Goethe ve İslam

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Senail Özkan

04.04.2009

Senail Özkan’ı, ‘Goethe ve İslam’ adlı eseriyle tanıdık. Eser, bizim bu güne kadar okuduklarımızdan farklı bir formattaydı.
İçeriğine dair ipucu kabilinden arka kapak yazısını sizlerle paylaşalım ve Senail Bey’in Hazar’daki konuşmasının özetine sonra geçelim:

“Acaba bizim vatanımız gibi, geniş bir memleketi olup da onu asla görmeyen, edebiyatta gözleri ecnebi bir aleme dalmış ve yalnız o alemden bahseden bir millet var mıdır?
Düşünce mesaisinin önemli bir bölümünü Batı felsefesinin, musikisinin, edebiyat ve sanatının zirvelerini, dehalarını anlamaya hasretmiş bu satırların müellifi, Yahya Kemal’in yukarıdaki sözlerinden payına düşeni almakta samimidir. Büyük şairimizin bu satırlarla meseleyi can evinden kavradığına inanmaktayım. Kendi gök kubbelerinden uzaklaşan fanilerin yabancı iklimlerde hayat ateşini kaybetme riski her zaman mevcuttur. Bu durum, Yahya Kemal de dahil olmak üzere herkes için variddir. Yabancı bir kültürün başlangıçta göz kamaştıran, fakat sonra bir anafor gibi kendi dehlizlerine çeken düşünce tuzaklarına düşmemek için, ufukların ötesini göre keskin bakışlı rehberler almak gerekmektedir yanına. Tıpkı Dante’nin çelişkiler cehenneminde üstadı Vergil’i yanına kılavuz alması gibi; tıpkı İkbal’in Batı metafiziğinin tehlikeli geçitlerinde Mevlana’ya sığınması, diyar-ı Rum’un bu Pir’inin eteğine tutunması gibi.”

“Goethe’nin Doğu-Batı Divanı, bizim için en önemli eseridir. Goethe evrensel, çok yönlü bir düşünür, şair, ressam, dram yazarı, roman yazarı, filozof yani hayatın her alanında var olan bir kişiliktir. Şiirin her çeşidiyle uğraşmış, gazel bile yazmıştır.”

Senail Bey bize Goethe’yi, önce Faust adlı eseriyle anlattı. Derinlikli karşılaştırmalar yaparak zihinlerimizde farkındalık oluşturdu. Şöyle ki;

“Goethe, Faust adlı eserinde bütün şiir çeşitlerinden yazmıştır. Batı ve Doğu veznini bir çok şiirinde kullanmıştır.

Birinci bölümde bilgiyle ilgilenir. Ne kadar bilebileceğimizi irdeler.  Der ki: Felsefe, hukuk, tıp ve teolojiyi büyük gayretlerle okudum. Şimdi şurada bir zavallı olarak duruyor ve görüyorum ki maalesef hiçbir şey bilemiyorum. Hiçbir şeyi bilmenin mümkün olmadığını görüyorum. Goethe, birinci bölümde insan bilgisinin ne kadar sınırlı olduğunu, bilginin sınırlarını keşfeder. Alman Filozof Kant, ondan etkilenmiştir. Kant’ın Saf Aklın Tenkidi adlı eserine denk gelmektedir.

İkinci bölümde ahlak mevzusuna ağırlık verir ve pratik aklı işler. Yani Faust böylesine felsefi derinliği olan, bütün insanlığa hitap eden edebi derin bir dramdır/insanın dramıdır. Yeryüzü macerasını bütün detaylarıyla anlatan bir eserdir. Tercümeler dev eser hakkında sadece bir intiba vermiştir. Eserin orijinalinden alınan hazzı vermesi mümkün değildir.”

Konuşmacımızın asıl üzerinde durduğu eser, ‘Doğu-Batı Divanı’dır. Çünkü Goethe’nin sancılarını, hayata ve metafiziğe bakışını bu eserde görmek mümkündür:

“Goethe’nin ikinci büyük eseri Doğu-Batı Divanıdır. Hatta şairin bizim için birinci ve en önemli eseridir. Goethe bu eseri 65 yaşında kaleme almaya başlamıştır. Bu yaşlar, tefekkürün en olgun olduğu dönemlerdir. Şair eseri, bunalım döneminde bir kaçış olarak, bir anlamda Doğu’ya hicret olarak kaleme almıştır.

Dönemin kısaca fotoğrafını çekmek gerekirse; Napolyon Berlin’e çıkmıştı. Düşünce ve sanat gibi faaliyetler, o dönemde çok zor işlerdi. Varsa yoksa siyaset konuşuluyordu. Avrupa’nın hemen her yerinde savaş vardı. Ve büyük şair bu savaşlardan bıkmıştı, bunalmıştı. Derken şair, 1812 ya da 1813’lü yıllarda bir gün M. Şemseddin Hafız diye bir İranlı şairin divanını Almanca olarak okur. Hafız’ın Divan’ını Almancaya, Osmanlı tarihçisi Hammer  tercüme etmiştir. Hammer’in bu tercümesi kurudur, şiir zevkini tam tattırmaz ama önemli bir tercümedir. Goethe, o yıllarda bu tercümeyi okuyunca adeta büyülenir. İşi gücü bırakıp yıllarca Hafız’ın divanını okuyarak Ren kenarında vakit geçirir. Divana böyle başlar.

Zamanın en büyük şairi Goethe, Hafız’ı okuyunca neden bir korkuya ve endişeye kapılıyor?

Diyor ki; Böyle bir şair varken dünyada şiir alanında bununla yarışmak ve bir varlık göstermek güçleşmiştir, adeta mümkün değildir.  Hatta bir şiirinde; “Seninle yarışmak bir çılgınlıktır” demiştir. Tabii çok uzun gayretlerin arkasından yine bir şiirinde; “Artık bundan sonra şarkın kendi ateşiyle alevlenip büyüsün” diye kendine güven gelmiş ve ondan sonra divanı yazmaya başlamıştır.

Hafız bizim kültürümüzün/Klasik İslam kültürünün en temel taşlarından birisidir. Büyük şairlerimizin hepsi Hafız’ın rahle-i tedrisatından geçmiştir. Hafızı bilmeyen ve okumayana şair bile denmez. Aslında zamanları farklı olmasına rağmen Goethe ve Hafız’ın çağları arasında benzerlik vardır.
Goethe bu büyük şairin divanına peyder pey nazireler yazmıştır. Bu arada Goethe, başka şairleri de keşfeder. Osmanlı şairlerini okuduğu gibi, Osmanlı devlet adamlarını da okur. Nasrettin Hocayı da bu okumaları içinde görebiliriz. Goethe anlamadığı yerlerde Hammer’e müracaat eder. Osmanlı Tarihçisi olan Hammer, 4 ciltlik Osmanlı Edebiyatı Tarihini ve 6 ciltlik Arap Edebiyatını neşretmiştir. Fars Edebiyatı ve Belagatı diye tercüme ettiği eserde bütün doğu şiirlerinden seçmeler vardır. Goethe, bu şiirlerin her birisini günlerce okur, değerlendirir, arka planına bakar ve onlardan etkilenerek şiirler yazar.
Goethe’nin Divan’la, hem dış dünyası hem de fikir ve duygu dünyası değişmiştir.

Bundan sonrasını kitaptan devam edelim isterseniz:

 “…Avrupa’daki kısır siyasi çekişmelerden bıkan kudretli şair, artık Doğu’ya, şiirin, hikmetin, mistisizmin vatanına hicret etme zamanının geldiğini anlamıştır.
Burada hemen şuna işaret edelim ki onun Doğu’ya hicreti, bir iltica, şahsiyet zaafından kaynaklanan bir kaçış değildir. Bir şahsiyet abidesi olan ve şahsiyeti insanoğlunun en büyük saadeti addeden Goethe, hicretle bir kimlik değiştirmiyor, bilakis kültür, düşünce ve sanat dünyasına yeni açılımlar, derinlikler ve zenginlikler kazandırıyordu. Gerçi şair, bir yerde Avrupa’daki bağnazlıklardan, siyasi gelişmelerden şikayetle: ‘Batı’da olup bitenler pek can sıkıcıydı; gelişmeler bir bunalıma işaret ediyordu; o yüzden Doğu’ya sığındım ve bir müddet Batı’dan ve Kuzey’den uzakta mutlu bir ayrılık yaşadım’ demektedir. Ancak bu, Avrupa fikrinin savunucusu olan evrensel şairin, kendi gök kubbesini tümden terk ettiği şeklinde yorumlanamaz. Tam aksine o, poetik bir maskeyle Doğu’nun yıldızlı semaları altında dolanmış, yıkanmış ve arınmıştır. Zaten şair bu durumu, Doğu-Batı Divanı’nın Keder Kitabı bölümünde açıkça ifade etmektedir.”

Konuşmacımız, Goethe’nin İslam hakkındaki düşüncelerine şu çerçevede değinerek devam etmiştir:

“Goethe, İslam’ın kader mevzuundan etkilenmiştir. Şairi tevhid inancı da yani kesretten vahdete geçiş de etkilemiştir. İslam dininin detaylarını, İslam kültürünü iyi bilir. Ayrıca Hz. Peygamberi çok iyi anlatmıştır. Ona kaside de yazmıştır. İslam hakkında hiçbir menfi sözü yoktur. Bağnaz bir kültürün içinde olmasına ve o dönemde İslam hakkında müspet konuşmanın zorluğuna rağmen -bugün bile batıda bu tür konularda rahat konuşmak mümkün değil- İslam dini ile ilgili çok olumlu sözler söylemiştir. O yüzden de hakkında Müslüman olduğuna dair şaibe dolaşır. Öte yandan Goethe Divanda: ‘Eğer İslam bir Allah’a inanmaksa o zaman hepimiz İslam’da yaşıyoruz’ da der. Müslüman olmuş mudur olmamış mıdır o kadar fazla önemli değildir. Müslüman olması evvela kendisini ilgilendirir de büyük bir şairin Müslüman olması tabii ki bizim için hoş olur. Ama Goethe Hıristiyandır.  Bunu ölmeden çok kısa bir zaman önce bir dostuna yazdığı mektupta görmekteyiz. Orada; ‘Din değiştirmek benim mizacım değildir’ der. Bunu açık ve çok net söylüyor. Böyle bir adama biz Müslüman oldun diye bayrak yapıp dolandırmamız, sadece onun Müslümanlığıyla ilgilendiğimiz anlamına gelir ki o yanlıştır. Dolayısıyla biz onun Kuranla ilgili söylediklerine, değerlendirmelerine, yorumlarına bakmalıyız.

Önemli olan, böylesine bir şairin/mütefekkirin/evrensel bir düşünürün bizim kültürümüz, şiirimiz, sanatımız, dinimiz hakkındaki kanaatleridir/tenkitleridir. Bunlar çok değerlidir. Klasik İslam şiiriyle ilgili, Kuran’la ilgili ne düşünüyor, ne diyor, neler söylüyor. Bizim bunları anlamamız lazımdır.

Dünyada insanlığın kurtuluşunun şiir marifetiyle olacağını ilk defa Doğulular/Müslümanlar söylemiştir. Çünkü şiirin yeri bizde öyleydi, çünkü söz şiirdi. Kuran-ı Kerim şiir değildi ama Molla Cami’nin deyimiyle, şiirden üstün şiirdi. Kuran’da insanı hayrete, dehşete, hayranlığa düşüren müthiş bir üslup güzelliği bir didaktik güzellik, bir lirizm var. Şair bunları o tercümelerden görmüştür. Böylesi bir devirde bu büyük şair, bütün dillerde yapılan tercümeleri okumuştur ve her biriyle ilgili kanaat belirtmiştir.

Benim beklentim Türk gençlerinin bir gün Divan’ı keşfetmeleri, onunla ilgili araştırma yapmaları ve benden daha ileriye götürmeleridir.

Gelelim Goethe’nin yazdığı Kaside-i Muhammediye’ye.
Orada özetle şöyle söyler: Hz. Peygamber, insanlığın manevi lideri olarak, onun tabiriyle “bir din dahisi olarak, tıpkı kayalardan fışkıran bir pınarın ummana koşması gibi, tüm insanlığı bir kardeş muhabbetiyle yanına almış, Allah’a erişme yolundadır.”

 

Evet!
Kendi değerlerimizi göremediğimiz zamanlarda başka bir göz veya başka bir dil, bize nelere sahip olduğumuzu gösterir ya da söyler. Değerli konuşmacımız Senail Özkan’ın anlatımıyla, Goethe üzerinden bu farkındalığı yaşadık.
Devamını isteyen herkese göstereceğimiz adres; Senail Özkan’ın, ‘Goethe ve İslam’ kitabı olacaktır.

 

Özeti Hazırlayan: Dilek Karataş

 

{jcomments on}

Önceki Yazı

Sekülerleşme ve İslam’ı Problem Haline Getirme

Sonraki Yazı

Münevver Ayaşlı ve Pertev Bey’in Üç Kızı Üzerine Söyleşi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir