Avrupa’nın Mültecilerle İmtihanı

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

9 Şubat 2017
Mültecilerin Avrupa’ya olan zorlu yolculuğunu konu alan Avrupa’nın Mültecilerle İmtihanı belgeseli ilk gösterimini Hazar’da gerçekleştirdi. Gösterim sonrası yapımcı Ayşe Böhürler belgeselin arka planını ve mülteci meselesinin siyasi ve politik izdüşümlerini katılımcılarla paylaştı.

Batı’nın göçmen ve mültecilere yaklaşımının oluşturduğu insanlık krizi Trump’ın yaptığı açıklamalarla iyice derinleşti. Batının kendi değerleriyle yüzleşmesini sağlayan mülteci sorunu tam da bu noktada bir mihenk taşı gibi duruyor.

İzlediğimiz Avrupa’nın Mültecilerle İmtihanı belgeseli Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya olan zorlu yolculuğunu konu alıyor. Aylan Kurdi bebeğin cesedinin Bodrum’da sahile vurduğu yerden başlayan çekimler Avrupa ülkelerinin sınırlarında bekleyişte olan mültecilere kadar ilerliyor. Belgesel ekibi mültecilerin küçük botlarda başlayan tehlikeli yolculuğunun bütün evrelerini yardım gönüllüleri, mülteciler ve uzmanların gözünden ekranlara taşıyor.

Belgesel, mültecilere yardımcı olan gönüllülerin hikayelerine de yer veriyor. Bu meyanda gönüllü çalışan Kemal ile Lisa izleyicilere hikayenin görünmeyen yüzünü de anlatıyor. Belgesel ayrıca, zoru başarmış, Avrupa’da yeni bir hayat kurmuş olan mültecilerin gelecekle ilgili kaygı ve ümitlerine de ışık tutuyor.

Avrupa’nın Mültecilere Kapılarını Kapatması İlk Değil

Ayşe Böhürler, belgesel gösterimi esnasında yaptığı konuşmasında, Avrupa’daki göç hareketinin tarihi önemine değindi ve mültecilerin bu süreçte neler yaşadıklarını anlattı. Böhürler’in konuşmasının kısa bir özetini aşağıda bulabilirsiniz:

Dünya’da üç büyük göç hareketi gerçekleşti ve üçüncüsü halihazırda yaşanıyor. 1938’de büyük Yahudi göçü oldu. O zamanda Avrupa Yahudilere kapılarını kapattı. Yani bu ilk değil. 1950’lerde başlayan işçi göçlerinden sonra 1970’lerde Pakistan ve Hindistan’dan gelen göçmenler Avrupa ülkelerine gelip çalışmaya başladılar. Avrupa’nın bu iş gücüne ihtiyacı vardı. Berlin ve Rotterdam’a 1945’den sonra Türklerin de içinde olduğu bir grup göçtü. Yalnız bu hareket planlı olmadığı için bunu göç hareketi olarak tanımlayamıyoruz. Bosna savaşıyla Avrupa’ya ilk Müslüman göçü gerçekleşti. Üçüncü göç hareketi ise Suriye savaşı sonrası olan göç hareketi oldu. Yaklaşık 7 milyon insan savaş dolayısıyla yer değiştirdi. Mülteciler çoğunlukla Türkiye, Ürdün ve Lübnan’a göçtü. Bu süreçte Avrupa’ya gidenler de oldu.

Mültecilerin bu yolculuğunda en büyük rolü insan kaçakçıları oynuyor

2015’ten sonra Avrupa’ya göç hızlandı ve mülteci sayısı 1 milyona ulaştı. İnsan kaçakçıları bu süreçte büyük rol oynadı. Mülteci kamplarının olduğu şehirlerde aktif olan insan kaçakçıları, normal şartlarda 20 kişiyi alacak botlara daha fazla kar etmek amacıyla 40-50 kişiyi bindiriyorlar. Sadece bir sırt çantası taşıyabilen mülteciler bu insan simsarlarına kişi başı 2000 dolar vermek zorunda. Böylece her türlü riske açık olan mülteciler üzerinden insan kaçakçılığı piyasası da oluşmuş oldu.
Avrupa’ya göç için başlayan yolculukta daha güvenli ve kısa olduğu için Türkiye’den, Midilli, Yunanistan, Makedonya, Sırbistan istikameti kullanılıyor. 1 milyona yakın kişinin kullandığı bu deniz yolculuklarında maalesef 5.000 mülteci öldü.

Taşıdıkları bir sırt çantası… Siz olsaydınız yanınızda neyi götürürdünüz?

Türkiye’den başlayan yolculukları sınırlardaki beklemelerle birlikte ortalama 25 gün boyunca sürüyor. Bazı mesafeler için günlerce tren beklerken bazı mesafeleri de yürüyerek geçiyorlar. Bu mülteciler arasında engelliler, çocuklular, bebekliler ve hamileler de var. Bu 25 gün boyunca insani ihtiyaçların çok kısıtlı şekilde karşılanabildiği bu yol aynı zamanda çok da tehlikeli. İnsan kaçakçıları, organ mafyalarının aktif olduğu bu yolda Europol’ün verilerine göre kaybolan çocuk sayısı 10.000. Buna rağmen Avrupa’ya göç zaman zaman azalsa da durmuyor.

1 milyon nüfuslu Avrupa şehri 70 mülteci aile kabul ediyor

Avrupa Birliği ülkeleri tolere edecekleri rakamın çok altında, yalnızca nüfusunun yüzde 0.3’ünü mülteci olarak kabul edeceğini ilan etmiş durumda, ona göre mülteci kabul ediyor. Bir mülteci Yunanistan’a adım attığı anda herhangi bir Avrupa ülkesine adım atmış ve resmi iltica süreci başlamış oluyor. Belgeleri uygun görülen Mülteciler bir Avrupa ülkesine yerleştiriliyor. Her AB ülkesinin kendine has kabul şartları var. Mesela Hollanda kabul ettiği mültecilere masraflar için toplamda 10.000 Euro para veriyor ve dil öğrenmeye mecbur tutuyor. Dil kursuna düzenli katılmadığı ve dili öğrenemediği tespit edilen mültecilerden verilen bu para geri alınıyor. Bununla aslında bir anlaşma imzalamış ve “bir Hollanda vatandaşı olacaksan, benim dediğim şartlarda yaşayacaksın” denmiş oluyor.

Belgesel ekibi olarak gittiğimiz Danimarka’nın 1 milyon nüfuslu bir şehri yalnızca 70 mülteci aileyi ağırlıyor. 1 milyon nüfus sadece 70 mülteci ailenin entegrasyonu için çalışıyor. Gidişatına göre mülteci statüsü veriyor. Oraya gittiği andan itibaren devlet mültecilere iş bulma ve dil öğretme çabasına giriyor. İş bulununcaya kadar devlet mültecilere belli bir miktar para yardımı yapıyor. Mültecilerin Avrupa’ya göçme isteklerinin altında yatan işte bu hayat güvencesi olarak görülüyor.

Avrupalılar mültecilere “insan çöpü” muamelesi yapıyor

Biz de 2015’te bu mültecilerin izini takip etmeye ve aktüel bir kamerayla mültecilerin hikayesini onların gözünden izleyiciyle buluşturmaya karar verdik. Biz izleyeceğimiz rotayı Bodrum, Kos Limanı, İdomani, Yunanistan ve Macaristan olarak seçtik. Ayrıca bir Avrupa ülkesi istikameti olarak Danimarka’da çekimler yaptık. Ne yazık ki bu Avrupa rotasına baktığınızda Avrupalıların bu insanlara bir insan çöpü olarak davrandığını görüyorsunuz.

AB ülkelerinin mültecilere yaklaşımını eleştiren Avrupalı akademisyen Leo Lucassen “Bu aslında bir mülteci krizi değildir, bu Avrupa’nın kendi içinde yaşadığı bir politik krizdir” diyor. Bu ifade aslında durumu özetleyen bir tespit olarak karşımıza çıkıyor. Lucassen konuşmasının devamında, “Avrupa’daki birlik mülteci kriziyle birlikte sona erdi. AB kurallarına uymak istemeyen Avrupa ülkeleri ulus devlet gibi hareket etmeye ve kendi kurallarını uygulamaya başladı”, diyor.

Çekimleri bir buçuk yıl süren bu belgesel boyunca Avrupa’da sağ politika üzerinden yükselen partilerin mülteci sorununa yaklaşımının halka yansımalarına da şahit olduk. Bu partileri destekleyenler “ben bir mülteci yüzünden çocuğumun ekonomik ferahının etkilenmesini istemiyorum” diyor. Buna karşılık mültecilerin büyük bir bölümü bizi kabul edin yaklaşımıyla sorun olabilecek her türlü eylem ve söylemden kaçınıyor. Bu iki yaklaşımın oluşturduğu tutumlar vicdanları sızlatacak görünümlere de sahne oluyor. Müslüman olduğu halde tepkilerden korkup Müslüman olduğunu saklamaya çalışan mülteciler var. Kilise örgütleri aktif olarak mültecilerle birebir ilgileniyor. Ne yazık ki Avrupa’daki Türklerin mültecilere ilgisi yeterli değil. Avrupa’ya dağılan 1 milyon mülteci kim kaparsa onun elinde kalacak ve artık kendileri olarak kalmaları çok zor olacak. Kültürel entegrasyon ile her şeyi kurallara ve formüllere bağlamış bir Avrupa var. Okul, sokak ve iş içerisinde devamlı bir düzen var. Öte yandan Avrupa’nın bu nüfusa çok ihtiyacı var. Avrupa bu gücü bilinçli olarak yönlendiriyor gibi geliyor bana. Bu aslında kendi ülkelerini canlandırmak için derin Avrupa’nın tetikleyip harekete geçirdiği bir göç hareketi de olabilir.

Bu göçmenlerin hiçbirisinin niteliklerinin Avrupa için bir önemi yok. Avrupa için bütün göçmenler vasıfsız bir işgücü olarak görülüyor, yani herkes hayata sıfırdan başlıyor. Bütün kimliklerinizden soyunuyorsunuz ve size yeni bir kimlik veriliyor. Avrupa’ya giden her mültecinin bütün yazışmaları, telefon konuşmaları bir birim tarafından kontrol ediliyor. Mültecilerin arasından teröre bulaşan ya da kriminal aktivitelerde bulunanların sayısının çok az olmasına rağmen bu süreç medyaya negatif yansıdı. Almanya’da 147 kamp yakma girişimi oldu.

Avrupa’ya yapılan bu göçler hem Avrupa’yı hem oraya göçen mültecileri karşılıklı etkileşime tabi tutacak ve belli bir sosyal değişimin kapısını açacak gibi duruyor.

Hazırlayan: Ayşe Nur Aydın

Önceki Yazı

Sosyal Medya Riskler Fırsatlar

Sonraki Yazı

Kalbimizde Kanayan Yara; Halep

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir