Akıl ve Aşk

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Dursun Ali Taşçı

  10 Kasım 2009

“Talihli olan kişi bilir ki zeki olmak, akıllı geçinmek iblistendir. Aşk ve kulluk da Adem’dendir. Şeytan gibi zeki olanlar denizde yüzenler gibidirler. Koca bir denizde/okyanusta yüzen kimsenin kurtulması nadirdir. Sonunda batar boğulur.
Sen yüzmeyi bırak, kendini beğenmekten vazgeç. Kini terk et. Yüzdüğün su dere, ırmak değildir. Bu deniz aslında kaza ve kader denizidir.”

Burada kastedilen zekâ, dünya için çok çalışan zekadır. Bunun sonu görmüyor. Bu zekâ alttaki tuzağı görememektedir. Görmeye irfan deniliyor. Bir aklın, zekânın irfanı yoksa o insan kurtuluşa eremez. “ Akıl bu yolda çamura batmış eşektir.” Vahy ışıktır, akıl da gözdür. İkisi bir arada olmalı ki bir anlam ifade etsin. Peygamberlerdeki fetanet, ismet, zekâ gibi sıfatlar en üst düzeydedir. Onlar zekâlarını tek başına kullanmadılar. Üst akılla yolda yürüdüler. Akıllı insan Allah’tan gelen üst aklı kabul eder. Bunu kabul etmemek ilahlığa kalkışmaya sebep olur, insanı putperest yapar.
Yüzmesini bilseniz bile denizin ortasından nasıl çıkacaksınız. Bir araca, gemiye ihtiyacınız var. O gemi şeriattır, dindir. Onunla selamete çıkarsınız.

“Hem de öyle bir deniz ki sınırsız, pek derin sınırsız, sığınılacak yeri yok. Bu deniz öyle bir büyük deniz ki yedi denizi bile bir saman çöpü gibi kapıverir, mahveder.”
“İlahi aşk seçkin bir mümin için gemi gibidir.”

Kim seçiliyor? Derdi olan insan seçiliyor. Vurdumduymaz insandan seçilmiş/seçkin olmaz.

“Bu gemiye binenler afete felakete uğramazlar. Çoğu zaman da kurtuluşa ererler. Ey hak yolunun yolcusu! Sen akılla zekâyı sat da hayranlığı satın al.
Çünkü zeki olmak, akıllı olmak, bir fikir yürütmekten bir zanna kapılmaktan ibarettir. Kur’an, ‘zanna kapılmayın’ buyurmaktadır. Hâlbuki hayranlık hakkın güzelliğini, kudretini sanatını görmek şaşırıp kalmaktır.”

Güzel davranış da sanattır. Güzel söz de sanattır. Ama en güzeli güzel davranıştır. Bizi en çok etkileyen de odur. Yaptıklarımız söylediklerinizden daha çoksa hayatınızı sanata çevirmişsinizdir. Güzel davranışı bize, Sani olan verir. Allah’ın bir ismi de Sani’dir. Mülkünde onun kalemi olmadan nasıl resim yapacaksınız? Sanat eseri çıkmaz. Güzel konuşan, yaşayan ve davranış içinde olan insan varsa o müze gibidir. Siz müzede yaşıyorsunuz.
Bir de tımarhanede yaşamak var.

 

Vahiy, külli akıldır. Külli aklı kaybederseniz dünyada medeniyet kuramazsınız, huzurlu olamazsınız. Mutlu insan yaradılış sırrıyla tanışan ve ona ayak uyduran insandır. Hayatı bestelemek için kelimelere sahip olmak zorundasınız ama o kelimeler vahyin mührünü taşırsa bir anlam ifade eder.
Aksi, kuru kalabalık seslerdir. Şeytan sesleri çıkar oradan.

Mümin kendi yaradılışına uygun bir yerde bir mekânda rahat eder. Söylemek önemlidir ama söylediklerini yaşamak daha da önemlidir. Kur’an ikaz eder: “Yapmadıklarınızı niçin söylüyorsunuz.”

 

Klasik literatürde insanlar; ‘ümmet-i davet, ümmet-i icabet olarak iki kısma ayrılır. İcabe; icabet edenler mümin olanlar, dave; davete muhtaç olanlardır. Bütün kâfirler davete muhtaçtır ama davetin de metodları vardır. Tehditle, saldırarak davet edilmez. Davet başlı başına bir işlemdir. Gazali İhya’da baştan sona bunu anlatır. İnsan o bilgilerle yoğrulduktan sonra nasıl davranacağını bilir.

“Aklı Hz. Mustafa (s.a) uğrunda Kurban et ve Allah bana yeter de!”
Kurban burada yakınlaşmak anlamındadır. Hayatı tek boyutlu algılarsak hiçbir şeyi çözemeyiz. Ahiret var ve  çözülemeyecek bir problem yoktur. Allah bize dert verdiyse devasını da yaratmıştır. Problemli yaşamak istemiyorsak kalbimize, zihnimize ahiret kavramını tam yerleştirmeliyiz. Allah’a tam teslimiyet olmadan da bu çözülemez. O külli iradeye her şeyi ile teslim olursak ki o bizi çok seviyor bizi ağlatmaz veya gözyaşlarımızın karşılığını farklı farklı verir.
Mümin seçkin, yeryüzünün en seçkini, Allah katında seçilmiş insan demektir. Mustafa’nın manası da o dur. Yani yerde ve gökte seçilmiş demektir. Biz de Mustafa’nın (s.a) ümmeti olduğumuz için seçilmiş anlamına geliyoruz. İman etmek, seçilmiş olmaktır ve dünyada en büyük olaydır.

Müminin kurbanı da çok şerefli bir şeydir. Kendisiyle kurban onu birlikte insanlaştırıyor. Aslolan akılla birlikte vahyi bir bulundurmaktır. Aklı Allah yoluna kurban edersen mecnun olursun orda eyvallah. Ama herkes dayanamaz.

“Nuh’un iman etmeyen oğlu Kenan gibi olma, iman gemisine binmekten kaçınma! Onun akıllı ve zeki olan nefsi vardı.”

Tek başına akıl, Kenan’ı yok etti. Aklı dağa çıkıp kurtulmasını söylemişti. Ne oldu? Battı, çamura battı orada. Tek başına.
Kamil insan yaratılış sırrını sonuna kadar geliştirmiş insandır. Kamil olmayan insan yaratılışıyla, kendisiyle tanışmamış insandır. İrfan; ayrıca kime/hangi varlığa ne vereceğini de bilmektir. Her şeyi yerli yerine oturtmak, bilerek yazmaktır.

“Ey hasetle dolu olan, ey böbürlenip duran kişi! Sen kâmil insanı nereden bileceksin? Allah onun kulluğunu, gayretini kabul etmiş, ondan razı olmuştur.”
Öyleyse, bu hakikatleri bilmeyen insan mutlaka hasetle dolu olacak ve böbürlenip duracaktır. Allah: tanımayan ve Resulünü tanımayan insan hasetten kurtulması mümkün değildir.
Bilmek sadece Allah’la bilmekle olur. Hz. Ali “İlim bir noktaydı cahiller onu çoğalttı.”demiştir.

 
 
 

Yaratılış Sırrı ve Besmele
Besmele nedir? Varlığın yaradılış sırrını bozmadan varlığa yaklaşmaktır. Hiçbir şey boşu boşuna yaratılmamıştır ve hiçbir şey cansız değildir. Mutlaka bir işlevi vardır. Allah abesle iştigal etmez.
İrfan ehli besmele çektiğine helal, çekemediğine haram demiştir. Besmele, çektiğimiz her şey güzeldir. Besmeleyle başladığımız her iş, ibadettir. Ben diyelim ki çay içiyorum besmele çekiyorum. Bu çay bana içindekilerle yaradılış sırrını sunuyor. Ruhumu sıkıntıya sokacak bir şey vermiyor bana. İnsan besmeleyle varlığın yaratılış sırrını bozmadan varlığı yaklaşır. Başlangıç da sonuç da önemlidir. Başlangıçta güzel şeyler varsa sonuçta da olur.

“Böyle bir nur varken sen eline bir kitap alıp meşgul olursan ilhama erişmiş olan ruhun seni azarlar.”

 

Kitapla Nur’a kavuşayım diye uğraşılır, kitap Nur’a kavuşmak için okunur. Nur’a kavuştuysan kitabı bir tarafa bırak! Onu yaşa. Kur’an insanı insan yapmak için gelmiştir. Aslolan insandır.

“Zamanı kutlu olan kâmil insanın sözlerine karşı diğer insanların bilgisi teyemmüm gibidir.”

Gerçek manada Allah dostu bir yere girerse orada her şey susar. Mevlana ile Şems Hz. gibi. Onlar hiçbir şey konuşmadılar ama her şeyi konuştuk dediler. Orada olmak yetiyor.

Bir hadis-i kudside şöyle buyrulur: “Ey kulum! Celalim hakkı için senden dünya nimetleri esirgeyemedim. Fakat sana kerem hazırladığım için bazılarını vermedim. Bunun için seni dünyada yoksul bıraktım.”
Dünyada ettiğimiz bazı dualar, kabul olmamıştır. Ahirette bakacağız ki o duaların hepsi kabul olmuş. “Keşke dualarımız dünyada kabul olmasaydı da hepsi şimdi kabul olsaydı.”diyeceğiz.
Onun için kabul olmayan dua yok. O bir şeyi istetmişse mutlaka O’nu verecektir. Allah vermeyeceği şeyi istetmez.

Nice şeyler aklımıza gelmiyor. O nimeti hak etmemişiz de ondan. Sonra uyanıyoruz evvel istemediğimizi sonra istiyoruz.

Aslında kıymetimiz istediklerimizle paraleldir. Bazı şeyler bazı kimseler için dünyada verilseydi azgınlığa düşmek ve perişan olma durumu olurdu. Onu burada sana vermemesi rahmettir. Sen onu bilirsen ona göre davranırsan irfan sahibi olursun. O zaman vermedi diye üzülmek yerine tam aksine; “Rabbim! Sen en iyisini bilirsin” dersin. Hatta daha ötede bazı insanlar Allah’tan bir şey istemezler. “Rabbim! Beni en iyi bilen Sensin. Ben Senden bir şey istemekten hayâ ederim” derler.

“Hak yolunda yürürken aklı, zekâyı bir tarafa atta kendini abdal yap ve bir kâmil insana uy onun izinden yürü. Kurtuluşu ancak bu abdallıkta bulursun.”
Abdal; bedel ödeyen demektir. Ne bedeli, sadece bedel ödememiş, çile çekmiş ve ruhuyla tanışmış insanlardır. Bedel ödeye ödeye, çileyi çeke çeke kömürden elmasa dönüşmüş insan demektir. Öyle abdal olunur.
İnsanların manevi padişahı olan Peygamber efendimiz bu yüzden; “cennetliklerin çoğu abdal kişilerdir” demiştir. Yani ruhunu arındıran insanlardır.

“Akıl ve zekâ sana gurur ve kibir verir. Abdal olda gönlün düzelsin huzura ersin.” Bir şey ki sana kibir ve gurur veriyorsa oradan uzak durmak gerekiyor. O senin sonun olur, felaketin olur.
Abdallık dediğin halka iki kat maskara olan kişinin ahmaklığı değildir. Bu abdallık, ‘Hu’ya karşı yani Allah’a karşı hayran olmak, Ona karşı hayrete düşmek ve abdallaşmaktır.”

Gerçek manada ruhumuzla ve aklı külle yani O’nun aydınlattığı akılla yani kalbeden akılla nereye baksak nereye gitsek Rabbimizi görürüz. O zaman alevleniriz.

Mesnevi’yi biz Kur’an’ı daha farklı ve daha derin anlamak için okuruz. Yoksa asla Kur’an’la kıyas etmek için değil. Mesele budur. Çünkü biliriz ki Allah’ın karşısında herkes acizdir.

“Hz. Yusuf’un güzelliğini görünce hayran olan ve şaşkınlıktan ellerini kesen Mısırlı kadınlar bu abdallığa düşmüşlerdi.”
Peygamberimiz (s.a): “Söz, sihir gibidir.”diyor. İnsanı etkiler. Bu tarz bakışlar da sihir gibidir. İnsanı etkiler/büyüler. O büyülenme menfi mi müspet mi ona bakmak lazımdır.

“Aklı dostun aşkında kurban et. Çünkü bütün akıllar dostun bulunduğu taraftadır. Çünkü ruhların da, akılların da çıkış yeri Haktır.”

Aklı dostun aşkında kurban edince kudsi hadiste buyurduğu gibi; Allah, gören gözümüz, tutan elimiz, yürüyen ayağımız olur. İnsan Rabbanileşiyor. Bu sebeple aklı Hakkın aşkında kurban et.

“Akıllı olanlar akıllarını Yüce Dostun bulunduğu yere, ötelere göndermişlerdir. Bu dünyada kalan akıl ise sevgiden haberi olmayan sevmeyen, sevilmeyen ve ahmak olan akıldır.”
Sadece dünyevi akıl, ne sever ne sevilir. Allah’a gönül bağlamamış insanlar, görüntüde sever, sevilir zannediyoruz. Hiçbir Firavun sevilmemiştir. Korkudan alkışlanmış fakat sevilmemişlerdir. Esas sevgi o değildir. Sevgi başka bir şeydir. Anlatılan bir şey değil. Sevgilinin dili de başka yurdu da başka. O yurda gitmeden o sevgi tadılamaz.

“Allah’ın büyüklüğü, güzelliği ve sanatı ve yaratma gücüyle hayrete düşer de şaşkınlıkla aklın başından giderse o zaman saçının her teli bir baş olur, akıl kesilir.”
O zaman bir tohum ekersin, yedi yüz tane buğday alırsın. Allah adına kendini kurban edenlere, aklını kurban edenlere Allah binlerce, milyonlarca akıl verir. Aklını put edinerek kendine saklayan adam da öldüğü zaman onun için her şey biter. Aslolan sonsuzluğu yakalamaktır. Aklımızı Allah yoluna ne kadar kurban etmişsek o kadar çoğalarak gelir.

“Ötelerde sevgilinin yanında beyin, düşünce zahmeti çekmez. Ötelerde bulunan mana ovaları, bahçeleri de hep beyinler bitirir, akıl fikir üretir. Bu fani dünya ovalarını bırakır da onlardan geçip de öteki ovalara varırsan nükteler işitirsin.”
Fani ovalardan yani buralardan vazgeçip öteleri tercih edersen Simurg hikayesi misali, Hakikat’e varırsın.

“O bağa girersen hakikat fidanın bağı boy atar, gelişir. O aleme girersen orada Allah aşkını tadar ve gelişirsin.
“Hakkın yolunda şanı şerefi bırak, yol göstericinin kımıldamayınca sen de kımıldama. Tamamıyla ona uy!”

Miraç edenlerin olduğu yerde onlar gibi davran. Allah’a ulaşınca Allah’ta yok ol ve Hakiki Varlık makamında yerini al!

 

Hazırlayan: Ersel Karataş

 

 

 

{jcomments on}

Önceki Yazı

Hz. Musa ve Çoban Hikayesi

Sonraki Yazı

SERİ PROGRAM: Mesnevi Okumaları

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir