22.06.2019
Medipol üniversitesi Hastanesinden Ürolog Prof. Dr. Zeki Bayraktar, 22 Haziran 2019’da derneğimizde bu konuyla alakalı ve konuyu tüm yönleriyle açıklayan bir sunum yapmıştır. Erkek ve kadın cinsel kimliği nasıl kazanılır? Sağlıklı cinsel kimlik gelişimini etkileyen faktörler nelerdir? Bu konudaki ebeveyn hataları nelerdir? Norm ve norm dışı cinsellik nasıl gelişir gibi birçok sorunun cevabını bulduran sunum aşağıdadır:
‘’Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık…’’(Hucurat, 49/13)
(Şunlar da) O’nun ayetlerindendir; Kendileri ile sükun bulasınız diye, sizin için kendi türünüzden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet oluşturması… Şüphesiz ki bunda düşünen toplum için –nice- ayetler/ibretler vardır. (Rum, 30/21)
Bu ayetlerle başlamak istememin sebebi; sonda söyleyeceğim gerçeğin baştan altını çizmektir. Allah insanı kadın ve erkek olmak üzere iki cins yaratmıştır. Cinsel kimlik; bireyin “Ben erkeğim’’ veya ‘’Ben kızım’’ diyerek kendisini erkek veya kadın olarak algılaması ve biyolojik/anatomik tasarımına uygun bir cinsel kimlik geliştirerek, hayatta üstleneceği cinsel rolleri kabul etmesi ve ona göre davranmasıdır.
Freud, cinsel kimlik gelişim evrelerini; oral(0-1.5 yaş arası), anal(1.5-3 yaş), fallik(3-6), gizil(6-12) ve genital dönem(12-18) olarak tanımlamıştır. Cinselliğin olgun bir şekilde ifadesi için, gelişmemiş (immatür) bir psikoseksüel evre olan oral ve anal dönemler atlatılmalıdır. Eşcinsellik, bu döneme sabitlenmek(fiksasyon) veya bu döneme geri dönmektir(regresyon)’’ (Freud, 1905)
‘’Eşcinsellik, birincil olarak gelişimsel bir tutukluk, fiksasyon ya da psikolojik bir gelişmemişlik halidir(immatürite)’’(Freud, 1910). Freud, eşcinselliği cinsel kimliğin gelişmemişlik hali olarak tanımlamaktadır.
Bu dönemlerin bizleri ilgilendiren önemli bir tarafı da; “SÜNNET” meselesidir. Erkek çocukları, 2-6 yaş aralığında sünnet ettirilmemelidir. Çünkü bu dönemde yapılan –sünnet dahil- her türlü genital müdahale nedeniyle kastrasyon-iğdiş edilme korkusu yaratabilir. Bu nedenle sünnet ya 0-1 yaş arası, yada 7 yaş ve sonrasında yapılmalıdır.
Psikoseksüel Gelişimi Etkileyen bazı faktörler vardır. Bunlar:
Genetik faktörler, Epigenetik faktörler, (Yaşam stili, beslenme alışkanlığı ve spor gibi çevresel faktörlerin genlerin aktivitesini düşürmesi veya yükseltmesi ile ortaya çıkan rahatsızlıklar; DNA dizisinde hiçbir değişiklik olmaksızın genlerin fazla çalışması veya yeterince çalışmamasından kaynaklanan durumlar…), Maruz kalınan hormonlar(androjenler), Ana rahminde ve doğumdan sonra… Kardeşlik doğum sırası, Cinsiyet dağılımı, Yetiştirilme tarzı (cinselliğin tehlikeli takdimi vs) ve kültürel özellikler…
Şu gerçeğin altını çizmeliyiz. “Biyolojik norm heteroseksüelliktir. Herhangi bir müdahale olmadığı sürece tüm bireyler heteroseksüel olur”. Homoseksüelliği hazırlayan faktörler şunlardır:
1-Ebeveyn hataları/Farklı ebeveyn modelleri,
2-Sağlıklı olmayan aile dinamiği,
Boşanma, ayrılma ve mutsuz evlilikler(Nicolosi, HÖR, s.116)
3-Çocukluk dönemindeki cinsel tacizler,
4-Erken cinsel deneyimler,
5-Bu deneyimlerin yol açtığı cinsel alışkanlıklar,
6-Kültürel mesajların etkisi…
Eşcinselliğin psikodinamisi şudur: Erkekte ve kadında bazı farklılıklar gösteriyor ise de her ikisinin temelinde aynı mekanizma yatar. Çocuğun hemcinsi olan ebeveyni ile özdeşim kuramaması… Yani erkek çocuğun babası ile, kız çocuğun annesi ile özdeşim kuramamasıdır.
Erkek homoseksüelliğinin temel nedeni baba figürünün yokluğu değil, bir erkek figürü tarafından reddedilmektir. Eğer baba yoksa çocuk cinsel özdeşimini amca, dayı, dede vb aile büyüğü ile de gerçekleştirebilir. Her erkeğin başka bir erkekle (erotik olmayan) yakın bir ilişki kurma ihtiyacı vardır ve bu sağlıklı bir ihtiyaçtır. Erken çocukluk döneminde ortaya çıkan bu arzu, ilk olarak baba ile daha sonraları ise akranlarla giderilir.
Eğer bu güdü engellenirse ‘’onarıcı baba’’ modeli olarak homoseksüel eğilim ortaya çıkar (Moberly, 1983).
Baba ile özdeşim kuramayan çocuk, maskülen alana giremez. Korkaktır, cesareti kırılmıştır. Adler bunu “Kadın Korkusu” olarak tanımlar. Baba ile özdeşim kuramayan çocuk, cinsel kimliğini içselleştiremez, Cinsel kimlik bozukluğu (CKB) yaşar… Babası tarafından reddedilmiş, erkekliği onaylanmamış, erkeklik dünyasına adım atamamış olur ve efemine alana kayar.
Nicolosi, baba-oğul özdeşimini engelleyen faktörler olarak şu üçünü sayar: Klasik ‘’Üçlü sistem’’ teorisine göre; yoğun sevgi gösteren, baskın ve mütehakkim bir ANNE, mesafeli, etkisiz ve reddedici bir BABA, hassas mizaçlı bir OĞUL…
Üçü birden etkili olur. Anneden gelen öldürücü darbeler nedir derseniz… Bağlayıcı doğasından ötürü anne-oğul ilişkisi sadece yakın olmakla kalmıyor aynı zamanda yoğun bir şekilde ambivalent/ikircikli duygular da içeriyor. Freud; “Homoseksüellerin çoğu, erken çocukluk dönemlerinde anormal derecede yakın bir anne-oğul ilişkisine sahiptir.” der.
Nicolosi’ye göre; homoseksüel erkek çocukların anneleri genellikle kendini iyi ifade eden, dışa dönük, duygusal olarak ulaşılabilir, ilgili ve fazlasıyla çocuğun hayatının içinde olan annelerdir. Annenin sorunu çok kuşatıcı olması ve dolayısıyla çocukla kendisi arasındaki sınırın belirgin olmamasıdır.
Bazen de çocuğunu güçlü bir şekilde etkileyen hatta manipüle eden bir anne, baskın bir kişilik tipi göstermeyebilir. Önemli oranda böyle olan homoseksüel annesi vardır. Kırılgan ve kaygılı yani zayıf bir kişilik yapısına sahip olan bu anneler, zayıflıklarının ve zaaflarının bir sonucu olarak oğulları üzerinde güçlü bir manipülatif etki kurmuşlardır.
Burada babalara çok önemli bir rol düşüyor. Çocuğun özdeşim kurabilmesi için, baba çaba sarf etmelidir. Yatma zamanı geldiğinde çocuğu yerine yatıracak kişi baba olmalıdır. Bu yatırma işine anne de katılabilir ama ışığı söndürecek ve iyi geceler dileyecek kişi muhakkak baba olmalıdır. Özellikle küçük çocuklar yatma zamanlarında acziyet ve endişe hissedebildiklerinden daha mızmız olurlar. Bu durumlarda babalar kitap okuyarak, sohbet ederek ya da dua ederek çocukları duygusal olarak rahatlatmalıdır.
Baba ile güreşerek oynanan oyunlar cinsiyet çelişkisi yaşayan çocukların utangaçlığını ve kırılganlığını aşmak için iyi bir yöntemdir. Üstelik bu, babalar için oğulları ile bağ kurmada etkin bir yoldur. Baba, oğlu ile oturma odasında veya herhangi bir halının üzerinde güreşebilir. Amaç çocuğun içindeki vahşi erkeği açığa çıkarabilmektir. Baba yeniliyormuş gibi yaparak onun kendini güçlü, dayanıklı ve saldırgan hissetmesini sağlayabilir.
Babalar küçük yaşlardaki oğullarıyla banyo yapmalı, fiziksel aktivite içeren sporlar yapmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, çekingen çocuk birden takım sporlarının içerisine katılmamalı. Öncelikle; yüzme, bisiklet gibi bireysel sporlar, sonra tenis gibi ikili sporlar, daha sonra takım sporlarına geçilmelidir. Bu sıralamada hata yapılırsa, zaten korkak olan, efemine davranışları olan çocuk takım içerisinde dışlanacaktır.
Bu konuda nebimiz babalara çok güzel örnektir. Peygamber Efendimiz, namaz kılarken torunları Hasan, Hüseyin ve Ümame’yi omzuna alır, secdeye inerken yere indirir, kalkarken onları tekrar omzuna alırdı. Secdede iken sırtına çıkmalarına müsaade eder ve hatta onlar sırtından inene kadar secdeyi uzatırdı, Onları her fırsatta öper, koklar, kucaklar ve onlarla oynardı. Onları sırtına bindirir ve at gibi gezdirirdi. Karınlarını hem gıdıklar hem öperdi. Hasan ile Hüseyin’i zaman zaman önünde güreştirir ve onlara tezahürat yapardı.
Anne- babalara vereceğimiz tavsiyeler; erkek çocuk için annenin kendini geri plana çekmesi, babanın ise aktif rol almasıdır. Anneler, babaların aksine oğullarının efemine davranışlarını hemen fark ederler. Ama oğullarını üzmemek için bu duruma müdahalede bulunmayı ertelerler. Annelerin bu konuda eğitimi şarttır. Anneler oğullarının efemine davranışlarını onaylamamalıdır. Çocuğun sorduğu bazı soruların cevabını bilse bile, anne çocuğu babasına yönlendirmelidir.
Kadın eşcinselliği ise erkek eşcinselliğine göre göre daha zor öngörülebilir bir durumdur. Girift bir bilmece gibidir. Lezbiyenliğin kökeninde yatan temel faktör, kızın bilinçdışı bir biçimde feminen kimliğini reddetmesidir.
Üzerinde durmamız gereken çok önemli bir konu da bu konuyla alakalı hem dünyada hem ülkemizde oluşturulmaya çalışılan bir algının mevcudiyetidir. LGBT-İ konularında doğru olmayan bir algı yaratılmaya çalışılmaktadır. Buna Bir örnek, Adler’in kitabıdır. Adler’in Alman dilinde yayınlanan “Homoseksüellik Problemi” isimli kitabı Türkçeye “ Eşcinsellik Üzerine” diye çevrilmiştir. Bu bile, bu konuda oturtulmaya çalışılan, zihinlere yerleştirilmeye çalışılan algıyı göstermektedir. Homeseksüelliğin problem olmadığı, normal olduğu algısı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Ama burada bir şeyin ayrımını iyi yapmalıyız. LGBT-I kısaltmasının sonundaki I harfi ‘’intersex’’ demektir ve bunun eşcinsellikle hiçbir ilişkisi yoktur. İntersex, fıkıh dilince “Hünsa” olarak nitelenen organik bir hastalıktır. Doğuştan var olan cinsel organlardaki bir gelişim problemidir. Bu nedenle eşcinsellikle kesinlikle karıştırılmamalıdır. Çünkü eşcinsellik psikoseksüel bir bozukluktur. Doğuştan değildir, genetik değildir, hormonal değildir. Tamamen psikoseksüel bir bozukluktur.
Oluşturulmaya çalışılan bir algı da Gey ve lezbiyenlerde görülen psikiyatrik problemlerin toplum baskısından kaynaklandığını söylemektir. Bu açıklamanın doğru bir payı vardır. Ama toplum baskısı her şeyi açıklamak için yeterli midir? Yapılan araştırmalar bunun böyle olmadığını gösteriyor.
Çünkü Hollanda ve Danimarka gibi geyliğe daha fazla tolerans gösterilen ülkelerdeki geyler de benzer bunalımları yaşıyorlar. Eğer bu iddia doğru olsaydı bu ülkelerdeki eşcinseller diğer eşcinsellere göre daha az psikiyatrik sorunlar yaşıyor olmalılardı. Ama durum öyle değil. Eşcinselliğe daha düşmanca yaklaşan toplumlarla aynı oranda sorunlar yaşanıyor. Yani homoseksüeller bütün kültürlerde yüksek oranlarda depresyon, anksiyete, psikotik madde bağımlılığı ve intihar gibi sorunlar yaşıyorlar.
Peki bu neden böyle olur? Çünkü “Homoseksüeller, bilinç düzeyindeki ego ile bağdaşık olsalar bile benliğin derinliklerindeki katmanları ile asla uyum içerisinde olamazlar. Çünkü homoseksüellik, kişinin kimlik bütünlüğünün sağlıklı bir şekilde oluşturamadığının bir göstergesidir. Bu nedenle gerçek benlikle yaşanan bu uyumsuzluğun göstergesi olan belirtiler er ya da geç mutlaka kendini gösterir(Nicolosi)’’
Son olarak, “DİKKAT! PSİKOLOG VAR” demek istiyorum. Bu konuda biri ONAY diğeri ONARIM olmak üzere iki terapi yaklaşımı var. Onay terapisini tercih eden psikologlar özellikle ergenlik dönemlerinde yaşanan geçici cinsel karmaşaları bile eşcinsellik olarak etiketliyor ve o genci eşcinsel olarak damgalamış oluyor. Oysa bu gençler onarım terapisi ile kurtulabilir.
Bu konuda N. Tarhan ‘’Eşcinselliği heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak tanımlamanın hiç bir bilimsel dayanağı yoktur. Erken ergenlik döneminde eşcinsel eğilimini fark etmiş, iç denetim ve dürtü kontrolü için çabalayan yani eşcinsel eğilimi olup da kontrol etmek isteyen kişilere tedavi ve yardım kapısı kapanmaktadır. Psikiyatri derneklerinin yanlış anlamalara ve eşcinsel tercihleri artıracak önerilere alet olması son derece sakıncalıdır. Cinsel kimlik konusunda kaygısı olan bireyleri eşcinsel kimliğe özendirmek ve yönlendirmek bir profesyonel için toplumsal sorumluluğu olan bir durumdur.’’ demektedir.
Hazırlayan: Fatma Dişli