Gelenek Modernizm ve Postmodernizm

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Gazeteci Yazar Mustafa ARMAĞAN

“Bugün sizlere gelenek, modernlik ve postmodernlik kavramlarının felsefi düzeyde analizini yapmaya ve bu kavramların siyasal, toplumsal ve kültürel düzeylerdeki tezahürlerini anlatmaya çalışacağım.

Bizde gelenek dendiği zaman genellikle soyut ve flu bir oluşumdan söz edilir. Gelenekle, geçmişin tozlu sayfaları arasında kalmış, bizden uzaklaşmış ve bir şekilde haberdar olduğumuz veya içimizde yaşayan bir “öz” kastedilir. Sanki geleneğin hiçbir toplumsal taşıyıcısı, ekonomik temeli, çıkar ilişkisi vs. yokmuşçasına ele alınması ciddi bir zihin sakatlanmasına  yol açmakta ve gelenekten asıl devşirilecek faydaların kendi elimizle bir kenara atılması sonucunu doğurmaktadır. Oysa gelenek her zaman birilerinin “geleneği” olmuştur; birilerinin ve onların sosyal, siyasi ilişki ve çıkarlarının üzerinde tutunmuş ve yükselmiştir. O ilişki ve çıkar biçimleri kaybolduğunda ya da ortadan kalktığında geleneği ayakta tutan sütunlar çökmekte ve bir süre sonra gelenek/ler de sessiz sedasız ortadan çekilmektedir. Bu gün “eyer koşumculuğu” sanatını ne kadar savunursak savunalım onu ayakta tutan sosyal ve ekonomik tabanı kaybettiğiniz zaman ister istemez bir süre sonra sanatın kendisi de toplumsal ilişki ağından koparak marjinalleşecek ve ortadan kalkacaktır.

Demek ki ilk öğrenmemiz gereken husus, gelenek dediğimiz fenomenin arkasında bir toplumsal grup, sosyolojik bir alt yapının bulunduğu, geleneğin bir toplumun en genel anlamda ideolojisini (ya da dünya görüşünü) ifade ettiğidir.

Modernliğe gelirsek; burada da tipik bir tuzak bizi beklemektedir. Modernlik yanlısı söylem -ki bunlara sosyolojinin ana damarı da dahildir- genelde “Modernlik değişmeci ve ilerlemecidir, gelenek ise değişmez, durağandır” gibi bir fikr-i sabit üzerinde ısrar etmektedir.

Biz de farkına varmadan bu dikotomiyi benimsemiş bulunuyoruz. Aslında burada gelenek bilerek negatif, olumsuz ve pasif kutba, modernlik ise pozitif, olumlu ve aktif kutba yerleştirilmiştir. Bu ayrıma göre gelenek ancak geçmişe dönülerek yakalanabilen bir şeydir, neredeyse bugünkü hayatla rabıtası kopmuş durumdadır. Modernist sosyologlara göre, ölü bir gelenek, geleneklerin en iyisidir. Çünkü artık bir tehlike, bir tehdit olmaktan çıkmış, bir inceleme nesnesi haline gelmiştir.

Düşünelim : Böyle bir toplum olabilir mi? böyle bir toplum hiç yaşamamış mıdır? Geleneksel dönemde değişme, gelişme, sosyal ve teknolojik devrimler, büyük zihniyet dönüşümleri, sosyal mobilite sanki hiç yaşanmamış gibi davranılıyor ki, bu tamamiyle yanılgıdan ibarettir. Zira bu en başta “toplum” un tanımına aykırıdır. Toplum bir etkileşimler sistemiyse, geleneksel dönemde de modern dönemde de etkileşimler sürekli vardı, sadece bunların dozları, onlara atfedilen moral nitelikler v.s. değişmiş olabilir. Toplumları geleneksel-modern şeklinde ayırmak, bir tarafa siyah, negatif, pasif, olumsuz özellikleri, öbür tarafa ise beyaz, pozitif, aktif, olumlu özellikleri yığmak bir ideolojik çarpıtma değilse nedir? Açıkça söylemek gerekirse bu ne felsefi, ne sosyolojik, ne de tarihi açıdan savunulabilir bir şeydir. Bir düşünme kolaycılığı, konu üzerinde düşünmekten kaçmanın yolarından biridir. Ne gelenek zannedildiği gibi atıl bir kütledir ne de modernlik zannedildiği gibi tamamen yeni, geleneklerden kopuk, işe sıfırdan başlamış bir fenomendir. Geleneğin kendi içinde son derece değişken, hareketli, gelişen bir yapısı olduğu gibi modernliğin de içinde önemli oranda geleneksel unsurlar yaşamaya devam etmiştir.

Batıdaki gelenekçi akıma göre – ki Guenon, Schuon ve S. Hüseyin Nasr ilk akla gelen isimlerdir –  GELENEK,  Hz. Adem’e indirilen ilk vahiy ve bilgilerden itibaren 16.y.y’la değin elden ele devredilmiş olan kutsal bilgidir. Buna göre Gelenek, peygamberler tarihini, dinlerin mistik boyutunu, tasavvufu ve bunların hepsini kuşatan bir şeydir. Yalnız dikkat edilirse bu akımın söyleminde Gelenek, yukarıda değindiğimiz toplumsal taşıyıcıları ihmal etmekte ve Geleneği toplumsal biçimlerden kopuk, bir bulut kümesi gibi tarif etmektedir. O sanki insanlık tarihini boydan boya kateden  ve modernliğin rüzgarı ile püskürtülen bir bulut kümesi gibidir. Elbette bu yazarların geleneksel kültüre ait bir çok kavramı anlamamızda önemli katkıları olmuştur ve bu yüzden dikkatlice okunmaları gerekmektedir. Fakat bir kavramı sosyolojik kökeninden kopardığınızda hem o kavramı anlama şansınız azalır hem de onu nasıl olup da yeniden inşa edeceğiniz konusunda çıkmaz bir sokağa saplanıp kalırsınız. Ancak böyle bakıldığında gelenek, kanlı canlı müşahhas bir gerçeklik olarak karşınıza çıkar ve onun kaybolduysa kayboluş nedenlerini, yeniden inşa edilecekse bunun ipuçlarını bulma şansını yakalayabilirsiniz.

Bu durumun daha berrak anlaşılabilmesi için modernlikle bir karşılaştırma yapmakta fayda görüyorum. O zaman Descartes’in “düşünüyorum öyleyse varım” sözünden bir kalkış noktası bulabiliriz. Bu söz çok tekrarlandığından gerçek vehameti içinde kavranamıyor. Descartes’in düşünce sistematiği şöyleydi –bir mizansen mi gerçek miydi bilemiyoruz fakat- bir bunalım geçiriyor ve öğrendiği her şeyden şüphe etmeye başlıyor. Hafızasındaki bilgileri döküp seçmeye başlıyor, en sonunda hafızasının temizlendiğini hissediyor ve şöyle diyor: “Geriye bir şey kaldı o da benim hala düşünüyor olmam. Yani bana öğretilenler olmadan da ben düşünüyorum, öyleyse varım. Benim düşünüyor olmam varlığımı geçerli kılan şeydir.” Descartes bu düşünme fiilini adeta sıfır noktası olarak kabul edip daha sonra yeni bir sistem, yeni bir felsefe kurmaya yönelmiştir. “ben varsam Tanrı’ da var” diyerek, tanrıyı kendi varlığının ötesine koyuyor. Bunun tam karşıtı da Tanrı’ dan başlayan ve aşağıya doğru inen geleneksel felsefede bulduğumuz bir düşünce sistemedir. Böylece  Descartes’ten sonra bir daha onun öncesine dönülmeyecek bir eşik oluşturulmuş oluyor. Modern insanın bir bakıma Descartes’le birlikte prototipi ortaya çıkıyor. Bu da şu anlama geliyor: İnsanın felsefi tanımı ile öznenin karşısındaki her şey kendisinin dışındadır, her zaman ben ve öteki ayrımını gözetmektedir. Bu bakış tabiat kaşısında öznenin mutlak hakimiyetini temin eden bir yaklaşım biçimidir. Toplumsal düzeye çektiğinizde ise kapitalist bir işadamının işçisine, tabiata, kendi çıkarları dışındaki her şeye mutlak egemenmiş gibi davranması da tipik bir Descartes insanı örneğidir.

Modern hayatta düşünme fiilinin kaynağı olan akıl, Descartes’ten başlayarak bütün alanları fethe girişiyor. Siyasi alanda, meşruiyetini Tanrı’dan alan sisteme karşı, insanların kendilerini yönettikleri bir takım sistemler geliştiriyor. Ekonomik alanda da insanların kendi çıkarlarını en iyi nasıl koruyabileceklerine ilişkin bilinç geliştirdiklerini görüyoruz. Bundan sonra rasyonel ilahiyat tartışmaları başlıyor ve açıklanamayan bir çok şey ya reddediliyor ya da çürük rivayetler olduğu var sayılarak dinden tasfiye ediliyor. Bu İslam için de geçerli olmaya başlayan bir eğilim. Dolayısıyla aklın serüveni modern hayatın bütünü üzerinde bir egemenlik kurmaya başlıyor. Aklın hayatın bütününe hakim olma çabası ve geleneğin geçmişteki birikimini önemsememesiyle birlikte geçmişi kötü, geleceği iyi olarak gören bir süreç karşımıza çıkıyor. İşte bu modern toplumun vasıflarından biridir.

Bizim Batılılaşma tarihimizde de aklın egemenleşme tezahürlerini görmek mümkün. 1826’ da Sultan Mahmut’un yeniçeriliği büyük bir kısmıyla kaldırmasıyla medrese geleneği zayıfladı. Çünkü ulemanın en  büyük destekçisi yeniçerilerdi. Ve medrese Tanzimat’tan sonra Batılı okulların açılmasıyla da devlet içindeki egemen konumunu kaybetti.

Medrese kendi içinde kapalı bir sistem değildi, devlet içinde etkindi. Bürokrasiye adam, mahkemelere kadı ve Şeyhü’l İslam yetiştiriyordu. Fakat modern okulların, mesela Mülkiye’ nin açılması ile oradan yetişenler hakim oluyor, medresenin önü kapanıyordu. Sonra buradan yetişen modern, seçkinci, aydın tipi dediğimiz batılı tipteki aydınların temel ilkesi o pozitif önerme “En hakiki mürşit ilimdir” cümlesiydi. Burada bahsedilen ilim geleneksel ilim değil modern ilimlerdi. Bu vesile ile toplum üstünde tasarrufta bulunmaları kolaylaştırıldı.

İkinci Dünya savaşından sonra modernliğin, aklın sultasını delen, postmodernizmin ilk tohumlarını taşıyan tartışmalar akıl, bilim ve bilimin meşruluğu, siyasi iktidarın toplum üzerinde bu kadar belirleyici olması, özne- nesne ayrımı gibi noktalarda yoğunlaştı.

Postmodernizmi modernliğe, aydınlanmaya, pozitivizme karşı çıktığı için alkışlayanlar hatta kutsayanlar bile oldu. Oysa tarihe, yerel olana, geleneğe ve dine dönüş olarak görülen postmodernizm, geleneksel unsurlara  modernizmden de yabancıdır . Onların heyecanını, coşkusunu kutsallığını soyup ikinci defa sekülerleştirmiştir. Dolayısıyla postmodernizmin,  bu kavramları diriltmediğini aksine “istismar” ettiğini görüyoruz.

Postmodernizmde her grup kendi içerisinde haklıdır. Bunlar hiyerarşik bir düzeyde bulunmazlar, hep yanyanadırlar. Her şey bir sistem içinde toplanmaz. Her alt sistemin kendi mantığı vardır. Yani dini önermelerle bilimsel önermeler aynı anlamı taşımaz. Bunların farklı mantıkları farklı çerçeveleri vardır. Bunları ayırdığımızda çoğulculuk dediğimiz şey ortaya çıkıyor. Büyük anlatı dedikleri sistemler geçersizdir, mikrolojiler egemen olmalıdır. Evrensel karşısında yerel olan desteklenmelidir.

Gelenekteki bir takım unsurlar modern dönemde alttan alta yaşamaya devam etmiş ve postmodern dönemde bu ağ delinerek geleneksel unsurların fışkırdığı gözlemlenmiştir. Fakat postmodernizm gerçek anlamı anlaşılmadan bir çok batılı ithal kavramın Türkiye’ye gelmesi gibi gelmiştir. Modernizmin bu kadar acımasızca ve abartılı uygulandığı  Türkiye gibi bir yerde, birçok aydın tarafından postmodernizm kurtuluş reçetesi olarak algılandı.

Biz modern dönemden ne tevarüs ettirdik, geleneksel dönemden modern döneme neleri intikal ettirdik bunların muhasebesi yapılmalıdır. Postmodernizmin de modernliğin içinden çıkmış bir unsur olduğu göz önünde bulundurularak onunla ciddi mânâda hesaplaşılması gerektiği kanaatindeyim.”

Not: Programın özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.

Hazırlayan: Berna Önçırak
Önceki Yazı

Evrenin Yaratılışı,Big Bang

Sonraki Yazı

Modernizm

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir