimin karşı karşıya olduğu mağduriyetlerin tespitinin ötesinde anlamaya, tanımaya ve tartışmaya dönük bir çalışmanın yapılması önerildi. Bununla birlikte toplumsal kesimler arasında kutuplaşma üreten “korku”nun samimiyeti de tartışıldı. Korkununun samimiyetini, maddi temellerini ve korkunun işaret ettiği sembolik göstergeleri anlamak için yasağı savunanlarla da mülakat yapılması önerildi.
İlk bakışta “laik” ve “dindar” kesim arasındaki kutuplaşmanın konusu olarak görünen başörtüsü sorununun genel olarak toplumsal cinsiyet sorunu bağlamı içinde nereye oturduğu da tartışma noktalarından birini oluşturdu. Uzunca bir süre feminist teori ve kadın hareketi içinde tek tanrılı dinlerin ataerkil sistemi güçlendirdiği ve yeniden ürettiği eleştirisi dahilinde kadının “ikinci cins” olarak baskı altında tutulmasının sembollerinden biri olarak değerlendirilen başörtüsünün yine toplumsal cinsiyet ilişkileri bağlamında farklı bir anlamlandırmasının mümkün olup olmadığı konuşuldu. Bu bağlamda, dindar ya da dindar bir sosyal çevre içinde yetişen genç kadınlar için başörtüsünün kamusal alana “var olma” iddiasıyla çıkmayı kolaylaştıran bir araç da olabilmesinin, dindar kadınlarla kadın hareketi arasında bir dayanışma ilişkisinin kurulmasına imkan verip vermeyeceği sorusu da gündeme geldi. Öte yandan dinsel pratiklerin esnekliği konusunda erkekler lehine bir durum varken, kadınlar için din anlayışının yüzyıllardır sabit kalmasının da dinsel anlayış ve pratiklerin yeniden üretiminde ve toplumsallaşmasında etkili olduğu, bu durumun ataerkil zihniyetle ilişkili olduğu düşünülebilir.
Yine bununla bağlantılı olarak başörtüsünün Türkiye’nin modernleşme sürecinde “kadına” atfedilen rol modelini “şeklen” sarsmasının, özellikle “laik” kesim tarafından sıklıkla dillendirilen türbanın siyasi bir sembol olduğu yönündeki söylemin altmetnini oluşturduğu da tartışıldı. Bu noktada başını örten anne ve büyükannelerden farklı olarak kamusal alanda var olma talebiyle ortaya çıkan başörtülü kadınlar Türkiye gibi modernleşmenin şekilsel göstergelerine büyük önem atfedildiği Türkiye’de tehdit unsuru olarak da algılanabiliyor.
Öte yandan homojen bir kitle oluşturmayan başörtülü kadınlar için “başörtüsü takmanın” taşıdığı anlam söz konusu kadınları çevreleyen sosyo-ekonomik ve kültürel evrene göre farklılaşabiliyor. Dindar bir aile içinde yetişmiş bir genç kadın için başörtüsü bazen kimliksel bir aidiyetin göstergesi olurken, bazen de geleneksel referansı olan modern bir sembol olarak karşımıza çıkabiliyor.
Başörtülü kadınların sosyo-ekonomik ve kültürel çevreleri, din anlayışları ve bu doğrultuda talepleri farklılaştığından; başörtüsü, “dört başı mamur” bir soruna gönderme yapmanın ötesine geçiyor. Bu anlamda yapılacak olan çalışmanın başörtüsü konusundaki kutuplaşmanın taraflarının heterojenliğini de gözden kaçırmayacak bir biçimde ve diğer toplumsal dinamiklerle ilişkili olarak ele alınması önerildi.
Türkiye’de başörtüsü sorununun en görünür olduğu alanın eğitim olduğunu söylemek mümkün. Türkiye genelinde toplumsal olarak kız çocuklarının okutulması ve meslek edinmelerine yönelik zihniyet eğiliminin güçlenmesi ve İmam Hatip Liseleri ve özel okulların varlığı, dindar bir sosyal çevrede yetişmiş olan genç kadınların “ ya başörtüsü ya da eğitim” gerilimi ile karşı karşıya kalmadan eğitimlerine devam etme olanağı bulmasını sağladı. Bu durum çok sayıda başörtülü genç kadının kamusal alanda varlık gösterme iddiasıyla ortaya çıkmasına ve görünürlük kazanmasına etki etti. Bununla birlikte özellikle 28 Şubat ertesindeki uygulamalarla, üniversite eğitimi alarak kamusal alanda meslek sahibi bir vatandaş olarak varolmak isteyen başörtülü bir kadının eğitim hakkından mahrum edilebilmesinin demokrasi, hak ve özgürlükler bağlamında bir soruna işaret ederken, bireysel düzeyde psikolojik sorunlara da sebebiyet verdiği söylenebilir.
Üniversitelerde başörtüsünün “kat’i suretle” yasaklanması ile birlikte başörtülü genç kadınların bir kısmı eğtimlerini yarıda bırakmak, bir kısmı travmatik bir biçimde başlarını açmak, bir kısmı ise peruk ile eğitimini sürdürmek durumunda kaldı. Bu durumun bireysel düzeyde yarattığı travmalara dikkat çekilen toplantıda, 28 Şubat ertesinde devreye sokulan bu uygulamanın, gelinen süreçte, normalleşmiş bir pratik olduğu, buna karşın mağduriyetin giderilmemiş olmasının travma üretmeyi sürdürdüğü konuşuldu. Diğer bir deyişle kimi zaman ailelerine rağmen başörtüsünden vazgeçmeyen genç kadınların, tercihleri neticesinde eğitim haklarından feragat etme dayatmasıyla karşı karşıya kalmaları ruh sağlığı bakımından da zarar verici oldu.
TESEV Demokratikleşme Programı bünyesinde sürdürülmekte olan Din-Devlet-Toplum İlişkileri projesi çerçevesinde yürütülmesi hedeflenen “Başörtüsü Sorunu” konulu çalışmaya ön hazırlık niteliği taşıyan ve sorunun çeşitli boyutlarıyla ele alındığı toplantının, adil, eşitlikçi ve demokratik bir çözümün oluşturulmasına katkıda bulunma hedefiyle yolan çıkan proje için önemli bir ilk adım olduğu söylenebilir.
Derya Demirler
TESEV, Demokratikleşme Programı