Osmanlı’da Kültürel Hayat

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Prof. Dr. İskender PALA

 15 Mayıs 1999

“İnsanlar nötr bir varlık olan aklı, ya gönlün ya da nefsin emrine vermek bakımından bir mücadele içerisindedirler. Batı toplumlarında nefisle akıl özdeşleşmiş gibi görünürken Şark toplumlarında ise gönlün daima aklın önünde veya akılla beraber olduğunu anlıyoruz. Burada nefis ve gönül arasında genel olarak aklı ele geçirmek gibi bir çekişmenin olduğunu görüyoruz. Akıl ve nefis işbirliği içerisindeyse insanoğlunda mananın azalarak maddenin çoğaldığını, gönülle işbirliğine girdiğinde ise maddenin azalıp mananın çoğaldığını görüyoruz. 13.y.y.’ da Moğol istilası sebebiyle Orta Asya, Nuh Tufanı’ndaki gibi sıfırlanmıştı. Moğollar önlerine geleni silip süpürdükleri için binlerce insan bütün varlıklarını kaybetmiş ve Anadolu’ya gelip sığınmışlardı. Özellikle Konya tam manasıyla yokluklar kenti haline gelmişti. Buna rağmen biz bu asırda Hz. Mevlana’nın, Yunus Emre’nin arkadan Hacı Bektaş’ların, Hacı Bayram’ların yetiştiğini görüyoruz. Çünkü madde olarak herkeste herşeyin dibe vurduğu o çağda insanların bir lokma isteyebilecekleri bir kapı kalmamıştı. Bütün kapılar kapanınca tek bir kapı kalır insanın karşısında o da gök kapısıdır. O zaman ellerinizi kaldırırsınız semaya ve kapılar açılır. İşte mananın yükselmesi budur.

Osmanlı’nın hep gönül tarafı ağır gelmiştir. Böyle bir gönül medeniyetini temsil eden Osmanlı’ nın maddeye bakışı da tam manasıyla gönül perspektifinden olmuştur. “Güneş doğdu” denildiği zaman aklı ön plana alan bir kafa, yirmi üç saat elli dokuz dakika geçti, güneş tepelerin ardından yükseldi ve ışıkları göründü diye düşünür. Manayı ön planda tutan kişi ise bunu bildiği halde, ifade etmeyi gereksiz görür ve güneşin doğması hakikatinin yanında mesela çok özlediği birinin kapıdan girdiğini düşünür. Özetle, akla göre iki kere iki dört eder fakat gönül, üçten büyük beşten küçüktür der.

Fatih’e kadar Osmanlı beylikti ve dar bir yapısı vardı. Daha edebiyat, san’at, mimari gibi alanlarda oturmamıştı. Fatih İstanbul’ u alınca  bir cihan devleti kuracağını söylemişti. Bu nedenle de fetihlerin batıya doğru yapılması gerektiğini biliyordu. Zihni planda gönlünü doğuda aklını batıda tutan Fatih’ e göre batıya doğru kılıçla yapılan fetihleri korumak için mutlaka kültürel fetihlere de ihtiyaç vardı ve bu alanda gelişim kaydetmek amacıyla da doğuya yöneldi.

O gün kullanılan dil O’ nun kurmak istediği medeniyeti kaldırabilecek kapasitede değildi o yüzden de Arapça ve Farsça kelimelerin Türk dili içerisine girmesini kendisi istedi. Bu asla Türk dilinin bozulması anlamına gelmiyordu.

Medeniyetler yükselebilmek için birbirlerinden istifade edebilirler, etmişlerdir de. Medeniyetler daima yükselişler ve alçalışlar tarihi olarak vardır yeryüzünde. Hiç bir zaman fıskiyenin zirvesindeki su aynı su değildir. Zirvedeki su bize dışarıdan duruyormuş gibi görünse de asla aynı durmaz. Çıkan su iner, orada duran daima başka sudur. Değişimi siz aynı ebatta koruyabildiğiniz sürece duruyormuş gibi gösterebilirsiniz, Fatih’ in yapmak istediği bu idi.

Medeniyeti oluşturan kültürel alt yapısını çekip çıkarırsanız tarih karşınızda sadece bir kronolojiler zinciri olarak kalır. Tarihin içini asıl dolduran medeniyettir. Fatih bu medeniyeti fıskiyenin hep üzerinde duruyormuş gibi yaşatabilecek bütün argümanları hazır ediyordu. Medeniyet açısından da büyük devlet olması için Osmanlı’ nın Kanuni’ yi beklemesi gerekiyordu. Çünkü maddi fetihle manevi büyüme arasında yüz yıllık bir denge vardır.

Osmanlı sultanları sefer-i hümayunlara ilk defa 1599’da katılmaz oldular. İşte o gün fıskiyenin ucundaki su inişe geçti. 1699′ da Karlofça Anlaşması imzalandığında iniş devam ediyordu, batı doğudan aldığı ilmin temellerini atmaya başlamıştı ve 1799, artık batıyla boy bile ölçüşemeyecek hale geldiğimizin kafamıza vurduğu yıldı. İnişe geçtiğimizde de arada yüz sene vardı.

Enteresandır ki san’at hala yükselişteydi. Şeyh Galip, Dede Efendi, Yesarizade Mustafa İzzet, Itri bu dönemin san’atkarlarıydı. Yani devlet olarak ekonomik ve askeri güç bakımından çökmüş olabilirsiniz fakat medeniyetiniz, kültürünüz bıçakla kesilmiş gibi bir anda çökmez. Tesiri yüzyıl daha yani fıskiye suyun son damlasını verene kadar devam edecektir. O da bizde Tanzimat’ la olmuştur.

Bütün medeniyetlerde bir sonraki tarih eski medeniyetlerin üzerine kurulur. Biz çok enteresandır böyle bir mirası hiç kabul etmemişiz. Onun için de o duygu dünyasını, o gönül ülkesini kaybetmişiz. Tarihini bilmeyen ya da reddeden insanlar kendilerine efsane uydururlar. Başkası da karşı bir efsane uyduracağı için toplumlar ciddi manada birbirine düşer. İşte Osmanlı’ dan sonra Türkiye’ de bu güne kadar yaşadığımız, bundan ibarettir. Eğer biz tarihe bakarken satrancı oynuyormuş gibi değil de seyrediyormuş gibi bakabilirsek o zaman bugüne yönelik objektif kararlar alabilir, nereden menfaatler gelebileceğini kestirebiliriz.

Osmanlı gönül perspektifini yakalayınca özü en müstesna biçimde söyleme geleneğini geliştirmişti. Onun için Osmanlı padişahlarının 33 tanesinin 21′ i şairdi, büyük devlet adamları da şairler arasından seçilirdi. Söze böyle hassasiyet gösteren bir medeniyet tabiidir ki kapı tokmağını, pencere pervazını, bahçesini, ibriğini, leğenini, yemek tasını ve elbette dünyasını süsleyecektir.

Sözün bu derece muteşem kullanılıyor olması halka dalga dalga yayılmıştı. Osmanlı’ da şiir üç ayrı minvalde gündeme geliyordu: Tahsil görmüş insanların bulunduğu yerlerde divan şairleri, tekkelerde mutasavvıf şairler, köyde, kırda, bayırda halk şairleri yetişmişti.

Gönül tarafını kaybettiğimiz o toplumu yeniden inşa etmek istiyorsak bugüne kadar borçlarını ödediğimiz Osmanlı’ nın alacaklarını artık tahsil etmemiz lazım. Medeniyet haline nasıl geldiklerine bakalım, 72 milleti demokratik ortamda nasıl bir arada yaşattıklarını anlamaya çalışalım fakat önce Osmanlıyla barışalım.”

Not: Programın özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.

Hazırlayan: Dilek Karataş

Önceki Yazı

Bir Tarihi Kimlik Belgesi Olarak Eriyip Giden Mezarlarımız

Sonraki Yazı

Batının Sosyo – Politik Oluşumunda Osmanlı’nın Etkisi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir