Nisan 2014
Ecdadımızdan kalan eserlerin güzelliğini ve bu değerlerin birçoğundan habersizliğimizi konuşuyorduk. Melek ve Songül arkadaşımız bu konuda bize yardımcı olabileceklerini söylediler. Onların gayret ve katkılarıyla; “Tarihi Yarımadada Tarihe Yolculuk Gezisi” adıyla bir gezi tertipledik.
Toplanacağımız Çarşamba sabahını iple çekmiştik. Haseki Külliyesi’nde buluştuk. Her şey umduğumuzdan da iyiydi. Herkes zamanında ve dışarıya taşan enerjisiyle toplantı mahallindeydi. Olcay Hanım, sanki bir devlet büyüğüne sunum yapar gibi bütün ciddiyeti ve sevecenliğiyle hazırdı. En küçük detayları düşünmüş ve ona göre hareket ediyordu.
Buluşma noktamız olan Haseki Külliyesi’ni 1551’de Hürrem Sultan, Mimar Sinan’a yaptırmıştı. Bir yandan Külliyeyi incelerken bir yandan da Olcay Hanımı dinlemeye koyulduk:
“Külliyenin iç yapısında cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşme bulunmaktadır. Kompakt bir külliye olan Haseki Külliyesi çok kıymetli bir mahallede Kuru Tepe olarak bilinen nemsiz bir mekanda kurulmuştur. Külliyenin girişlerinin çok olması, bize çevreyle iç içe olduğunu gösterir. Çünkü ecdadımız halkla iç içe hizmet vermeyi ilke edinmiştir, ulaşamadığınız mekan sizin değildir.”
Medreseye alçak bir kapıdan başımızı eğerek girmiştik. Bu, ilme duyulan saygının önemli bir göstergesiydi. Külliye içinde gezerken, sıbyan mektebi girişinin ayrı olup giriş kapısının çocukların boyuna göre alçak olarak yapıldığını, yürüdükleri yolun üstünün yağmurdan etkilenmemeleri için kapalı olduğunu gördük ve bu kadar ayrıntılı düşünen ecdadımızın hassasiyeti bizi derinden etkiledi. Medresede baş oda (müderris odası) ve onun etrafında U şeklinde dizilmiş öğrenci odaları vardı. Baş odaya birkaç merdivenle çıkılması, o günlerde ilme ve alime verilen değerin göstergesiydi.
Avlunun ortasındaki fıskiyeli havuz, külliyenin estetiğine katkıda bulunuyordu. İmarete geçtiğimizde; yemek pişirme düzenini, hamurhanedeki hamur mayalama yerini ve ekmek fırınlarını gördük. Darüşşifa bölümünde ise sekizgen bir avlu ve avlunun iki yanında hekim ve hasta odaları diziliydi.
Külliyeyi inceledikten sonra Nur-u Osmaniye’ye gitmek üzere yola koyulduk. Öğle vaktiydi. Namazlarımızı cemaatle eda ettikten sonra öğle yemeği için Kur’an Kursuna geçtik ve öğrencilerin misafiri olduk. Duygulu bir atmosferde yemeklerimizi yedik. Mimar Olcay Hanım, mükemmel bir hale getirdiği caminin restorasyonu hakkında bizi bilgilendirdi:
“İstanbul’da inşa edilen ilk barok özellikli camidir. Çemberlitaş’ta kapalı çarşı girişinde 1748-1755 yılları arasında inşa edilmiş olup Batılılaşma eğilimlerinin ortaya çıktığı döneme ait Osmanlı mimari örneklerindendir. I.Mahmut başlatmış ve III.Osman tamamlatmıştır. ‘Nuru Osmani-Osmanlı’nın Nuru’ olarak anılır. Medrese, imarethane, kütüphane, türbe, çeşme ve sebilden oluşur. Medresesi bugünlerde halen hafız yetiştiren Nuru Osmaniye Kur’an Kursu olarak kullanılmaktadır.”
Halı Müzesi’ni ziyaret etmek için ikindi vakti Ayasofya’ya geçtik. Ayasofya külliyesinin imaretinde açılan Halı Müzesinde, 13.yüzyıldan 19.yüzyıla kadarki halılar sergilenmekteydi.
Tarihi halı işletmeciliğini de gördükten sonra Olcay Hanım’ın hazırlığını yaptırdığı çay ve pasta molası için bahçeye geçtik. Çaylar içildi, muhabbetler edildi.
Gezimiz sayesinde adeta tarihe yolculuk yaptık.
Artık akşam oluyordu ve programımız bitmişti. Fakat tarihi atmosfer içinde oluşan dostluk ve muhabbet ortamından kimse ayrılmak istemiyordu.
Farklı günlerde bu ziyaretleri geleneksel hale getirmeyi düşünerek halis duygularla vedalaştık.
Bir araya gelmemizi sağlayan Hazar’a, bitmek bilmeyen enerjisi ve birikimiyle bizlere yardımcı olan Mimar Olcay Hanım’a ve fedakarlık yapan tüm arkadaşlara teşekkürü borç biliriz.{jcomments on}
Hazırlayanlar: Şaheser Bostan- Emine Akay