18.05.2006
Hazırlayan: Atiye Gözen / Emine Ünlü
Sabiha Gökçen Havalimanında buluşmamızın ardından 16.15 uçağı ile Adana’ya hareket ettik. Bereketine uçaktan yeşilliğiyle tanık olduğumuz Çukurova’dan Antakya’ya doğru yol alırken; eskiden Büyük İskender’in yaşadığı bu toprakların Kilikya olarak adlandırıldığını, St. Paul’un Hıristiyanlığı ilk buradan yaymaya başladığını ve İlk olimpiyatların burada yapıldığını, zamanında “İpek Yol”unu kontrol etmek için yapılan “Yılanlı Kale”nin de bu topraklarda yer aldığını, M.Ö. 330 yılına ait içinde taş kitapların bulunduğu en eski kütüphanenin de bu bölgede bulunduğunu öğrendik.
Daha düne kadar (1518-1918) Osmanlı’nın bir parçası olan Suriye’nin, bugün sınır kapılarındaki uzun bekleyişlerin ardından ancak topraklarına dâhil olabildiğimiz bir ülke haline gelmiş olması tarihimizden alınacak çok dersler olduğunun bir göstergesi gibiydi.
1. Gün/ Şam’ın Ev Sahiplerini Ziyaret

Çöl ikliminin kendini hissettirmeye başladığı öğle saatlerinde, Kasyun Dağı’ndan Şam sokaklarında gizli bulunan tarihte yolculuk için şehrin ara sokaklarına doğru yola koyulduk. Yolculuğumuzun başlangıç noktası olan ilk ziyaretgâhımız, Yavuz Sultan Selim döneminde inşa edilen makamı ile Muhyiddin İbni Arabî. Türbenin inşa bilgisine dair rivayetlere göre; Yavuz Sultan’ın atı Şam’da dolaşırken bir harabede duruyor, gitmiyor. Burayı kazınca İbni Arabî’nin mezarını buluyorlar. Tasavvufi yaşam tarzına itibar edilen ve türbe ziyaretlerinin çok yaygın olduğu Şam’da ilk ziyaretgâhımızda dikkat çeken, caminin içinin Mevlid Kandili kutlamalarından kalan bayraklarla gelin gibi süslü olması idi.

Öğle yemeği molasının ardından, resmi tatil günü Cuma’ya rastlamamız sebebiyle kepenklerinin çoğunluğu kapalı olan Hamidiye Çarşısı’na geçtik. Çarşı girişinde dikkatleri pek çekmeyen bir köşede, mağaza girişini andıran bir kapının üzerindeki yazıya rehberimizin yönlendirmesiyle dikkat kesildik. “Kedi babası” manalı ismiyle hatırlanan, meşhur hadis ravisi sahabe Ebu Hureyre, bu kilitli kapının ardında medfundu. Abdülhamit Döneminde yapılan Hamidiye Çarşısı içinden takip edilen güzergâhla, Peygamber torunları iki sahabe hanımı ziyarete gittik. Ayrı mekânlarda kendi isimlerine yapılan camilerde ikamet eden Hz. Rukiye ve Hz. Zeynep. Müslüman Şii halkın sevgi çemberine aldıkları bu iki hanım sahabenin türbesi, Peygamber torunlarına sevgi ifadesi olsa gerek, dikkatlerden kaçmasını namümkün kılacak kadar göz kamaştıran parıltılı taşlarla, kırık aynalarla ve altınlarla bezenmişti.
Şam’ın diğer ev sahipleri; misafirleri çok olması sebebiyle yanına varamadan kapısından selam ve dua ile ayrılmak zorunda kaldığımız, İslam tarihinin ilk müezzini, Ehl-i Beyt mezarlığındaki Bilali Habeşi, Ehl-i Beyt’e ayrılan diğer bölümde ise dualarla ziyaret ettiğimiz Hz. Hafsa…
Hava sıcaklığı ve resmi tatil sebebiyle gündüz vakti sokaklarında dolaşan insan sayısı dikkat çekecek kadar az olan Şam’da, akşam serinliği ile ortaya çıkan Şam halkı ile tanışabildik. Şehir kenarları sayılabilecek bahçeli mekânlarda insanlar çocuklarıyla birlikte sohbetli, eğlenceli yemekteler. Bizlerde akşam serinliğinde başlayıp gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam eden yemek molamızla üç günlük Suriye gezimizin ilk gününü nihayetlendirdik.
