Meleklerin itirazı
Bütün güvenilir tefsirlere göre meleklerin Hz. Adem ve soyu hakkındaki bilgileri ya Allah’ın daha önce bu konuda onlara malumat vermesinden veya levh-i mahfuzda yazılı olanları öğrenmiş olmalarından kaynaklanmış yahut melekler günahsız oldukları için kendilerinden başka varlıkların günah işleyecek tabiatta yaratılmış olmaları gerektiğini düşünmüşlerdir.
Meleklerin sorusu itiraz için değil hikmetini öğrenmek içindir. Bu soruyla zımnen hilafete bir rağbet de göstermiş oldular.
“Halife yaratacağım” beyanı danışma değil haber niteliğindedir.
“İki El”
38/75: “iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?”
* “özenle”…
*hiçbir sebep araya girmeksizin doğrudan doğruya kudreti ilahiye ile…
*beden ve ruh ile (tesviye ve nefh-ı ruh)
*Çok sayıda müfessir, burada zikredilen “iki el”in iki tür ilahi asli sıfata, yani rahmet ve gazaba ya da teşbih ve tenzihe işaret ettiğini kabul ederler. Bu bakımdan bu ayet Adem’in Allah’ın suretinde yaratılmış olduğuna işaret eder. (İslamın Vizyonu/211)
*iki el, insanın Ademî ve beşerî yönünü ifade eder. (ali ünal)
Beşer-Adem-İnsan
Beşera; derinin dış kısmı. Beşer, insanın zahirini dış görünümünü ifade için kullanılır. (sad/71, rum/21, Furkan/54)
[inkarcılar, peygamberlere “sen de bizim gibi bir beşersin” diye karşı çıkıyorlardı. Peygamberin değerini düşürmek istediklerinde –in haza illa kavlul beşer- müddessir/25 demişlerdir.]
İnsanın melekî yönü Ademiyyet; insanın Allahın ruhundan alıp gerçeği gören ve duyan bir kalbe sahip olan yanıdır. (secde,9; hicr, 9-28)
Meleklerden Adem’e secde etmeleri istenmiştir, beşer’e değil…
Adem, bütün insanlığın temsilcisidir, yalnızca birey değil…
Adem, edîm’den gelir. Edim, iç, iç yüzey, iç katman
İnsan: 1) üns: ünsiyet-yakınlık (bütün insanlara ve Allah’a) 2) nesy: unutmak (Adem’e ahd verdik de unuttu/ Ta-ha,115)
İnsanın Ademiyet yanı; ışıl ışıl ruhu, iyi gören iyi yetişen apaydınlık kalbi, şeytanın aldatmasından uzak duran yanı. Batınî duyguları, kalbi… İnsanın “kamil” hali…
İnsanın beşeriyet yanı; unutkanlığının, nankörlüğünün, aceleciliğinin, tartışmayı sevmesinin, bilgisizliğinin, zayıflık ve zalimliğinin sembolü
İnsan, beşeriyetini ademiyetinin emrine vermelidir.
İsimlerin öğretilmesi…
*İsim, cevher ve araz türünden bütün nesne ve manalar için konulmuş lafız diye tanımlanır. Adem’e öğretilen isimler bunların tamamıdır.
*İnsanların anlaşmasına vesile olan tüm “şey”lerin isimleri
*Meleklerin isimleri
*Adem’in (a.s) zürriyetinin isimleri
*Eşyanın isimleri, mahiyeti ve özellikleri
*Kavram bilgisi
*Eşyanın bilgisini anlama ve beyan yeteneği
*İlim öğrenme yeteneği, zihin ve fonksiyonları
*Dünyada ademin işine yarayacak bilgi (donanım)
*İlahi sanat, yaratılış sırrı, kader ve hikmet bilgisi, ilahi esmanın mazhariyeti
*İsim ile müsemma arasında doğrudan bir alaka vardır; bir varlığın adını bilmek onu iyice tanımak ve onun üzerinde etkili olmak demektir.
*Melekleri Adem’in önünde secde ettiren şeref… ilm-i nafi’
*İnsanın halife seçilme sebebi… bu olmasaydı insan dünyada ilerleme gösteremezdi.
* “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti” denilerek Âdem’in bilgisinin genişliğine işaret edilmiştir. Bilgi gibi bir meziyet ve imtiyaza sahip olmak, meleklerin bile Âdem’e secde etmesini gerektirdiğine göre, insanoğlu aynı meziyet sayesinde tabiattaki birçok varlığa ve güçlere hâkim olup eşyaya şekil verme ve onları kendi yararına kullanma kabiliyetinde yaratılmıştır.
***
İsimleri bilmek suretiyle Allahın zati ve subuti sıfatlarını da bilmeye başlarız. Bundan dolayı bir şeyin ismi onun mahiyetine ve gerçekliğine delalet eder; özellikle eğer o isim bizzat Allah tarafından öğretilirse.
Açıkça, Adem’e yalnız isimler değil fakat aynı zamanda anlamları da öğretilmiştir. Her şeyin ismini bilmekle Adem eşyanın ne olduğunu ve ne işe yaradıklarını da anlamıştır.
Allah Adem’e isimleri öğretmekle ona, isimlendirilen nesneler üzerinde bir güç vermiş oldu. İsim bilmek onun kimliğini ve gerçekliğini bilmekle eşdeğerdedir, dolayısıyla bu bilgi olmadan eşyayı kontrol ve manipüle edemeyiz. Bilgi güçtür ve bu daima böyle olagelmektedir. Kıssa, Hz. Adem’in yaratıklar üzerindeki gücünün ta başlangıçtan itibaren geçerli olduğuna delalet etmektedir. Allah Adem’e isimleri öğrettiği zaman ona yönetici gücünden bir pay vermiştir. (İ.V./ 199)
(insan diğer yaratılmışlar üzerindeki gücünü Allah’a halife olmak için yaratılmış olması ve isimlerin bilgisine sahip olmasından alır.)
*LİSAN ADEMİN ESERİ HİLAFETİ DEĞİL SEBEBİ HİLAFETİDİR. (H.Yazır)
Kulluk ve Hilafet Sarkacındaki Varlık: İnsan
Halife, “daha önceki bir insan topluluğunun halefi, onların yerini alan” manasına değil “Allah’ın vekili, yeryüzünde onun hükümlerini yaşatan, uygulayan, dünyayı imar, insanları idare ve terbiye eden, dünyadaki diğer bütün canlılardan üstün olan, onları emri altına alan” anlamında kullanılmıştır.
İnsanın halifeliği kısıtlı ve sınırlıdır. Allah’ın mülkü olan yeryüzünde onun iradesine uygun yaşamak ve talimatı doğrultusunda tasarrufta bulunmaktan ibarettir. Yani insan “emanet” sorumluluğunu (yükünü)hakkıyla taşırsa “halifelik” görevini ifa etmiş olur.
Hiçbir vekil aslın yerini tutamaz. İnsan, ilahi irade, kudret ve sıfatlardan bazı salahiyetlere mazhar kılınarak Allahu Teala’ya niyabeten mahlukat üzerinde tasarruf sahibi olur; yoksa “asl”ın yerine geçmez, geçemez.
İki tür hilafet vardır insan için: Tüm insanlara ait ve sadece gönüllü olarak Allah kulluğu seçmiş olanlara ait…
Hz. Adem Allah’ın halifesi olmak için yaratılmıştır. Ama bunun için önce Allah’ın kulu olması gerekiyordu. Başka bir deyişle insanlar yeryüzünde Allah’ı temsil etmek için yaratılmışlardır. Bu görevi hakkıyla yerine getirebilmek için onların peygamberler aracılığıyla vahyedildiği şekliyle Allahın iradesine teslim olması gerekir. İnsanlar bir kez Allah’ın kulu olunca onun temsilcisi de olabilirler. Onlar Allah’ın kulu olmadıklarında kendi kişisel çıkarlarını temsil ederler. (İ.V./202- 204)
*İnsan (fıtratını bozmadığı taktirde) kendisine emanet olarak sunulan imkan ve nimetleri emanet sahibinin irade ve rızasına uygun şekilde tasarrufla yükümlüdür.
Kuranda Adem (a.s) hakkındaki ayetler genel olarak üç başlıkta toplanabilir: Yaratılması, insan olarak değeri ve peygamberliği…
Ulemaya göre emanet hilafettir. Halifelik de tüm isimlerin öğretilmiş olmasına dayanır. Emaneti taşımak için sadece insan olmak yeterli sayılmaz. Emaneti taşımak insan özgürlüğünü içerir. İrade olmadan emanet üstlenilmez. (İ.V.)
Meleklerin Adem’e Secde Etmesi ve Şeytanın İsyanı
Uzaklaşmak, haktan ve hayırdan ayrılmak, muhalefet etmek (şatn)
Öfkesinden yanıp tutuşmak (şeyt)
“Hayırdan ve rahmetten uzaklaşmış yaratık; yanıp helake maruz kalmış varlık”
Kelimenin İbranicedeki karşılığı “satan”.
K. K. de şeytan karşılığında iblis, tağut, cân, ifrit gibi kelimeler kullanılır. 18’i çoğul olmak üzere 88 ayette şeytan kelimesi yer alır.
Âdem’in zürriyetine bütünüyle iyi veya bütünüyle kötü arasında takdir ettiği konumun gereği olmalıdır ki Cenab-ı Hak hayırdan ve rahmetinden uzaklaştırdığı şeytanın insanoğluna vesvese vermesine, çeşitli hile yöntemleriyle batılı hak gibi gösterip insanları doğru yoldan uzaklaştırmasına izin vermiştir.
2/34; 7/11-12; 15/29-31; 17/61; 18/50; 20/116; 38/72-74
**Meleklerin Hz. Adem’e secdesi, insana verilen değerin göstergesidir. Başta melekler olmak üzere yeryüzünde hemen her şey insanın hizmetine verilmiştir. Her şey, insanın önünde âdeta melekler gibi secde etmektedir. Bu hizmetten ise yalnızca İblis kaçınmaktadır.
*Secde emrine sebep olan şey: İsimler/bilgi
**Meleklerin Allah’ın öğrettiğinden başkasını bilmemeleri, gaybın Allah’a ait bir sır olduğunu ortaya koyar. Rabbimiz, bizim bilmemizin faydalı olmadığı gaybı kendine saklamıştır. Bu anlamda gaybı bildiği zannedilenler, falcılar, kâhinler, medyumlar, cinciler, üçkâğıtçı sihirbazlar yalancıdır.
*Taabbudi bir secde değil, bir nevi biat…
*Secde emri kırılma anıdır: şeytanın ve meleklerin imtihanı… saflar ayrılır…
*Allaha itaat için “bilgi” yeter sebep değildir.
*Allahın kesin emri karşısında kıyas yapılamaz. (Hucurat/1)
Şeytan
Şatn: uzaklaşmak, haktan ve hayırdan ayrılmak, muhalefet etmek,
Şet: öfkesinden yanıp tutuşmak.
İbranicede “satan”… stn: düşmanlık etmek, suçlamak, karşı gelmek / sut(sth): gezinmek hareket etmek, rahatsız etmek, yoldan çıkmak, sadakatsiz-inançsız olmak.
Şeytan/şeyatin: Hayırdan ve rahmetten uzaklaşmış yaratık; yanıp helake maruz kalmış varlık.
İblis de şeytanı ifade etmek için kullanılan bir kelimedir. Ümit kesmek, pişman olmak, söyleyeceği bir şey olmayıp şaşırıp kalmak anlamındaki iblis’ten türemiştir.
Cenab-ı Hak şeytana vesvese vermeye, çeşitli hilelerle batılı hak gibi göstererek insanları doğru yoldan saptırmaya izin vermiştir.
Şeytan çeşitli şekiller bürünerek insanlara görünebilir. Alimler şeytanı kendi suretinde görmenin mümkün olmadığı kanaatindedir. Çünkü bir peygamberin tasdiki olmadan görünenin şeytan olup olmadığı bilinemez.
Şeytanın gerçek bir varlığa ve bedene sahip olup olmadığı konusu tartışmalıdır. Araf /12 ve Hicr/27 ayetlerini esas alan kelam ve tefsir alimleri şeytanın kendine has bir varlığının bulunduğunu kabul ederler ancak bir bedene sahip olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürerler.
Şeytanın görülüp görülemeyeceği konusu da ihtilaflıdır. Şeytanın ve meleklerin hem gerçek hem de temessülî varlıklarının olduğunu söyleyen Gazzali, gerçek şekillerinin ancak nübüvvet nuruyla görülebileceğini, temessülün ise insanlar tarafından da görülebileceğini belirtir ki en isabetli görüş bu gibi gözükmektedir. Bütün âlimler şeytanı kendi suretinde görmenin mümkün olmadığı kanaatindedir. Bir şekle bürünmüş halde görülmesi ise teorik olarak mümkünse de fiilen söz konusu olamaz zira bir peygamberin tasdiki olmadan, görülenin şeytan olup olmadığı bilinemez.
İslam, şeytanın insanlar üzerinde mutlak hâkimiyeti bulunduğu ve onlara istediğini yaptırdığı şeklindeki bir anlayışı reddeder; çünkü Kur’an’da şeytanın gücünün sınırlı, hile ve tuzaklarının zayıf olduğu haber verilmektedir(Nisa/76). Şeytanın bütün mahareti insanları tahrik etmek ve kendi yoluna çağırmaktan ibarettir. Ona uyup uymamak ise kişinin elindedir. Salih kişiler üzerinde hiçbir etkisi bulunmayan şeytanı kötülükler için bahane etmek Allah katında geçerli bir mazeret olmayacaktır.
Kur’an, şeytanı Allah karşıtı bir varlık olarak değil de Allah’a karşı isyankarlığın temsilcisi, daha ziyade insan karşıtı bir varlık olarak ele almış ve şerre karşı temayüllerin ölçüldüğü bir mihenk taşı olarak takdim etmektedir.
Şeytanların yaratılması şer değildir. Çünkü bunlarla iyiliklerin değeri bilinebilir. Nitekim güzelliğin bilinebilmesi, aynada parlak yüzeye yansıtıcılık özelliğini sağlayacak olan çirkin ve siyah tarafın akis görevini yapmasıyla mümkündür.
Fakat şeytan, hep fenalıklarını hissettirerek ve fena şeyler yaptırarak üzerimize gelmez. Soldan geldiği gibi sağdan, önden ve arkadan da gelir. Şeytanın, Allah’a (cc) karşı o korkunç düşmanlığını ve insanı nasıl baştan çıkaracağına dair terbiyesizce ve küstahça ifadelerini bizzat Kur’ân anlatmaktadır (A’raf/17). Şeytan, önden gelir ve insanın ileriye matuf ümitlerini kırar; Haşr-ü neşri inkâr ettirir; “İslâm Dini, vazifesini bitirdi; artık bir daha dirilmeyecek” dedirtir; sinelere yeis atar, geleceği karanlık ve karadelikler, kaoslar gibi gösterir… Arkadan gelir, geçmişle alâkamızı, Nur-u Nübüvvet ve Nur-u Velâyet ile bağlarımızı keser, “Devir değişti, onlar geride kaldı” dedirtir. Yerinde mâziye sövdürür ve kökünü inkâr ettirir. Şeytan, bu şekilde geçmiş ve geleceğe ait menfezleri kapatıp, dün ve yarınla alâkalı bütün bağları kopardıktan sonra, bize içi zehir dolu bir düşünce tarzı ve süslü püslü bir hayat felsefesi takdim eder: “Geçmiş gelecek hep masal, bir daha dünyâya gelecek değilsin; geçen de geçti, sen şimdi yaşamana bak ve ömrünü berbat etme!..” der.
