4 Mayıs 2010
İnsanı esas menzile ulaştıran görünen yollar değil gönül yollarıdır.
“Gerçekten de gönülden gönüle pencere vardır. İki insan birbirine gönülden bağlanınca artık onlar birbirinden ayrı değillerdir. Bedenleri birbirinden uzak düşse de gönülleri beraberdir.”
İki gönül bir aradayken (mürid-mürşid) bir tanesi kendi dünyasındaysa o uçamaz. O ona teslim olacak, onu uçursun diye.
Aşk âşıkların bedenlerini zayıflatır, eritir. Su belli bir derecede kaynayınca yok olur. Âşık yok oldu zannedilir.” Ama su yok olmadı ki buharlaştı ve uçup yukarıya çıktı. Allah dostlarının da iç dünyaları aşk halindeyken yok oldu zannediyorsunuz ama ruhlar âleminde iç dünyalarında yüceliyorlar, yükseliyorlar.
“Şu gönül şimşeği parlayınca o gönülde bilmiş ol ki sevgi vardır.”
Adamın biri Hz. Ali’ye ben seni çok seviyorum deyince Hz. Ali ona yalan söylüyorsun, ben seni sevmiyorum ki demiş. Burada, köprüler vardır. Siz Allah’ı ne kadar seviyorsanız O da sizi o paralelde seviyor. “Allah katındaki değerinizi öğrenmek istiyorsanız, kendi katınızdaki O’nun değerine bakın.” Neyi seviyorsan o’sun” diyor Mevlana Hz.leri.
“Senin gönlünde Allah sevgisi iki kat oldu, arttıysa şüphesiz Allah da seni seviyor demektir.”
Allah sevgisinin bir insanda artmasını nasıl anlayacağız, öğreneceğiz? O kendini belli ediyor. Haramlardan sakınıp ibadetlere doğru yola koyuluyorsa bu, Allah katında onun sevgili olduğunu gösteriyor. Farz ibadetler konusunda tartışma yoktur. Havadan daha kıymetlidir onlar. İbadetlerin taçlandığı yer secdedir yani namazdır. Namazı olmayanın hayatı yoktur. Hayatın farkında değildir çünkü diri değildir o. Ölü, hayatın farkında olmaz. Namaz kılmayanın gönlü ölüdür. İbadet, insanın ruhunu diri kılan şeydir.
Nefsin farkında olduğu şeye farkındalılık denmez. Hakla batılı ayıran ruhtur, nefs ayıramaz. Nefsin indirdiğine dereke diyoruz. Ruhun yücelttiklerine de derece diyoruz. Farkında olan insan bunu yapar. Farkında olmak için diri olmak gerekiyor. Diri olmak için iman etmek gerekiyor. Hepsi iç içedir.
“İki el olmadıkça bir elle el çırpılmaz. Bir elden çırpma sesi çıkmaz. Susuz bir kimse: Ey tatlı su neredesin diye inler, feryat eder.”
Suyun da hal diliyle işi gücü susuza ulaşmaktır. Sen aşk ve sevgi nerede diyorsan sevgili de maşuk nerede diyor. Yani bunlar birbirlerini tamamlıyorlar.
“İçimize düşen bu susuzluk suyun bizi istemesinden, kendisine çekmesinden ileri gelmektedir.” Çünkü Allah onu bizim için, bizi de onun için yaratmıştır.
“Allah’ın hikmeti, kaza ve kaderi ile bizi birbirimize âşık kılmış.” Biz suyu sevmekteyiz, su da bizi sevmekte.
Cihanın bütün zerreleri, o ezeli hüküm dolayısıyla çift çifttir. Her çift birbirine âşıktır. Her şey sevgiliyle buluşmak için çırpınır… Âlemde her cüz, her parça kendi eserini dinlemektedir. Tasavvufta “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmek istedim ve insanları yarattım.” İnsanı seviyorum ve insan beni seviyor anlamında yorumlanmıştır.
Gökyüzü, yeryüzüne Merhaba! Der. Seninle ben, kehribar ile saman çöpü gibiyiz. Birbirimizi sevmekteyiz diye söylenir. Gökyüzünün yeryüzüne merhaba demesi yağmur yağması demektir. “Akla göre gökyüzü erkektir, yeryüzü ise kadın. Gökyüzünün attığını yeryüzü besler ve yetiştirir.” Gökyüzünün gözyaşları olmasaydı yeryüzünde yeşillikler bitmeyecekti. Bir araya gelince hayat meydana geliyor. Esas olarak gönülle varlık bir araya gelince ruhun çocuğu o zaman meydana geliyor. Yaradılış gerçeğini, sırrını insan idrak ettiği zaman her şey ona başka bir hikâye anlatmaya başlıyor.
“Yeryüzünün sıcaklığı kalmayınca gökyüzü, güneş vasıtasıyla ona sıcaklık gönderir. Islaklığı kalmayınca da yağmur yağdırır, onu ıslatır.” Varolmak için neye ihtiyaç varsa onu vermek gerekir. İnsanoğlunun sevgi ve ibadete ihtiyacı var. İbn-i Haldun der ki: “İnsanları açlık öldürmez. Daha önce alışmış oldukları tokluk onları öldürür.” Yemekten de içmekten de önemlidir iman ve ibadet.
Gökyüzü, kadınını beslemek için kazanç peşinde koşan erkekler gibi yeryüzünün etrafında döner durur. Yeryüzü de o hanımlığı yapar. Onlar Allah’ın koyduğu şaşmaz, kanunlar gereği akıllı insanlar gibi iş görürler. “Kâinatta bulunan her şey Allah’a hamd ile zikreder. Fakat siz onların tesbihlerini anlayamazsınız.” Kur’an-ı Kerim.
“Bu iki güzel (yani yeryüzü ile gökyüzü) birbirinden süt içmeselerdi yani birbirinden faydalanmasalardı nasıl olur da karı koca gibi birbirlerinin dileğine uyarlardı.” Cenab-ı Hak bütün bu sevgiyi, sofrayı insanlar için yarattı. Allah dünyada hayat devam etsin, insan nesli kıyamete kadar sürsün diye erkek ve kadını birbirine sevdirmiştir.
Sevgi olmadan hayat olmuyor. Dünyada cehennem, sevmediğinle baş başa kalmaktır. Her bir parçanın başka bir parçaya, cüz’e meyli vardır. Her ikisinin birleşmesinden hayat doğuyor. “Geceyle gündüz de böyle birbirlerini kucaklarlar. Yer göğe teşekkür etmeli (yağmur yağdırdığı için), gök de yere teşekkür etmeli (ondakileri yer kabul ettiği için)”. İkisi birbirine eşit değil, farklıdır. Gök toprak yağdırmaz. Kadın ve erkek de öyledir. Eşit olsa hayat devam etmez hayat olmaz. İkisi birbirini tamamladığı için insan meydana geliyor, ikisi de mutlu oluyor.

“Gece ve gündüz görünüşte birbirinden ayrıdırlar ama hakikatte birdirler.”
İnsanlara faydalı olmak, onlara hizmet etmek hususunda birleşmişlerdir. Gündüzle gece görünüşte birbirlerine aykırıdır, düşman gibidir. Birisi aydınlıktır, diğeri karanlıklara bürünmüştür.
“Allahın koyduğu şaşmaz kanun gereğince hayatın sürüp gitmesinde hizmette bulunurlar. İşlerini güçlerini hısım ve akraba gibi isterler.” Gece olmasaydı insan dinlenemez, güç kuvvet bulamaz ve gelirini sağlayamazdı.
“Yeryüzünün toprağı, insan bedenindeki toprağa seslenir ve der ki: Kafeslik ettiğin ruhu terk et de toz gibi tozarak bizim yanımıza gel.” Cins cinsi çeker, toprak bizi çekiyor. Toprak olan bedenini kutsayan insanlar ölene kadar içlerinden toprak sevgisini çıkaramazlar. Ruhuyla tanışmamış insanın sevgisi dünyaya aittir. Onun için dünyayı kutsar, ilah edinir.
Dünyadaki bütün hikâyeler (insanlar, devletler vs.) ayrılık üzerine kurulmuştur. İnsan cennetten ayrıldığı için dünyayı cennet yapmaya çalışıyor. Asıl vatana, öze kavuşma hırsıyla dolu insan. Din, insanın bu ayrılışını gidermek için insana en kestirme yoldur. Allah size köprü uzatıyor, buradan geç diyor.
İnsan bedeninde bulunan unsurların insafsızca ipsiz, halatsız çekişleri (nefsanî ve ruhani isteklerimiz) bedeni hakir düşürür ve beden de 72 çeşit illet baş gösterir. Hastalıklar başlar, iç dünyalarımızda ruh ve nefs çatışma başlar. İbn-i Arabî: “Tıp, vücudu dengede tutma sanatıdır.”demiştir. Her şeyi dengede tutarsanız hasta olmazsınız. Toprak, su, hava ve ateş bunları dengede tutmalısınız. Çünkü bunlar ruhu taşıyorlar. Çok kıymetli hazineyi taşıyan sandık da önemlidir.
“Bu dört unsur, ayakları bağlı dört kuş gibidir. Bedene gelen hastalık, illet veya ölüm onların ayak bağlarını çözer ve uçurur. Onların ayakları birbirinden çözülüp ayrılınca uçar, aslına gider. Ruh da geldiği yere yani Rabbine gider. Biz Rabbimize ne göstereceğiz.” Yoklukla giderseniz Rabbiniz sizi var eder.
“Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun” diyen Yunus gibi olursanız var olursunuz.
“Bu çekiş ve çekiliş bedendeki tepkileri birleşmeyi yırtmak, atmak ve her unsur kuşunu çabucak aslına uçurmak içindir. Beden cüzlerinin, parçalarının asıllarına dönmek istemelerine Allah’ın hikmeti engel olur. Allah’ın hikmeti onlara: Ey beden cüzleri, parçaları, daha ecel görünmedi. Ecel gelinceye kadar kanat çırpmaya, uçmaya kalkışmanız size fayda vermez der.
“Ruh da bedenin cüzlerine der ki: (toprak, su, hava, ateş) Ey benim topraktan gelen, toprağa mensup olan cüzlerim parçalarım! Çektiğim gurbet acısı daha büyüktür. Çünkü ben Ruh âleminden gelmişim, arşa mensubum.”
Ruhu geldiği yerin gıdasıyla beslemek gerekir. Nedir ki bu? Kul olacak ve ibadet edecek başka besin kaynağı yoktur ruhun.
“Bedenin meyli yiyeceği içeceğe, yeşilliğe ve akan sularadır. Ruhun meyli de manevi hayatadır. Din ve kâinatı yaratan Allah’tır. Ruhun meyli bağlara, bahçelere ve üzümleredir. Ruh manen yücelmek, yükseltmek ister. Beden ise kazanca, yiyeceğe, içeceğe düşkündür.”
Ruh yücelmek ister, beden ise alçalmak. Herkes sevgilisine doğru yol alır. “O yücelmenin meyli, o yücelmenin aşkı ruh tarafınadır. Bunun anlamı “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” Bir insanı Allah sevdi miydi dünyadan onu budar, alır. Seni sevmekle bırakmıyor, meleklerine emrediyor. Ben sevdim, siz de sevin onu diye. Dünyadaki benim sevgililerim de onu sevsinler diyor. O zaman sizi sevenler hakikaten sevmeye başlar. Kanal açılır. Sokakta giderken bile sizi Allah sevgilileri bulur. Sen gerçek dostları bulursan yeryüzü cennete dönüşür. O zaman gökyüzü ağlar, yeryüzü dirilir.
“Ben âlemleri yarattım. Hiç biri beni alamadı ama mümin bir kulumun kalbi beni aldı” deniyor bir kutsi hadiste. La ilahe içindeki çamurları yok etti, illallah suyu doldurdu. La ilahe temizliyorsun; kalp temizlenmeden O gelmez. Onun için kalbe dünya inmeyecek, geminin içine su girmeyecektir. Orası onun yeridir. Mutluluk kalbine Allah’ı alan insanın bakış tarzı, Allah’la hayata bakmaktır. O zaman baktığınız her şey size bir şey anlatır.
Gönülden gönüle köprü vardır. Bu köprünün giriş kapısı “La ilahe illallah, Muhammedin Resulullah” ile açılıyor. Bütün açanlar orada buluşuyor.
Kalpleri halden hale çeviren Allah, (Allah boyasıyla boyanırsanız bunu ebediyen görürsünüz.) senin kalbini yüzlerce sevdaya bağlamıştır.” Eğer esas sevdaya bağlanmamışsan dünyada her şeye kavuşamayacaksın. Onun için mutlu ve huzurlu olmayacaksın. Fakat kalbini Allah’a bağlarsan her şey O’ndan gelir. Madem Cenab-ı Hak senin kolunu kanadını kırdı, neden o kol kanat kıranın varlığına teslim olmazsın? Seni bu dünyadan ne kadar budarsa aslında seni o kadar çok seviyor, neden teslim olmuyorsun? Madem onun takdiri senin tedbir ipini kopardı, neden O’nun takdiri doğru olmasın. Yapacağın işler için iyice niyetlenerek yapmaya kararlaştırırsın. Bazen bu kararın Hakkın takdirine uygun düşer, bazen de düşmez. Uygun düşerse seni sevdiği için yapar. Uygun düşmezse yapmaz, sen de kırılırsın benim işim niye böyle olmadı diye. Aslında o takdirine uygun düşmeyen şeyi Allah sana bu dünyada yapsaydı sen perişan olurdun. Geleceği Allah biliyor. Senin dünyada illa benim olsun dediğin şeyler ebedi tabutun olabilir. Onun için Allah’ın kabul etmediği dua yoktur. Allah sana istetmişse bir şeyi mutlaka verecektir. Çünkü isteten de o. Bizi mutlu edecek şeyin farkında değiliz. Onun için mutlu olamıyoruz.
Hazırlayan: Ersel Karataş
{jcomments on}