2. Gün/ Şam’dan Halep’e..
İkinci günümüzde ilk durağımız Hicaz Demiryolu Şam İstasyonu. Merhum 2. Abdülhamit zamanında projelendirilip hayata geçirilen demiryolunun Şam İstasyonu, ziyaretimiz esnasında geçici kütüphane olarak kullanılmakla birlikte restore halinde idi. Bizlerin bilmekte aciz kaldığı birçok hüzünlü veya mutlu hikâyelere tanıklık eden istasyon önünde, bizlerin Şam hikâyemize de tanıklık etmesini rica eder gibi toplu resim çekildik. Şam’daki son durağımız, Sultan Vahdettin’e bahçesinde ev sahipliği yapan, Şam’ın tek Osmanlı mimarisine sahip yapısıyla Süleymaniye Medresesi oldu.
Ev sahiplerini rahatsız etmeden layıkıyla ziyaret ettiğimizi umduğumuz Şam’dan, Humus üzerinden Halep’e varmak için ayrılma vakti geldi.
Humus’da bizleri bekleyen büyük komutan, Peygamberimiz’in sancaktarı, adına yapılan cami içinde medfun Halid b. Velid idi. Dualarla kısa bir ziyaretin ardından yanından ayrıldık. Halep yolu üzerinde, Hama yakınlarında küçük bir köyde diğer ziyaretlerimize kıyasla oldukça mütevazı bir camide medfun bulunan Emevi halifelerinden Ömer b. Abdülaziz bir sonraki ziyaretgâhımız oldu.
Akşam saatlerinde Halep’e ulaştık. İkindi namazlarımızı Hz. Zekeriyya’nın ikamet ettiği Emevi Camii’nde kıldıktan sonra, “biraz alışveriş” diyerek Halep’in kapalı çarşısının sokaklarında yöreye özgü bir şeyler bulabilmek gayesiyle geçirilen serbest zaman ile birlikte Suriye’de ikinci günümüzü geride bıraktık.
3. Gün/ Halep Kalesi’nden Suriye’ye Veda…
Gezimizin üçüncü gününde, 2006 yılı itibariyle İslam konferansı tarafından İslam ülkelerinin kültür başkenti seçilen Halep’te, sabahın erken saatlerinde uzun merdivenlerini yavaş tempoda ama heyecanla çıktığımız Halep Kalesi’ndeyiz. Günümüz Halep şehrinin ortasında yükselen, bütün şehri temaşa etme imkânı sunan kale, aynı zamanda eski Halep’in yerleşim yeriymiş. Halep kalesinin 3000 yıllık bir mazisi olduğu, fay hattında olmasına rağmen, ayakta kalmasının ise ilahi bir mucize olduğu rivayet ediliyor. Hıristiyan ve Müslüman sakinlerinin izlerini hala barındıran ve restorasyon sürecinde olan Halep Kalesi, yağmur sularının sokaklarda birikinti yapmadan akmasını kolaylaştıran su kanalları, camisi, hamamları, medreseleri, öğrenci odaları, kralların misafirlerini ağırladığı ve ahşap işlemeleriyle dikkat çeken kral odası, antik tiyatrosu, su deposu ve zindanı ile antik bir şehir görünümünde.
Antik Halep’ten (Halep Kalesi) günümüz Halep şehrine inişimizle birlikte, üç günlük Suriye gezimizin sonunun başlangıcı olan, Türkiye’ye doğru yolculuğumuz başlamış oldu. Ve nihayetinde “İslam Tarihi’nin Suriye Sayfalarında Üç Günlük Yolculuk” olarak nitelendirebileceğimiz gezimiz, 21 Mayıs akşamı İstanbul’a varışımızla, dışa vuran yorgunluk ama gönüllerdeki huzur ile nihayetlendi.