Soldan gelir, insanı açık ve bilinen günah akıntılarına çeker götürür. Beşinci kol faaliyetleri, şeytanın soldan gelip yardımcılarına gördürdüğü faaliyetlerdir. Günümüzde çok yaygın olan bütün haram yolları, şeytanın soldan çarpmasının neticesidir. Burada tek tek bunları sayıp dökerek bâtılı tasvir etmek istemiyoruz…
Şeytanın bir diğer geliş şekli de, suret-i haktan görünmek ve fena şeyleri iyi göstermek suretiyledir ki, bir mü’min için en tehlikeli olanı da budur. Günahlara kapısını kapamış,
İbâdetine düşkün bir mü’mine şeytan sağdan gelerek kendini beğendirme, muvaffakiyetleri nefsine, fenalık, şer ve hezimetleri de başkalarına nispet ettirme yollarıyla başarı kuşağında ona kayıpların en acılarını tattırır. Evet mü’min, gece teheccüde kalkar; kalkar da, ertesi gün bunu başkalarına anlatırsa, şeytanın sağdan mühim bir darbesine maruz kalmış demektir. Yaptıklarımız ve anlattıklarımızdan ötürü başkaları tarafından medh ü senâ edilmeyi hedefliyor, iş ve hizmet değil de övülmeler hoşumuza gidiyor ve bu övgülerle coşuyorsak, şeytan bizi sağdan vuruyor demektir. Evet, böyle birinin, Kâbe’de tavaf ederken de, cephede en ön saflarda savaş verirken de işi bitiktir.
Şeytanın sağdan yaklaşıp, büyük meseleleri küçük, küçük meseleleri ise büyük göstermesini de düşünebilirsiniz
Şeytanın tasallutundan kurtulmak için Kur’an’ın önerdiği yol Allah’ı zikirdir. (Araf,200)
Şeytan olmadan ahlak olmaz.
*Şeytanı insanın düşmanı haline getiren şey gurur, öfke ve kıskançlıktır. O ateşsi bir tabiattan olduğu ve yaratıklar arasında yüksek bir derecede bulunduğundan dolayı gururlu, bir avuç çamur önünde secdeye kapanmasını istediği için Allah’a kızgındır ve Allah tarafından özel muamele gördüğü için Ademi kıskanmaktadır.
*Pazarlıkçıdır.
*Bahanecidir (…azdırmana karşılık…/ Araf/16-17) (TEVBEYE EN BÜYÜK ENGEL)
*İnsanın özgür iradesinin ortaya çıkabilmesi için iblisin temsil ettiği yanılgı ve yanlış yönlendirmelerin olması gerekiyordu. Aksi halde yanlış seçim diye bir şey olamazdı.
*İblis hata, günah, cehalet, kibir ve yanlış iş tutmayı tecessüm ettirir. İblisin temsil ettiği güçler olmadan ahlaki bir alemin olması mümkün değildi. Doğruyu seçemezdik çünkü doğrunun ayırt edilmesini sağlayacak hiçbir yanlış olmazdı.
*Ademin mayasındaki çamuru gören şeytan ondaki yücelme potansiyelini görememiştir.
*Ademe üstünlük davası güderken melekler arasındaki itibarını da kaybetmiştir.
*ŞEYTANIN İMTİHANI ADEM, ADEMİN İMTİHANI ŞEYTANDI.
*Varlık aleminin ilk propagandacısı, ilk reklamcısı (kapitalist sistemin fikir babası) şeytandır. (Mustafa Özel)
*KİBİR-GURUR
Şeytanın iğvası
“Rabbiniz başka sebepten dolayı değil; sırf melek olursunuz yahut ebedî kalıcılardan olursunuz diye şu ağacı size yasakladı” (7/A’râf, 20) ve “Ey Adem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayacak bir hükümranlığı göstereyim mi?”
(20/Tâhâ, 120)
NASIL
* Vesvese yoluyla
-Melek olursunuz diye
-Ebedi yaşayanlardan olursunuz diye
*İnsanı kandırma yolları:
-Merak uyandırma (her sırrı bilme isteği)
-Yalan
-Vesvese (ya şeytan doğru söylüyorsa?..)
-Günahı hafif gösterme
-İnsanı mazur gösterme
– Zaaflardan yararlanma: İnsandaki daha üst konuma yükselme daha çok şey elde etme isteğini (hırs) kamçılama…
NİYE
* Kapalı olan avret yerlerini birbirine göstermek için (takva elbisesinden insanı soymak için, insanı korunmasız bırakmak için…)
(HIRS)
*Tamahkarlık
*Duyguların bizzat kendileri tamamen kötü değildir, onları nasıl ve hangi amaçla hayata geçirdiğimiz önemli…
*Hırstan tamamen uzak olmak dünyada zillete sebep olur.
Hz. Peygamber şeytanın şerrinden Allah’a sığınmış ve her Müslümanın ondan Allah’a sığınmasını istemiş, kötülüklerinden korunmak için kelime-i tevhidi söylemeyi, başta Ayetü’l- Kürsî ve Haşr suresinin son üç ayeti olmak üzere Kur’an okumayı tavsiye etmiştir.
Adem’in Konulduğu Cennet
2/35: Ahirette iyilerin kalacağı ebedilik yurdu olup olmadığı net ifade edilmediği için ihtilaf var.
a)Mu’tezile: dünyada bir yer (çünkü; 1.Ahiretteki iyilerin yurdu olan cennette yasak yoktur. 2.Cennette isyan da günah da olamaz 3.Asıl cennet olsaydı orada kafir bulunmaması gerekirdi oysa şeytan cennette kafir olmuştur. 4.Hicr/48 e göre cennet ebedilik yurdudur; oraya giren bir daha çıkarılmaz. Oysa Adem’le Havva çıkarılmıştır.)
b)Ehl-i sünnetin çoğunluğu: Göklerde (Miracda Peygamber Efendimiz Cenneti müşahede etmiştir; “İnin!” emri de onun göklerde olduğunu gösterir.)
* Bu konudaki her iki iddia da mümkündür çünkü konu ile ilgili sahih ve güçlü bir delil yoktur. Bu yüzden bu konuda tartışmaya girmek abestir.
*insanın ilk olarak cennete yerleştirilmesi ile şuuraltına ideal hayatın profilini yerleştirmesi hedeflenmiş olabilir.
*Bu cennet, insanlar için bir örnektir ya da dünyayı nasıl cennet gibi yapabileceklerinin metodunu göstermedir. Kişi kendi hayatını dilerse cennet gibi ve ölümden sonrasını da cennet yapar; dilerse hayatı kendisi ve çevresi için cehenneme çevirir.
Yasak Ağaç – Adem’in Hatası ve Cennetten Çıkarılması
2/35
7/20-22
20/120-121
* Yasak ağaçtan yemek= haram yemek… HARAM YİYEN ÇIPLAK –KORUNMASIZ-KALIR.
*İnsan cennette bile başıboş değildi. Çünkü “sorumluluk” hayatın anlamıdır. Sorumsuzluk yokluktur. “değer”i olmayan “sorumlu” olmaz.
