Türkiye’nin Demokrasi Sancıları

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Gazeteci-Yazar Ahmet TAŞGETİREN

“Türkiye’de adına “28 Şubat Süreci” denilen bir dönem yaşanıyor. Gerçekte 28 Şubattan önce başlayan bu sürecin temelinde, 75 yıldır cevaplanamayan, Türkiye’de İslam’ın ne kadar yer alacağı sorusu yatıyor. Esasında İslam’ın toplumsal hayatta  ne kadar yer alması gerektiği sorusu, Osmanlının son döneminde hatta ondan öncesinde de vardı. Bunun mücadelesine Tanzimat’la birlikte başlandı.

Tanzimat’ın hemen öncesine kadar Osmanlıda hakim millet zihniyeti vardı. Müslüman topluluklar, devleti kuran hakim milliyetti, gayrimüslimler ise hakim milliyetin belirlediği çerçevede yönetilen insanlardı. Tanzimat’la azınlık hakları temin edilmiş, böylece Türkiye’deki Müslüman topluluklarla gayrimüslim toplulukların saygınlık bakımından eşitlikleri sağlanmış oldu. Osmanlı’nın son dönemlerindeki bu ve benzeri düzenlemeler, Cumhuriyet döneminde radikal bir nitelik kazandı ve buna 1923’te “laiklik” denildi. Kurulan sistem din alanında köklü bir değişimi öngörerek yapılanmış ve Laisizm de kavram olarak dinin konumunu belirlemek üzere getirilmişti.

Laikliğin oturduğu doktriner zemin, Eski Yunan’daki tanrının ateşini çalan ve tanrıya karşı insanı koyan bir yaklaşım olan “Promethe” anlayışıdır. Hıristiyan toplumuna da tepeden inme olarak empoze edilen “Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” fikri laik mantıkla aynıdır ve “Tanrı” kavramını parçalamak demektir.

İslam’ın kişinin tüm hayatını biçimlendiren, toplumsal ilişkilerini ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen özel bir yapısı bulunmaktadır. Laiklikle ifade edilen ise daraltılmış çerçevede dinin var olması fakat kamusal alana müdahale etmemesidir.Sistem bununla dini sınırlandırmış ancak dinle ilişkisini düzenleyememiştir. Diyanet kurumu devletin, din alanını tanzim etmesi için oluşturduğu müesseselerden birisidir. Bu düzenleme teorik olarak mümkün iken pratiğe aktarıldığında pek çok problemi beraberinde getirmiştir.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde oluşan bu yapılanmalar İslam’a sunulduğunda, bunu İslam da Müslüman toplum da kabul etmedi. 28 Şubat öncesine gelindiğinde hadise, toplumda oluşan İslami müesseseleşmenin, sistemin kabul edebileceği ölçülerin üzerine çıkması ve bunun, MGK’nın askeri kanadı tarafından ifade edilmiş olmasıdır.

Amerika’nın ve Batı dünyasının İslam coğrafyasında çok ciddi çıkarları bulunmakta ve bu amaca hizmet eden çalışmalar yapılmaktadır. 1989 yılında Graham Fuller’in CİA için yaptığı araştırmada toplumların İslam’la, milliyetçilikle ilgileri ve önümüzdeki yıllarda hangisinin belirleyici olacağı sorularının cevapları arandı. Avrupa’daki şarkiyat enstitüleri, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Kürtçülük’ün, İslamcılık’ın geleceğini, eğitimde, siyasette ve ekonomideki İslami oluşumların mahiyetini öğrenmeye yönelik araştırmalar yaptılar. Türkiye’nin bazı siyasetçileri de Amerika’ya giderek Türkiye’deki İslami oluşumun kontrol edilemeyecek ölçüde büyümesinden şikayette bulundular.

1995 yılına gelindiğinde Varşova Paktı’nın dağılmasıyla NATO’nun varoluş sebebi ortadan kalkmış ve yeni misyonunun ne olacağı sorusu gündeme gelmişti. NATO genel sekreteri tarafından NATO’nun Ortadoğu’daki kökten dinci hareketlere ve ortaya çıkaracağı karışıklıklara müdahale etme misyonu üstlendiği söylenmiş fakat böyle bir konseptin İslam coğrafyasında zaten var olan Batı karşıtı zemini daha da arttıracağı düşünülerek bu söylemden vazgeçilmişti. Buna rağmen süreç devam etti. Kuzey Afrika ve Mısır’da yapılan toplantılarda bu konsept çerçevesinde çareler arandı. Nihayet 28 Şubat’ta benzeri bir konsept Türkiye’ye ithal edilmiş oldu. Türkiye’nin güvenlik önceliklerini ortaya koyan bu konsepte göre; birinci öncelikli tehlike PKK terörü iken 28 Şubat’la başlayan süreçte birinci öncelikli iç düşman, irtica olarak belirlendi.

Topyekün savaş kararı alınmış olan irticanın tanımında henüz uzlaşma sağlanabilmiş değil. Çok geniş toplum kesiminin hayatını etkileyen bu proje içerisinden bir tanım çıkarırsak; İslam’ın toplumsal alanda görünürlüğünün kastedildiğini anlıyoruz. Çünkü eğitimde, ekonomide, siyasette sancılar yaşanıyor. Türkiye’de uygulanan bu model toplum tarafından onaylanmamasına rağmen devam ediyor. Çünkü halkın eğiliminden korkan egemen irade için, toplumun tercihi bir anlam ifade etmiyor. Bu problem çözülemediği takdirde Türkiye’nin hiçbir problemi halledilemez. Problemin kaynağı kendisinin çok özel olduğunu düşünen dayatmacı iradedir. Bu irade, müesseseler ve bürokrasi olmak üzere iki alanda İslam’ı azaltmak istiyor. Bu operasyona toplumun boyun eğmesi, fertlerin kişiliklerinin egemen irade tarafından biçimlenmesine müsaade etmesidir. Eğer toplum kendi onurunu korumazsa hayat alanı her gün biraz daha daralacaktır. Demokratik mantık Türkiye’de herkesin eşitliğini gerektirir. Bu eşitlik ortadan kalktığında kim güçlüyse onun iradesi hakim olur ki o zaman orada hukuktan söz edilemez.

Türkiye 1923-1950’li yıllarda tek parti dönemi yaşadı. Üzerinde düşünülmesi gereken şey, o dönemde devleti yöneten insanlar, tek partili sistemi ideal yönetim tarzı kabul edip, çok partili hayata ve demokrasiye geçmemezlik etmediler, bu önemli bir gelişmedir.

Devlet soyut bir yapıdır, onu halk tarafından seçilen insanlar kişiliğe büründürürler. Dolayısıyla bu kişiler toplumun yansıması olur. 1946’dan itibaren yaklaşık on yılda bir Türkiye’de ihtilal olduğu gibi 28 Şubat’ta da askeri bir müdahale yaşandı. Bu ihtilallerin anlamı, toplumun doğru seçim yapamadığı, doğruları sadece kendisinin bildiğini iddia eden üstün iradenin toplumu yeniden biçimlendirmeyi gerekli gördüğüdür. Toplumun; “doğrularımı kendim seçerim, doğrunu bana empoze etmek hakkına sahip değilsin” diyerek tavrını ortaya koyması gerekir.
Yaşanan bu sürecin öncesinde, İslami muhitlerde bir gevşeme, bazı uzuvlarda çürüme söz konusu oldu. İslam’ı yaşamak, ciddi bir ruhi disiplin işidir. Biz bunları aşmak, bir iç muhasebe yapmak zorundayız. “Mağlup, galip olanın her şeyini taklit eder” psikolojisiyle “bittik, kaybettik” diye düşünmemeli, teslim olmadan sabır yarışında bulunmalı, bütün bu olanlardan bir sonuç çıkarmalı ve  dersler almalıyız.”

Not: Programın özeti, deşifre üzerinden yapılmıştır.

Hazırlayan: Dilek Karataş

Önceki Yazı

Sistemin Eleştirisi

Sonraki Yazı

Din Devlet İlişkileri

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir