Dursun Ali Taşçı
20 Nisan 2012
“Beden ülkesinde yaradılış sırrına kendini kapatanın kişinin (kafes) dizginlerini nefs eline almıştır.”
Ruh orada zincire vurulmuş, küçülmüş ve esir halindedir.
Nefs asla tatmin olmaz. Ruh da tatmin olmaz.
Birisi müspette diğeri menfide tatmin olmaz. Bunları ayırmamız gerekir.
“Nefs ve şeytan bir bedende yaşarlar. Fakat kendilerini iki gösterdiler. Nitekim melek ile akıl da beraberdirler.”
İç âlemimizde nefs; kötülük, akıl; iyilik kaynağıdır. Dış âlemimiz de ise kötülüğün kaynağı şeytan, iyiliğin kaynağı da melektir. Bu itibarla aslında bir olan nefisle şeytan, iki suret gibi olmuş, akıl ve melek de ilahi hikmet sebebiyle iki suret olmuşlardır. “Ey insan senin içinde öyle korkucu düşman var ki o akla engel, dine düşmandır.”
“Nefs, düşmanlıkta şeytandan daha öndedir” diyor. Şeytan acele etmez yavaş, yavaş çok çeşitli yollardan kandırmaya çalışır. Nefs ısrardadır, şeytan alternatif sunar. Bir akıl, Kur’an-ı Kerim’le/Furkan’la ışıklanmamışsa asla hakla batılı ayıramaz.
“O düşman bir an kertenkele gibi saldırır sonra yılan gibi deliğe kaçar, gizlenir.”
Bir Hadis-i Şerifte: “Şeytan insanın önce kalbini dişler. Kalp sahibi Allah’ınızı zikrediyorsa döner bir tarafa çekilir. Yine o kalp sahibi, Allah’ı unutursa kalbini dişlemeye yani vesvese vermeye devam eder.”
Aslında vesvesenin artması, senin kemalat yolunda ilerlediğinin göstergesidir. Bir süre sonra kesilir. “İnsanın gönlüne girip yerleşen şeytanın gönülde birçok manevi delikleri vardır.” Her günah senin kalbinde bir delik açar. Sana bir söz söylendiği zaman dikkat et! bu sözle şeytan ruhunda bir delik mi açar, yoksa ruhunu takviye mi eder. Bir davranış biçimi gördüğün zaman da aynı şekilde dikkat et! Bu kimden gelirse gelsin hemen orada durmak gerekir. Eğitim şeytanın, ruhta açtığı delikleri kapatma sanatıdır. “Kul, Allah’ı zikredince o deliklerden birine gizlenip girer ve sahibine vesvese veremez olur. Ama eğer insan dünya işlerine dalarak Allah’ı anmaz olursa o deliklerden başını uzatıp tekrar dışarı çıkar.”
İman etmiş bir insan için namazdan daha önemli kurtuluş kaynağı yoktur. Namaz ruhumuzda kir bırakmaz.
Şeytanın insandan gizlenmesine sinsi gizlenmek derler. İnsanın en zayıf tarafından yakalar. O yüzden insanın kemalata ermesi için zaaflarını da bilmesi gerekir. “Nefsini bilen Rabbini bilir.”deniyorsa işte nefsini bilmek zaaflarını bilmeyi de içerir/gerektirir.
“Şeytanın sinmesi, büzülmesi kirpinin büzülmesine benzer. Kirpi büzülür sonra kafasını çıkarır, sonra yine çeker. İşte o da öyle yapar. Cenab-ı Hak şeytana sinsi, sinsi gizlenen, diye buyurdu. Çünkü onun davranışları diken diken kirpinin başına benzer. İnsafsız avcının korkusundan dolayı, zaman zaman kirpinin başı dikenlerinin arasına çekilir, gizlenir.”
Avcı, nefsi sindirecek inanç, ibadet ve davranışlardır. Nefs bunlara maruz kaldığında hemen çekilir. Ama boş buldu mu hemen ortaya çıkar.
“Eğer iç âleminde Nefs-i emmare senin yolunu vurmasaydı yol kesiciler yani şeytanlar sana nasıl el uzatabilirlerdi? Seni asla esir edemezlerdi.”
Esaretimizin karşılığı nefsi emmare/kötülüğü emreden, örten, kâfir, nefis ile ilgilidir. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuştur: “Küçük savaştan büyük savaşa döndük.”
Hz. Mevlana der ki: “İnsanın bütün derdi ayrılık acısı üzerinde kurulmuştur.” Bu acı içinde olan insan, ayrılığın merkezini gördüğü an bütün iş biter. Çünkü gördüğünde diyecektir ki; “Ben Rabbimden ayrıldım, gurbetteyim ama bir gün vatanıma kavuşacağım. Ölüm pasaportumdur benim.” Biz bundan korkuyoruz. Çünkü aynel yakın bazı şeyleri bilmiyoruz. Bunlar bildikçe, kendimizi, çocuğumuzu, eşimizi çok farklı tanıyacağız, daha çok seveceğiz onları.
Şimdi hep yabancıyız birbirimize karşı. Tanımıyoruz ki birbirimizi.
Nefislerini tanımayan insanların oluşturdukları topluluğa savaş topluluğu denir, aile falan denmez. Böyle olduğu için aileler dağılıyor. Aileler ayrıca kötülüklere sevk eden şehvetten, o güçlü ve gizli memur yüzünden de yıkılıyor. Şehvet nefsin bir boyutudur. Sadece cinsel boyut değildir şehvet. Genel olarak; helal olmayan istek demektir.
Her çağın istek/şehvet listesi farklıdır. Cenab-ı Hak bize Yusuf (as)’ı anlatırken kadınların şehvet hırsını örnek veriyor. Musa (as)’ı anlatırken Firavun ve iktidar hırsının şehvete dönüşünü gösteriyor. Karun’la beraber para hırsının ne kadar öne çıktığını anlatıyor. Bugünün insanında da müthiş bir dünya şehveti, cinsellik şehveti var. Özellikle gençlere söylüyorum: Sizinle evlenmek isteyenlerin gözlerine iyi bakın şehvetle mi/cinsellikle mi size talip oluyor yoksa aşkla mı? Bugün gerçek aşkla evlenen kaç insan var? Eğer o talepte sadece şehvet varsa o zaman orada yetişecek çocuk kurban oluyor.
“Zavallı insan! O gizli memur olan şehvetin izinden giderek hırsız oldun, ayartıldın.”
Yani durmadan kötü işlere gittin. İyi huylarını kaybettin kendini berbat ettin de dışarıdaki insafsız memurlar/şeytan ve kötü huylar da seni büsbütün kahretti. Nefsinin esiri olunca şeytan da üzerine bindi.
Hz. Peygamberimizin (S.A.V) şu hadisinden ders al: Düşmanların en korkuncu, en zalimi senin içinde bulunan nefsindir.

“Bu nefis düşmanının atıp tutmasına kulak verme. Ondan kaç. Çünkü inadında, ısrarında, ayak direyişinde o iblise benzer. İblisle arkadaşlık yapma. Seni dünyaya yöneltir. Gönlüne dünya sevgisi mal, mülk sevdası kor da ahirette ki sonsuz gıdalanmayı sana kolay gösterir.”
Dünyayı elde etmek için sana bir sürü meşakkatler veriyor. İstediğin kadar kazan ama gönlün doymuyor. Aslında ahireti kazanmak çok kolay ama dünya zor. Çünkü ekmek aslanın ağzında.
“O nefis ölümü bile sana ehemmiyetsiz gösterirse bu işe şaşırma. Çünkü o büyüyle bunun gibi yüzlerce işler yapar.” Nefsimiz, bizi yönlendiriyor ama farkında değiliz. Farkında olacağız. Mesela bir işe yönelince; “şu anda böyle yapıyorum ama bu eylemim hangi sesle oluyor” diye düşünmek lazım. O düşünceyle, dikkatle farklı sesi anlarsın.
Peygamberimiz (S.A.V)’e Musab B. Ümeyr geliyor; “Ya Resulullah ben Diyar-ı Küfr’e gidiyorum ne tavsiye edersin” diye soruyor. Efendimiz; “Ya Musab! Sen orada secdeni çoğalt!” diyor. Şimdi biz tam oradayız işte. Öyle bir zamandayız. Bu tavsiyeye uyarsanız Allah size farklı mekânlar verir.
“Sihir, bazen bir saman çöpünü sanatla dağ yapar, bazen de bir dağı saman çöpü haline getirir.”
Bugünkü sanata bakış açımız da bu olmalıdır. Sanat aslında Sani’ olanın tecellisidir. Allah’ın bir ismi de Sani’/Sanatkardır. Yoktan var etmektir, yaratmaktır sanat. İnsanoğlunun yaptığı böyle değildir. İnsan var olanı keşfediyor. Aslında sanat eseri, tekrarı olmayan bir şeydir.
İnsani boyutta düşünürsek; mesela elle yapılan herhangi bir eser (aynısının tekrarı olmayacağı için) içine aşkı da kattığınızda sanat olur. Çünkü Allah’la bağı olur. Alakası olmazsa, nefsle bağlantılıysa, bağı şeytana çıkar. Ona dikkat etmek gerekir. Sanatı yaşamak (evde mimaride) insana huzur verir. Çünkü fıtratına uygun bir mekândır o. Farkında olmadan insan orada açılım sağlar. Ama on beş katlı bir apartmanın sanatla bir ilişkisi yok. Orada ruhunuz karalar bağlar. Ruhunuz oraya sığmaz. Orada kavga çıkar. Batı, değerleri böyle yıkıyor. Ruhun sıkıştığı, karalar bağladığı mekanlarda insan yetişmiyor. Bu dünya uygarlıkların dünyası olduğu için, ruhu öne çıkaran bir dünya olmadığı için burada insan yetişmiyor. Medeni bir dünyada her şey birbirini tamamlar. Yani nefisini tanıyan insan ottan bile ders alır. Eve baktığı zaman, minareye baktığı zaman ders alır. Bu insanlar, bilinçlidir işte. Onun dışındakiler çöp gibi, gelen rüzgârla savrulup gider/gidiyor.
“O nefis ve şeytan çirkin olan şeyleri hileyle güzelleştirir. Bazen de güzellikleri çirkinleştirir. Sihrin hali budur. Efsunlar okur, hakikatleri değiştirir. Bazı zaman insanı eşek gösterir. Bazı zaman da eşeği tam bir adam haline koyar. İşte böyle bir büyücü senin içinde gizlidir. O da şeytan gibi vesvese veren nefsindir. Onun vesveselerinde gizli bir sihir vardır. Fakat öyle bir sihir ve büyücüler yani veliler vardır ki onlar da nefsin büyülerini bozarlar.”
Demek ki her derdin bir dermanı var. Allah dostlarıdır bunlar.
Bu taze ve tescilli zahirin bulunduğu ovada panzehirde de var/gelişmiştir. Yani veli sana gel der. Beni siper edin. Çünkü ben sana zehirden fazla hayırlıyım. Nefis ve şeytanın sözü büyüdür. Seni yıkar harap eder. Benim sözüm de bir çeşit büyüdür. Ama benim sözüm, onun büyüsünü bozar, seni kurtarır. Peygamber (s) Efendimiz de; “söz de sihir gibi, büyü gibi bir tesir ediş vardır” buyurmaktadır. Hatta İncil’de de vardır: “Ve ilk defa söz vardı.”
Cenab-ı Hakk, Hz. Adem (A.S.)’e, Esma’yı öğretmedi mi? Her şey ilk olarak sözle başladı. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın Kelam/söz sıfatının tecellidir. Ve Kuran da kıyamete kadar hükmünü icra edecektir. Öyleyse sözüne sahip olan hayata sahip olur. Sözüne sahip olmayan hayata mağlup olur. Sözüyle birlikte özüne, ruhuyla birlikte sahip olan hayata başka bir biçimde hâkim olur. Nefsiyle hâkim olan da uygarlıkların kulu-kölesi haline gelir. Ruhuyla hâkim olan medeni bir sitede yaşar. Uygarlığa aşkla direnir.
Dünyada gurbetteyiz. Gurbette büyük büyük yükler yüklenme ve meyletme!
Çok büyük insanlar var. Dünyayı kuşatmış ama hiçbir şeye meyletmiyor.
Adamın hiçbir şeyi yok ama içinde bir dünya var. O daha tehlikelidir.
Sevgini Sevgiliye bağla dünyevi hiçbir şeye bağlanma! Çünkü fani olana fanilik duygusuyla bakmamız gerekir.
Baki/Sonsuz ötede. o zaman bekaya doğru gidecek olan şeyleri ona göre görmemiz gerekir. Fanilik duygusunu dünyada unuttuğumuz an işte orada nefs ve şeytan devreye gider.
Böyle bir imtihanla karşılaşırsak (mal, mevki, şöhret, cinsellik para vs.) hemen gözümüzü yumacağız ve kendimizi burada öldüm ve iskelet halindeyim diye düşüneceğiz. Meylimiz olan şeyler de iskelet halindedir. Çünkü insanın nefsi veya ruhu seviliyor. En çok sevdiğimiz insan ölünce yanına neden yaklaşmıyoruz?
Dünyaya meylimiz olmaya başladığında hemen o gözle bakabilirseniz başta iş değişiyor.
Vatan ruhunu kalıba dökebildiğin yerin adıdır. Nerede nasıl ne şekilde kalıba dökebiliyorsan senin esas vatanın orasıdır. Esas cennette kalıba dökülür ruhun. Ama dünyada, cennete yakışan bir ruhun varsa kalıba dök!
Aslolan Allah’ı bulmaktır. Nefsini bilmektir. Gaye senin insan olarak sonsuzluğu bulmandır. Parola Kelime-i Tevhittir. Sen Allahın kulu olursan çokları/başkaları da sana hizmet eder.
“Ey Beden! Bu yol Hakka buluşmaya iki adım kadar yakındır. Fakat sen oraya girdin beni şaşırttın. Ben senin hile oltana takılıp kaldım da o yüzden altmış yıldır sevgiliye kavuşamadım. Mevlana’nın aşkı nasıl olur da Leyla’nın aşkından az olur. Onun çevgeni önünde sıdk ile candan bağlılıkla vurula vurula, yuvarlana yuvarlana git.” Yuvarlanmak elbette iyidir. Bu yokluk Hak sevgisinin çekişiyle olur.
“Halk da cinlere benzer. Şehvet onları dükkâna alışverişe, mahsul elde etmeye, yiyeceği, içeceğe çeken götüren bir zincirdir. Bu zincir korkudan şaşkınlıktan yapılmıştır. Sen şu halkı zincirsiz görme. Çünkü bütün insanlar görünmez bir zincirlere vurulmuştur. Bu zincirler onları kazanca, ava, madene, denize doğru çeker götürür.”
Ayet- Kerime’de; “Biz insanların boyunlarına bir ip bağladık” buyurmaktadır. O ipi insanların ahlakından, huylarından meydana getirmiştir. Biz farkında olmadan Cenab-ı Hak herkesin boynuna zincir bağlamıştır. Bizim iplerimiz Allah’a mı yoksa şeytana mı bağlıdır, Dikkat etmek lazım!
İbadetler bu anlamda zincirlerimizdir ve bizi Allah’a bağladığı için önemli zincirlerdir. Diğer şehvet uzantıları da şeytana ya da nefse bağladığı için onlarda o tarafa götürüyor. İşin özeti budur. O zaman kendimizi tanımak zorundayız.
Cenab-ı Hak bizi gerçek manada zincirleri Allah’a bağlı olanlardan eylesin.
Hazırlayan: Ersel Karataş
{jcomments on}