*Tek bir ağaçtan yemek dışında her şeyin serbest olması gösteriyor ki insanlara yaratıldıkları andan itibaren Allah tarafından özgürlük ve hidayet verilmiştir.
*İnsan olmak seçim yapmayı gerektirir. Doğru ile yanlış, itaat ile isyan arasında… kim olduğumuzu seçimlerimiz ve ödediğimiz bedeller belirler…
*Ağaç, sınırların sembolüdür. İnsana sınırsız bir hürriyet verilmemiştir. Sınırları aşanlar öncelikle kendilerine zulmetmiş olur. Sınırlar insan içindir.
*Allahu Teala Ademin yasak meyveyi yemeden “adam”(insan) olmayacağını elbette biliyordu. Bu durum O’nun tanzim ettiği bir plan ve tasarıdır.
*Kur’an-ı Kerim’de yasaklanan ağacın adı ve mahiyeti konusunda bilgi verilmemiştir.
*İsyan, önceden yasaklanmış fiilin işlenmesinden ibarettir. Yasak yoksa günah da yok demektir.
*“Çirkin yerlerini göstermek için”
*İnsan tıpkı atası Adem gibi, ister bilerek, ister unutarak Rabbinin yasak ağaçlarından yerse, O’nun sınırlarını çiğnerse ya da hükmüne uymazsa; şekavete düşer, mutsuz olur, hüsrâna uğrar, çok şey kaybeder.
*Dünya aslında sürgün yerimiz… tekrar aslî vatanımıza dönebilmemiz bu dünyadaki seçimlerimize bağlı… (küçük cihad- büyük cihad)
*Kaybedilen dünyanın bulunmasının ilk adımı takva elbisesine bürünerek atılabilir.
Ceza /Bedel
*“Yeryüzünde bir halife yaratacağım”: aslında Adem yeryüzü için yaratılmıştı, cennet için değil… arzda kendileri için apaçık düşman olan şeytanı ve aldatıcılığını tanıtmak için cennetteki olay yaşanmıştır.
*Cennetten ihraç (insanın yeniden cennete dönebilmesi için daha uzun bir imtihanı geçmesi gerekti.)
*Suçun sübutu halinde müsamaha yok. (şahsa yönelik suçlar affedilebilirse de kamu hakkını gözetmek gerekir. (Allah daha sonra Ademi affetmiş ama tekrar cennete koymamıştır.)
*İnsanlar arasındaki düşmanlıklar (2/36,38; 7/24; 20/123)
* yasak ağaçtan yenilmesinin ilk sonucu edep yerlerinin açılması (açılması mı açık oluşu fark etmeleri mi?)olmuştur. (yasağı çiğnemenin hemen ardından utanılacak yerleri kendilerine görünmüş ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerine örtmeye başlamışlardır.7/A’râf, 22; 20/Tâhâ, 121).Nedense bunun üzerinde cennetten çıkarılma kadar durulmamıştır.
*Örtü, korunmayı simgeler. Savunmasız/korunmasız/elbisesiz insan günaha daha kolay düşer. 7/26: ve libasüttakva zalike hayr. (inzal kelimesiyle ifade edilenlerin birer lütuf olduğunu hatırdan çıkarmamak gerek)
*HAYA DUYGUSU
Beden elbisesi insanı soğuktan ve kem gözlerin iştahından korur, takva elbisesi de günahtan… (bedenin ve ahlakın korunması)
*7/27: “Ey ademoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkarttığı gibi şeytan sizi de saptırmasın…” Tefsirlerde âyetteki libâs’ın nurdan bir elbise, takva elbisesi veya cennet elbisesi olduğu şeklinde farklı görüşler yer alır. Ancak onun, Âdem ile Havva’nın, birbirlerinin edep yerlerini görmelerine engel olan, gerçek mahiyetini ancak Allah’ın bildiği nezih bir durum olduğunda kuşku yoktur. Şeytanın vesvesesi, kısa bir süreyle de olsa, onları bu nezih durumdan uzaklaştırdığı gibi diğer insanları da yoldan çıkarabilir. Çünkü şeytan onları görmekte, fakat kendisi görünmemektedir. Bu da onun tehlikesini arttırmaktadır. Özellikle iman yoksunu insanlar takva elbisesinden mahrum bulundukları için, şeytanlar tarafından ayartılmaya daha elverişli hale gelirler ve sonuçta onlarla aralarında bir dostluk gerçekleşir. Müşriklerin inkâr ve isyanları böyle bir dostluktan kaynaklanıyordu.
* “Elbiseni temiz tut” emri ise Hz. Peygamber’in maddî olarak elbisesini necaset vb. pisliklerden temiz tutması, manevî olarak da güzel ahlâkla bağdaşmayan davranışlardan ve günahlardan nefsini arındırması anlamında yorumlanmıştır.
*Giyinme ve örtünme sadece insana mahsustur. (haya duygusu)
* Şeytan korunmasız insanı daha kolay etkisi altına alır.
*ÖNCE İĞVA SONRA AÇILMA: önce takva elbisesi çıkıyor sonra maddi elbise…
*Buradaki çıplaklık elbisesizlik anlamında değil hakirlik ve bilgisizliği idrak etme anlamındadır.
*Rıza ve teslimiyet: insanın halife oluşu kulluğa dayanır. Allahu Teala’ya hakiki kul olmak için onu tüm yönleriyle (celal-cemal) tanımak, kabul etmek, sevmek gerekir. Sadece merhametli ve sevecen yüzünü değil gazabını, şiddetini ve azametini de kavramak gerekir.
BEŞERİYYETTEN ADEMİYYET’e TEVBE
*Adem (a.s) insan olduğu için düşmeliydi. Ancak böylelikle düşenlere nasıl kalkılacağını gösterebilirdi…
*İslâm’a göre ise Allah yol gösterici, bağışlayıcı ve yardım edicidir. Zaten Âdem de cennetten çıkarıldıktan sonra birtakım kelimeler almış ve tevbesi kabul edilmiştir. (bkz. 2/Bakara, 37)
*Şeytanla Ademin ayrışma noktası…
”külle’bn-i ademe hattaun ve hayrul hattaine ettaibun” *Âdem as kimseyi suçlamadı, “ben yanıldım” dedi. *kötülüğün sebebi yok, bahanesi var…
*Hidayet üzre kalmanın garantisi yok: “İhdinessıratal müstakim” (DUA)
*İslâm’a göre suç ve ceza ferdî/kişiseldir; kimse kimsenin günahından sorumlu değildir (bkz. 6/En’âm, 164).
*Allah, Adem’i ve eşini affetti. Çünkü onlar günahlarını itiraf ettiler, hatalarının bağışlanmasını istediler. Yaptıkları yanlışı savunmadılar, Allah’ın emrini beğenmezlik etmediler, O’na karşı kibirlenmediler.
*İnsan, diğer varlıklardan üstün kılınmasına rağmen (17/İsrâ, 70), hem unutkan ve zayıftır, hem de yaratılışında olan çamur ve ilâhî ruha meyillidir (4/Nisâ, 28). Hz. Adem, cennette olmasına ve Rabbinin uyarılarına rağmen yasağa uymayı unuttu (20/Tâhâ, 115). İnsan, unutarak veya aldanarak hata yapabilir. Mü’min insana düşen, hatasını İblis gibi savunmak değil; Âdem ve eşi gibi hatasını anlayıp Allah’tan bağışlanma dilemektir. Çünkü Allah, şirkin dışında bütün günahları affeder (4/Nisâ, 116; 5/Mâide, 40; 39/Zümer, 53 vd.).
{jcomments on}