Ölüm Eşiği Deneyimi ve Ölüm Kaygısı

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:


Doç. Dr.Ali Ayten

11 Şubat 2017

Din psikolojisi genel olarak dinin insan üzerindeki etkilerini araştıran bir bilim dalıdır. İnsanlar neden inanır ve neden ibadet eder, neden inkar eder araştırma alanlarıdır. İnsanın dinle ilgili ne tür ilişkileri olabilir. Hangi noktalarda din test ediliyor. Test edilme noktaları nelerdir. Dini başa çıkma yöntemleri ilgilendiği konulardan birisidir. İnsan olarak zor zamanlarımızda dinle ve maneviyatla ilgi kuruyoruz. Bu bazen olumlu bazen de olumsuz olabiliyor. Dini değerler imtihan sürecinden geçiyor. İnsan kendi inanç dünyalarını zenginleştiriyor ya da zayıflatılıyor. Kelamcılar biliyorsunuz imanın artıp eksildiğini tartışırlar. Din psikolojisi ise şunu tartışır; Din ve iman muhakkak artan ve eksilen bir şeydir. İnsan sabit kalan bir varlık değildir. Devamlı bir değişim halindedir. Din psikolojisi araştırma alanları genel olarak böyledir.

Ölüm eşiği deneyimi neden bu kadar çok araştırılmıştır? Çünkü çoğu seküler görüşlü olan bilimciler ölümü bu vesileyle açıklamak istemişlerdir. Ölüm ötesini ve kutsal kitaplarda anlatılan bu dünya bittikten sonraki hayatın varlığına dair deliller bulduklarını düşünmüşlerdir ve müthiş bir heyecana kapılmışlardır. O yüzden bu konu çokça çalışılmıştır. Pozitivist anlayıştan sıkılan bilim insanının bir metafizik arayışıdır bu. Batıyla ilgili sosyolojik verilere baktığımızda batının daha seküler değerlere sahip olduğunu görürüz. Psikolojide neden seküler bir eğilim var? Onun üzerinde duralım. Onun üzerine de ölüm eşiği tecrübelerini anlamaya çalışalım. Amerikalıların yüzde 95’inin Tanrı’ya inandığı bir dönemde tanrıya inanan psikiyatristlerin oranı yüzde 43, psikologların ise yüzde 1’dir. ABD’de psikiyatri 1960’lara kadar ateizmin kalesi olarak görülüyor. O yüzden maneviyatla ilgili durumlar ya negatif bir şekilde değerlendiriliyor ya da ihmal ediliyor. Bunun en iyi örneği Freud’dur. Freud, dini bir hastalık olarak değerlendirmiştir. Ama özellikle 2000’li yıllardan sonra Dünya Sağlık Örgütünün tanımına baktığımız zaman sağlıklı olmak hem fizyoloji hem psikolojik hem de manevi olarak iyi olma hali olarak tanımlanıyor.

Ölüm eşiği deneyimlerinin ilk çalışması 1975’te 150 denek üzerinde yapılmıştır. Bu deneklerin anlatımlarından yola çıkılarak ölüm eşiği deneyimi yaşayan insanlarla mülakat yapılmıştır ve bu çalışma çok ses getirmiştir.

Bu kavram İngilizcede near death experience olarak geçer. Post seküler dünyada bilim ve inancın uzlaşması diye bir kitabın tercümesini gerçekleştirdik. Kitabın yazarı ateist birisidir. Bu çalışmayla beraber 20-25 yıllık bir serüvenden sonra Tanrı’ya inandığını söylüyor. Bu kitaptan çok yararlandım. Çünkü büyük bir kısmı ölüm eşiği deneyimiyle ilgilidir. Batı bu işle çok uğraşmış. Ama bizim dünyamızda çok bir karşılığı yok. Müslümanlar üzerine de bu çalışma yapılmış. Pakistan depreminden sonraki tecrübelerle alakalı bir çalışma var. Müslümanlar çok şaşıran bir tutum sergilememişler. Ölüm eşiği deneyimi çalışmaları İslam dünyasında çok etki uyandırmamıştır. Müslüman örneklemler Hristiyan örneklemler kadar ilgi çekmemiştir. Bunun sebeplerinden birisi de laboratuvar eksikliğidir. Ölüm eşiği için şöyle bir tarif var. Ölüm eşiğine gelen ya da aşırı fiziksel ya da duygusal sıkıntı yaşayan bireylerin yaşadıkları beden dışı algı yoğunlaşmasına ve bu deneyime ölüm eşiği deneyimi denir. 150 denekle görüşülüyor. Bu deneklerin kaza geçiren, kalp krizi geçiren ve resütasyon süreci yaşayan insanların gördükleri hikayeler vardır. Kalbi tekrar çalıştırmak için kullanılan alet ve gitgellerde yaşanan süreç anlatılır. Ölüme çok yaklaşmış, hatta doktorların ölü ilan ettiği vakalardır. Bu mesele çok modern bir mesele değildir. Platon’un Devlet kitabında ölü sanılan bir erin hikayesi de vardır. Büyüklerimiz ölüme yaklaşınca hayatının film şeridi gibi gözünün önünden geçtiğini söylerler. Bunlar ölüm eşiği deneyimi yaşayan kişilerden gelen havadislerdir. Ameliyat odasında ölüm eşiği deneyimi yaşayan hastalar ameliyathanedeki yaşanan her şeyi detaylı olarak aktarabilmişlerdir. Bununla ilgili yapılan çalışmalarda doktorların verileri ve kısa süreli ölüm yaşayan hastanın beyanı karşılaştırılmış ve hastanın doğru bilgileri aktardığı tespit edilmiştir. Kullandıkları bıçağı, örtüyü, uygulamaları sırasıyla tespit etmiştir. Anestezi aldığı için aslında görmesi mümkün olmayan detayları aktarabilmiştir. Ölüm eşiği deneyimlerinin çok boyutlu bir tarafı da vardır. Bilişsel unsurlar vardır. Zaman algısı değişir. Hızlanmış düşünce süreci olur. Öteki dünyayla ilişkili bir boyutu vardır. Kimisi Buda’yı, kimisi Hz. İsa’yı, kimisi kaybettiği kişileri görebilir. Paranormal bir tarafı vardır. Mistik bir tarafı vardır. Beden dışı deneyimler olur. Normalden daha berrak hisler vardır. Ölüme yaklaşıldığı anda insanın algısı en üst düzeye ulaşıyor. Normalde kaçırabileceğimiz uyaranları yakalayabiliyoruz. Gelecek vizyonları verilebiliyor.

Fizyolojik Açıklamalar

Fizyolojik açıklamalara gelirsek bir grup bunu yaratıcının kanıtı olarak kabul eder. Bir grup ise bunu bilimsel şeylerle açıklamaya çalışır. Biz ikisini de açıklayacağız. Elbette açıklayamadıkları yerler de vardır. Anoksi, endorfin hormonlarıyla, duyu organlarının işleyişiyle, seratoninle açıklayanlar var. Anoksi: Bizin normal bir bedende kalbimiz kan pompalıyor. Yüzde yirmisi beyne gidiyor. Kaza olursa kişi kan kaybediyor ve oksijen azlığı oluşuyor. Bu durumda karbondiyoksit fazlalığı neticesinde halüsinasyon oluyor. Tünel ve ışık görme olayı böyle açıklanıyor. Buna dair itirazlar da var. Bu çalışmaları yapanlardan çoğu kardiyolog ve doktordur. Bunların yorumlama biçimlerinde tercihlerin de rolü vardır.

Uluslararası ölüm eşiği deneyimi kuruluşu başkanı anoksiye itirazda bulunuyor. Bilinç kaybı ve bulanıklık oluşabilir ama ölüm eşiğinde netlik ve berraklık var diyor. Şimdi bu itirazı yapan da tıpçılardır. Yaşananların halüsinasyonlarla açıklanmasına itiraz ediliyor, çünkü halüsinasyonun genel özelliklerine uymuyor, halüsinasyonlar kültüre göre değişmez diyorlar. Ölüm eşiğinde ise kültüre göre değişiklik gösteriyor. Rahatlama meselesi biyolojik olarak şöyle açıklanıyor. İnsan beyni tehlikede hissederse seratonin salgılar. Her şey normal algısı yaratır. Bu ölüme yaklaşıldığında yaşanabilir deniliyor. Huzur hissi buradan açıklanıyor.

Ölüm eşiği deneyimi yaşayanlarda mani ve aşırı enerji durumu gözlemlenebiliyor. Ölüm eşiği yaşayanlarda bir karakter değişimi yaşanabiliyor. Mesela bir örnek de çok azılı bir mahkum ölüm eşiği deneyimi yaşadıktan sonra çok nazik ve kibar bir insan haline geliyor. Dindar olan ve dindar olmayanlarda da görülebiliyor. Dindar olmayan insanlarda bu tür şeyler yaşayabiliyor. Hepsinde ortak görülen bir özellik var. Bu insanlar dindar ya da inançsız olsa da ölüm eşiği deneyiminden önce yardımsever insandırlar. Deneyim sonrasında da daha yardımsever insanlar haline geliyorlar. Bunu kendilerine bir özel mesaj olduğuna inanıyorlar. Özel bir insan olduklarına inanıp hep veren taraf olmaya gayret ediyorlar. Cennete benzer şeyler gördüğünü söyleyenler var. Cennet inancı yoksa başka şeylere benzetenler de oluyor. Protestan bir papaz, ölümden sonraki hayat bilimsel olarak ispatlanırsa bize daha az ihtiyaç duyulacaktır diye itiraz ediyor. Benim şahsi itirazım da herşeyi bilimsel olarak açıklama güdüsüdür. Bu kişiler psikolojik danışmanlık almalı mıdır? Bazılarına gerek yokken bazıları desteğe ihtiyaç duyabilir. Burada birçok faktör vardır. Çünkü Müslüman örneklerde bu deneyimi yaşayanlara normal olarak bakıyoruz. Olağanüstü bir tecrübe olarak bakmıyoruz. Batı ise ölümü kendi hayatından öteledi. Bu tür şeyler onlarda bir şok tecrübesi oluşturuyor. Büyük bir hayranlık duyuyorlar. Bu yüzden bu kişiler kendilerini seçilmiş kişiler olarak algılıyor. Verilen tepkiler algıyı değiştirebiliyor.

Sonuçlar

Bu kısım din psikolojisi ve psikolojinin ilgilendiği kısımdır. Bu deneyimden sonra neler yaşanıyor. Ölüm eşiği deneyimi ölçeği bu kişiye uygulanır. Eğer böyleyse bu kişinin hayatında nasıl değişiklikler oldu? Ölüm korkusunda azalma gözlemlenir. Artık ne olacağını bilme hali gelir. Birinci hipotez ölümle karşılaşma arttıkça ölüm kaygısı azalır. Modern bakış açısında ise ölümle karşılaştıkça kaygı artar deniliyor. Zincirlikuyu mezarlığı örneği buna örnek olarak verilebilir. Doğu toplumlarında ölümle iç içelik fazladır. Bizim için uyan elbise bize uygun, onlara uyan elbise onlara uygundur. Bu yüzden doğu toplumu için bu doğru, batı toplumu için bu doğru diyebiliriz. Bizim kültürümüzde mezar ziyareti ve taziye ölüm kaygısını azaltır. İnsanoğlu soğuk bir şekilde karşılaşacağı gerçekle yavaş yavaş karşılaşır. Ölüm kaygısıyla başa çıkmayı öğreniriz. Başka kültürlerde ise kaçma ölüm kaygısını azaltabilir.

Ölüm eşiği deneyimi yaşayanlarda bazen zarar verilememezlik hissi gelişebilir. 1975 ve 1990 arasında bir sürü külliyat vardır. Bu konu üzerine 2000’in üzerine kitap yazılmıştır. Bizim dünyadaki bütün korkularımız varoluşçu psikologlara ölüm korkusunun türevidir. Varoluşçu görüşe göre bütün korkular onu hatırlatır. Irvin Yalom ölüm kaygısının insan beyninin yarıklarında devamlı dolaştığını söyler. Deneyimi yaşayanlar ise en korkulan şeyle yüzleştikleri için artık zarar göremeyeceklerini düşünürler. Eşsiz olduklarını düşünür ve bir misyon için seçilmiş hissi yaşarlar. Ölümden sonra bir hayat olduğuna muhakkak inanırlar.

Ölüm eşiği deneyimi yaşayanlar dört farklı alanda değişiklik yaşıyor. Kendiyle ilgili ölüm kaygısında azalma, ölüm sonrası inancında artma, seçilmişlik duygusu ve yeni bir misyonla geri döndüğüne inanılıyor. Kendine saygısı artıyor. Bu tür tecrübe yaşayanlar bence muhakkak destek alması gerekiyor. Yüksek düzeyde algı artışı ve enerji artışı görülebilir. Bu insanların uyku ve yemeğe karşı ihtiyaçları azalabiliyor. Merhamet ve hoşgörü artabiliyor, maddiyata ilgi azalıyor, hizmet aşkı başlıyor. Kültür farkı olmadan aynı özellikler görülebiliyor.

Ölüm Kaygısı

Bu alan din felsefe ve psikolojinin konusudur. Varoluşçu psikoloji daha çok bu konuyla ilgilenir. Bu kaygıyla mücadele etmek ve başa çıkmak psikologların çalışma alanıdır. Gazali’nin bununla ilgili yazdıkları da vardır. İslam alimleri bu kaygının yenilmesi gerektiğini düşünmüşlerdir. Sigmund Freud gibi psikanalistler çocukluk dönemindeki kaygıların devamı niteliğinde olduğunu söylemiştir. Jung ise bireyleşme süreci içerisinde insanın bireyleştikten sonra daha çok düşündüğünü ve kaygı edindiğini savunur. Ölümü algılama ve olgunlaşma sürecinin iç içe olduğunu söyler. Ölümle ilgili özel eserleri vardır. Kendisi de bir kalp krizi sonucunda ölüm eşiği deneyimi yaşamıştır. Yalom’un bu konuda iki kitabı vardır. Birisi “Güneşe Bakmak” adındadır. Ölmek insana neden kaygı verir? Ölümü yaşama biçiminden kaynaklanabilir. Herkes güzel ölüm temenni eder. Ölme biçimini düşünme kaygı verir. Bir kayıp hissi vardır. Sahip olduğu mal ve evladı kaybetme hissi korku verir. Öngörülemezlik, bilinememezlik ve acı çekme kaygı unsurları haline gelir. Ölüm kaygısı ile ilgili bir ölçek vardır. 15 tane özel sorudan oluşmaktadır. Bununla ilgili benim de bir araştırmam var. Araştırmalarda görüyoruz ki, insanlar en çok acı çekerek ölmekten, kanserden, ölümü düşünmekten, ölümden sonraki hayattan korkmaktadırlar.

Deşifre ve özet: Ayşenur Aydın

 

Önceki Yazı

Semavi ve Beşeri Dinlerde Ölüm ve Ötesi

Sonraki Yazı

Modern Edebiyatta Hz. Peygamber

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir