Padişah ve Cariye Hikayesi

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Dursun Ali Taşçı

3 Kasım 2009

 

Çok eski zamanlarda bir padişah vardı. Maddi yönden de manevi yönden de çok üstün bir durumdaydı. Bu padişah bir gün atına bindi. Kendine bir cariye göründü. O cariyenin kulu, kölesi oldu. Bir kuş kafesinde nasıl çırpınırsa padişahın da ruhu beden kafesinde öyleydi. Bu sebeple, para verip o cariyeyi satın almaya karar verdi. Onu alıp arzusuna kavuştuğu için mutlu oldu. Fakat ilahi takdir neticesi cariye hastalandı. Padişah sağdan soldan her taraftan hekimler topladı ve kim benim dermanımı iyi ederse hazinemi ona vereceğim dedi. Hekimler; bu uğurda zekamızı, tecrübemizi, hünerimizi bir araya getirelim dediler. Elimizde her hastalığın ilacı var dediler ama inşallah demediler. Bu yüzden Cenab-ı Hak onlara Allah’ın izni olmadan bir şey yapamayacaklarını gösterdi. Hekimler ilaçtan ne verdilerse tedaviden, beklenen şifa elde edilemedi. Cariye kıl kadar zayıfladı. Padişah da bu arada sürekli Allah’a yalvardı.

Padişahın duası üzerinden Mevlana bizlere nasıl dua edeceğimizi öğretir.

Halis dua eden padişahın duası kabul oldu ve rüyayla cevap geldi. Rüyasında bir pir-i fani göründü. Rüyasında gördüğü kişi, beklemesini ve derdine derman olacak hekimin geleceğini söyledi. Zamanı geldiğinde rüyasında gördüğü kişi karşısında belirdi ve padişah o anda asıl aradığının o olduğunu anladı.

Dedi ki; ‘benim asıl sevgilim o değilmiş, sensin.’

Biz seviyoruz zannederiz fakat sevgi karşılıksızdır ve fedakarlık ister. Sevgini sevgili uğruna gözünü kırpmadan veriyorsan, orada sevgi vardır. Eğer kişileri, Allah’ın emaneti olarak seviyorsan o zaman o sendeki bahara tohum ekiyor, filizleniyor. Çünkü eğitim başlı başına yeteneği, fıtratı tanıma ve ona göre tohum yetiştirmedir. Ona ancak Allah’a kul olarak, o gözle bakarsak ne mutlu.
İnsan kendini düzeltmedikçe Allah o insana nimeti tamamlamıyor. Allah öyle buyuruyor: “Siz kendinizi düzeltmedikçe sizin hakkınızdaki hükmü düzeltmem.”

Padişah, hekim falan derken geliyor Pir-i Fani ve sarayı boşaltın, yani içinizden her şeyi boşaltın diyor. Orada başkası varsa ben giremem diyor.

Gönüllere batan manevi dikenleri çıkaracak o hekim, cariyenin üstünde elini gezdiriyor ve onu dikkatle muayene ediyordu. Laf olsun diye cariyeye dostlarının, arkadaşlarının hallerini, yakınlarını sordu. Cariyenin her kelimesini hem dinliyor, hem nabzına bakıyordu. Çünkü hastanın nabzı hangi isim sebebiyle hızlanırsa dünyada o kişiyi sevdiği anlaşılır. Cariye memleketini saydıktan sonra başka bir şehir ismi söyledi. Yüzünün rengi ve nabzının atışında bir değişiklik olmadı. Çok hoş bir şehir olan Semerkant’tan soruncaya kadar. Cariyenin nabzı sağlıklı bir insanın nabzı gibi normal atmaya başladı. Yüzü kızardı, sarardı. Çünkü Semerkant’ta bir kuyumcudan ayrı düşmüştü, ona aşıktı. Hekim cariyeye senin hastalığının ne olduğunu şimdi anladım, seni bu hastalıktan kurtarmak için elimden geleni yapacağım, Allah’ın inayetiyle seni kurtaracağım dedi.
Peygamberimiz (s.a) Hz. Ömer’le yürüyorlar. Hz. Ömer aşka geliyor. ‘Ya Resulallah nefsim hariç seni her şeyden çok seviyorum’ diyor. Efendimiz;’Ya Ömer olmadı, nefsinde dahil’ diyor. Hz. Ömer bir an duraklıyor, kendine bir bakıyor ve ‘tamam ya Resulallah. Nefsim de dahil seni her şeyden fazla seviyorum’ deyince Peygamberimiz; ‘tamam şimdi oldu’ diyor. Peygamberimiz kendisini sevdirme yolunda değil. O’nu sevmekle kendini tanıyorsun. Kendine geliyorsun, temizliyor seni. Ayette de öyle “Size Sizden daha düşkün O”.

Hekim; Aman bu sırrı hiç kimseye söyleme, padişah ne konuştuğumuzu bilmesin.

Şunu iyi bil ki gönlün sırlara mezar olursa muradın orada hasıl olur, amacına ulaşır. Peygamberimiz: “Bir insan için sadece duyduklarını nakletmesi günah olarak yeter” diyor. Dedikoduculuk yapan, bu işlerle uğraşan kalbini öldürür. İnsanın içinde uçacak kuşlar vardır. Kadınlar arkadaşlarını, hallerini, sırlarını, durumlarını kocalarına asla anlatmamalıdırlar. Sırlar her zaman içimizde olmalıdır.  Tasavvuf büyükleri sırlarını açıklamamışlardır. Hallac dayanamadı ve sırrını açıklayınca kellesini verdi. Hz. Peygamber: “Her kim sırrını gizlerse muradına çabuk erişir.”demiştir. Bostanın sırrı, tohum gizlendiği için ağaç, sebze ve meyve olmuştur. Gizlenmeseydi, sırrı açıkta kalsaydı, ağaç olmayacaktı.

O hekimin vaadleri, nutukları hastayı korkudan kurtardı. İçine rahatlık verdi. Hekim ise cariyeden bu bilgileri aldıktan sonra padişahın huzuruna çıktı. Onu durumdan biraz haberdar etti. Dedi ki bu durumun tedavisi için tedbir, o adamı birazcık buraya getirmektir. Kuyumcuyu getirdiler. Kuyumcu getirilen altınları, hediyeleri ve övgüleri görünce çoluk çocuğundan ve memleketinden ayrılarak geldi. Padişahın gururuna kapılarak canına kast ettiğinden habersiz olarak neşeli ve mutlu bir halde yola düştü. Zavallı kuyumcu kendi kanının diyetini sırtına bindirdi. Arap atına bindi ve neşeli bir şekilde koşturdu. Kuyumcu yolculuğu tamamlayıp şehre gelince hekim onu padişahın huzuruna çıkardı. Padişah onu görünce çok iltifatta bulundu. Onu pek ağırladı. Sonra Hekim padişaha dedi ki: Ey büyük sultan! O cariyeyi bu kuyumcuya ver. Ve ona kavuşunca cariye iyileşsin. Buluşma zevkinin ateşiyle ateşini gidersin. Padişah o çok güzel ay yüzlü cariyeyi kuyumcuya verdi.

En sevdiğinizi başkasına bağışlıyorsunuz. Bunu sadece insan olarak düşünmeyin, çok sevdiklerimizden infak etmek. Her İbrahim’in bir İsmail’i vardır. Bizim İsmail’imiz nedir, kimdir? Onu mutlaka bilmemiz gerekiyor. Onu bildiğimiz an işler düzeliyor. Hepimizin İsmail’i var. Onu gözden çıkarabiliyor muyuz? “Rabbim ben seninim” diyebiliyor muyuz? Bizi denize ulaştıracak bir ele ihtiyacımız var. Dosta ihtiyaç var. O yüzden kimin yanına gittiğinizde içiniz inşirah ise o arkadaşınızın eteğini bırakmayın.
Böylece onlar altı ay kadar muratlarına erdiler. Cariye de tamamıyla iyileşti. Ondan sonra Hekim kuyumcu için bir şerbet yaptı. Kuyumcu şerbeti içince kızın önünde yavaş, yavaş erimeye başladı. Yakışıklı kuyumcu çok çirkin bir duruma düşmeye başladı. Cariye de onun fiziğine düşkündü, aşık falan değildi. Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği gidince cariyenin de ona karşı ilgisi kalmadı.
Kuyumcunun gözlerinden dere gibi kanlı yaşlar akıyordu. Onun yüzünden güzelliği canının düşmanı olmuştu. Tavus kuşunun kanadı, canının düşmanı olmuştur. Birçok padişahın da kuvvet ve azametleri helaklarına sebep olmuştur. Karınca kanatlanınca kut onu tutar. O zanneder ki ben kanatlandım uçuyorum.

Bir gün hak etmediğin bir yüksekliğe çıkıyorsan Allah korusun, aman kendine gel.
Kuyumcu bu sözlerini söyledi ve hemen ölüp toprak altına gitti. O cariye de aşktan ve hastalıktan tertemiz oldu.

Bu hikayede geçen padişah, insanın ruhudur. İnsana verilen en değerli şey insanın ruhudur. Cariye insanın nefsidir. Hekim ilahi tabip, yani mürşid-i kamildir. Kuyumcu da bu dünyanın sevgisini ifade eder. Dünya sevgisidir ama en sonunda geçicidir.

 

Hazırlayan: Ersel Karataş

 

 

 

Önceki Yazı

Gönülden Gönüle

Sonraki Yazı

Beden Ülkesi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir