25 Ocak 2014
”Kent yoksulluğu ve Aile Dostu Kalkınma Stratejileri” başlığı altında gerçekleştirilen konferans, Uluslararası Kadın ve Aile derneği UKADER‘in öncülüğünde İstanbul Ticaret Üniversitesi ve Kadem’in katkılarıyla 25 Ocak Cumartesi günü İstanbul Ticaret Üniversitesi Eminönü yerleşkesinde düzenlendi.
Konferansın temel amacını,kent yoksulluğunun kaynaklarını yeniden düşünmeye yönelik stratejileri tartışmak ve sessiz bir şekilde yoksulluğa katlanan tüm insanlara ulaşmayı sağlayacak kentsel yenilenme/dönüşüm için yeni ve etkili stratejiler ortaya koymak amacıyla akademisyenleri, yazarları entelektüelleri, toplumsal ve kültürel kanaat önderlerini sanatçıları politika yapıcıları ve yerel yöneticileri aynı platformda bir araya getirmek olarak ifade eden organizasyon komitesi, yoksulluğun kapsadığı ilgi alanının genişliğini göz önünde bulundurarak konferansın katılımcı sayısını oldukça fazla tutmuş, her alandan konuşmacı çağırarak bu geniş yelpazeyi bir araya getirmeye çalışmıştı. Üç oturum şeklinde gerçekleştirilen konferansın açılış konuşmalarını UKADER başkanı Fatma Genç Ünay, KADEM başkanı Yrd.Doç.Sare Aydın, İstanbul Ticaret Üniversitesi rektörü Prof.Dr.Nazım Ekren, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bakan yardımcısı Aşkın Asan yaptı.
Aile ve sosyal politikalar bakanlığının gerçekleştirdiği projelerden söz eden Bakan Yardımcısı Aşkın Asan, mikro kredilerle yapılan yardımların asla boşa gitmediğini söyledi. Bakanlığın gönül elçileri projesinin gönüllüleriyle birçok projede birlikte çalıştıklarını kaydeden Asan”Bizim amacımız illa da herkes çalışsın değil ama herkes mutlaka eğitim alabilmeli” diyerek eğitimin öncelikleri olduğunu belirtti. Çocuklarını Sosyal Hizmet Kurumunun Çocuk yuvalarına vermek isteyen aileleri takip ve incelemeye alarak çocuğun ailesinin yanında kalmasının imkanlarını sağlamaya çalıştıklarını, geçim sıkıntısı çeken ailelere çocuğun evinde kalması karşılığında beş yüz türk lirası yardım da bulunduklarını vurguladı.
Prof.Dr.Mustafa Karataş’ın modaratörlüğünde gerçekleştirilen ilk oturumda yoksulluğun insan ve inanç yönünde değerlendirilmesi yapıldı.İnsanın zenginlik ve fakirlik algısı ile beraber dinimizde fakirlik ve zenginlik durumlarına yaklaşım ve tavsiyeler nelerdir diye konuşulup,kalkınmanın insanın kendi içsel kalkınmasıyla birlikte başlayacağı,ilerlemeye kalkınmaya çalışırken ailenin dolayısıyla insanın ve öncelikle de kadının koruma altına alınarak oluşturulan stratejilerin bunlara zarar vermeden,bütünlüğünü ve yaşam kalitesini koruyarak uygulanması gerektiği vurgulandı.Yoksulluğun sadece maddiyatta değil özgürlüklerde de olabileceği,aile içindeki bireylerin kendi potansiyellerini keşfetmesini sağlayan kalkınma aile dostudur dendi ve aile dostu kalkınma stratejilerinin önemine dikkat çekildi.Konferansa konu olan başlığın pek çok ayet ve hadisi barındırıyor olmasına dikkat çeken Prof.Dr.Zekeriya Güler Kur’an’ın ”yoksulları göz önünde bulundurmayan gerçekten zulme düşenlerden olur” dediğini belirterek ”adaletin zıddı zulümdür,yoksulluğun engellenmesi için adaletli bir yönetim tarzına ihtiyaç vardır ”dedi.
Kültür ve edebiyatımızın penceresinden yoksulluğu anlatan Prof.Dr.Hüsrev Hatemi; Mevlananın;
Ma-bera-yı vasl kerden amedim
Na bera-yı fasl kerden amedim
(Biz fasl’a yani bölmeye parçalamaya gelmedik, vasl için yani ayrılanları buluşturmaya düşmanları dost etmeye uzak düşenleri buluşturmaya geldik.)….beyitini okuduktan sonra ,sunumuna şöyle devam etti:
Yoksulluk ve hayat şartlarının zorluğundan yakınan şiir türkü, nefes, hikaye ve romanların sayısı çok fazladır. Fakat bana göre yoksulluk edebiyatının zirvesi sayılması gereken mısralar Bayburtlu Celal Baba’nın söyledikleridir. 19.cu yüzyıl sonlarında Celali Baba’nın eşi Bayburt Tahsinli köyünde çok genç yaşta vefat etmiştir.
Celali Baba,eşinin çok kötü şartlarda ve yeterince beslenmeden tamamladığı kısa ömrü karşısında isyan hissi duyarak ”naz mertebesinde” şeklinde yorumlanabilecek bir koşma yazmıştır. Özetle diyor ki : ”Rutubetli,ıslak bir ahırı zorlukla ev haline getirmiştin, zorlukla düzdüğümüz ev ve mutfak eşyasını da al Tanrı Divanı’na armağan olarak götür. Elinle ördüğün basit kumaşını, çapalayıp sürdüğün lahana bahçesini, ekin biçtiğin orağı, Al Ulu Tanrı’ya bergüzar götür. Yetim gömleğini diken iğneyi, her gün yemini verdiğin topal ineği, ayran topladığın şu küleği, sarıp sarmakla mahşer yerine götür. Küçük bir ölçüde arpa, aynı miktarda arpa ekerdin. Samanla karışık kesmik ekmeğine bile özlem duyarak yarı aç yaşadın. Sen daha bir süt çocuğu iken yetim kalmıştın. Gençlik çağında gam ile kardeştin. Evliliğimizde bir çocuk sahibi olamadık. Bu gönül yarasını da beraber götür.
”De ki Kaadir Mevla’m bize ilişme
Dünyada sızlayan yarayı deşme
Celali Babadan sorma söyleşme
Bu dertli çobandan bir selam götür”
Türkiye Türkçesi ile yazılan ilk eserlerde yoksulluk iki yönü ile ele alınır. Bunların birincisi ”dervişane yoksulluk” yani dünya malına değer vermemek,parasından ve mülklerinden vazgeçmek veya vazgeçmeye hazır durumda yaşamaktır. Hazret-i Muhammed’in ”fakirlik benim gururumdur”dediği söylenir. Hacı Bayram ” El fakrü fahri, el fakrü fahri, demedi mi ol Alemler Fahri” derken bu hadise işaret eder. İkinci yön gerçek yoksulluk ve açlıktır. Yunus Emre ”Bir garib ölmüş diyeler / Üç güden sonra duyalar / Soğuk su ile yuyalar /Şöyle garip bencileyin” derken dervişane yoksulluktan bahseder.”Gitti Beyler mürveti/ Binmişler birer atı / yediği yoksul eti / içtiği kan olmuştur” Yunus Emre ( Beylerin cömertlik ve insan sevgisi ortadan kalktı. Beyler birer ata binmişler,yoksul eti yiyerek kan içiyorlar).
Bu çok aşırı bir tasvir olmak beraber,yine de Yunus Emre’nin haklı olduğunu düşünebiliriz. Çünkü Yunus Emre’nin yaşadığı yıllarda Moğol istilası, Haçlı seferleri, Babailer isyanı gibi sebeplerle halkın geçimi çok zorlaşmıştı. Böylece batı şiirinde olduğu gibi bizde de erken devirlerde yoksulluk ile karşılaşıyoruz. Osmanlı Devletinin gerileme devrine kadar okumuş yazmışların edebiyatında yoksulluk tasvirleri azalmış, gerileme devrinden başlayarak özellikle 19 uncu yüzyılda doruk noktasına ulaşmıştır.
Hayreti, feleğe ve zamanın şartlarına ağır sövgülerle dolu bir gazel yazarak, ümitlerle geldiği İstanbul’u terk etmiş Rumeli illerine geri dönmüştür. Halk şiirlerinde genellikle devlet memuru olmadıklarından, yoksulluğu ve açlığı anlatmakta halk şairleri 19 uncu yüzyıla kadar ön saflarda iken, 19. ve 20. ci yüzyılda birçok divan şairi yoksulluğu tatmış ve tanıtmışlardı.
Yine de Türkiye kültüründe tasavvuf felsefesinden,dervişlikten ve İslam dininin kendisinden kaynaklanan bir şükretme davranışı, açlık ve yoksulluk edebiyatını kinci bir edebiyat olmaktan korumuştur. İlk kıtasında isyan ve şikayet olan bir şiir,son kıtasında Allah’a şükrederek ve özür dileyerek bitebilir. Divan şiirimizde yoksulluktan şikayet eden şairlerin çoğunluğu açlıktan bahsetmeyi, Tanrının gönderdiği ekmek nimetini küçümseme sayılır diye uygun görmemiş, yoksulluğun giyimdeki yansımasından şikayet etmişlerdir. Giysilerinden şikayet eden şairlerden birisi, Kanuni dönemi(16 cı yüzyıl) şairi Taşlıcalı Yahya Bey’dir. Yazdığı bir kaside girişinde giysilerinin çok eskidiğinden bahsederken, çok renkli tasvirler yapar. Taşlıcalı Yahya Bey’den 4 yüzyıl kadar sonra Abdülhak Hamid Bey, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki Viyana’da işsiz dolaştığı günleri manzume şeklinde yazmış, bütün giysilerinin eskidikçe, defalarca ters yüz edilmiş şeyler olduğunu, kendine yönelik bir mizahla anlatmıştır.
19 cu yüzyıl başlarından başlayarak edebiyatçılar kendi yoksulluk ve yoksunluklarının yanında başka insanlarında yoksulluklarını anlatmaya başlamışlardır. Bu edebiyatın bir kısım yazarları, kendileri yoksulluk içinde olmayan, insan severlik duyguları ile başkalarının yoksulluğunu anlatan edebiyatçılardır. Örnek olarak Tevfik Fikret kışın soğukta üşüyenleri, İstanbul’un sahipsiz çocuklarını anlatır. Fakat kendisi böyle bir yoksulluk yaşamamaktadır. Mehmet Akif Ersoy da kendisi daima az ile yetinen bir kişi olduğundan hep başkalarının yoksulluklarını tasvir etmiştir. Çünkü kendi durumu yoksulluk değil, kendisinin seçtiği bir ”yetinme, kanaatkarlık” durumudur.
Yirminci yüzyılda yoksulluğun edebiyata aksinde yeni bir görünüm ortaya çıkmıştır.
A-Kendi yoksulluğundan yakınmak
B-Başkalarının yoksulluğunu anlatmak şeklindeki iki görünüme eklenen
c-Yoksulluğun sömürülme sonucu ortaya çıkmış bir adaletsizlik sorunu olduğunu savunarak, onların haklarını isteme söylemi.
Açlık çerisi tir ü keman ile yürüdü
Bir bazlamaç olaydı, ederdim ana siper
(Açlık askeri ok ve yay ile üzerime yürüdü,bir bazlama olsaydı elimde,açlığın oklarına siper yapardım).Taşlıcalı Yahya (16.y.y)
Reşat Nuri Güntekin, Birinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda bütün Türkiye’de ve özellikle İzmir’in temaşalık semtindeki yoksulluğu çok başarılı bir şekilde anlatır. Refik Halid Karay ”Memleket Hikayeleri”adlı hikaye kitabında, Birinci Dünya Savaşı sonrası yoksulluk döneminde bir gazinin açlığa dayanamayarak bir kereste tüccarının bıçak tehdidi ile cüzdanını aldıktan sonra içindeki yüz liralıklara dokunmadan bir beş lira alarak cüzdanı geri verdiğini anlatır.Bu gaziyi gizlice izleyen tüccar, kim olduğunu öğrenir ve evine isimsiz bir yiyecek paketi gönderir. Bu kurgusal bir olaydır.
Müderris Said Cemil Bey (Tıbbiye Muallimi), Reformdan önceki İstanbul Üniversitesinde Tropikal Hastalıklar hocası idi. Haydarpaşa Tıbbiyesinde Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki Türkiye halkında özellikle savaştan dönen er ve subaylardaki avitaminozları ve beslenme hastalıklarını çok gerçekçi ve bilimsel bir şekilde tanımlamış ve derslerinde anlatmıştır.
Ben İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi 1962 mezunuyum.1980’li yılların ortalarına kadar İstanbul’daki Çocuk Kliniklerine başvuran ağır malnütrisyon (beslenmeye bozukluğu) vakalarının yıl boyunca ardı arkası kesilmezdi. Son otuz yılda Çocuk Kliniklerinde ağır malnütrisyon görülmez oldu. Fakat benim gözlemin İstanbul’a ait.1960-1985 arasında çeşitli illerde hekimlik yapan çocuk uzmanları hayatta iken, bu durumun sorgulanması iyi olur.
Prof.Dr.Hüsrev Hatemi ,Anadolucu ve milliyetçi bir bakışla yoksulluk tasvirini Mehmet Emin Yurdakul ‘da görürüz diyerek ,
Anadolu ‘Ey vatanın bağrı yanık bucağı
Hani senin bereketli hasadın?
Yeşil yurdun mes’ut çatın,şen çiftin?
Hani senin medeniyet hayatın
Yolun,köprün,kazman,iğnen,çekicin
Yazık sana ağlamayan şiire
Yazık sana ağlamayan vicdana.……şiirini okuyarak konuşmasını bitirdi.
Konferansta gerçekleştirilen diğer oturumlarda sivil toplum, sermaye piyasası , kamu ve yerel yönetimler bazında yoksullukla ilgili yapılan ve yapılması gereken stratejiler, projeler yöntemler konusunda konuşmalar yapıldı. İsrafı Önleme Vakfı başkanı Prof.Dr.Aziz Akgül ”Bizim kültürümüzde yoksullar gibi yaşamak bir erdemdir ama yoksulluk makbul bir şey değildir” diyerek vakıf bünyesinde gerçekleştirdikleri mikro kredi projelerinin bir çok yoksul için yoksulluğu bir alışkanlık yada bir mahkumiyet olmaktan kurtarıp, onları üretken ve alın teriyle kazanan bireyler haline dönüştürdüğünü söyledi, projelerini gerçekleştirirken karşılaştıkları bürokratik engellere ve halkın gözünde yapılan yardımları gerçek kişilere ulaştırması konusunda STK ların güvensizlik yaşadığı gibi sorunlara dikkat çekti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürü Ömer Bozoğlu yaptığı konuşmasında ASDEP(Aile Sosyal Detsek Programı) hakkında bilgi verdi. Bakanlık olarak yaptıkları yardımların bağımlı aileler yaratmak için değil ailelere geçiş sürecinde yardım ederek onları rehabilite etmek amacı ile yapıldığını söyleyen Ömer Bozoğlu, dünya genelinde sosyal yardım harcamalarının son on yılda hızla arttığını belirtti.
Yalova Üniversitesinden Doç.Dr.Mustafa Kurt kent yoksulluğunun sebeplerinden biri olarak kentin ekonomik faaliyetlerinin önemine dikkat çekti. Kentlerde kurulan işletmelerin kent halkının görüş ve önerileri doğrultusunda kurulmasını, markaların işletme kurarken kentte söz sahibi olan kişilerin bu işletmede söz sahibi olması gerektiğini söyledi.
Kentin yoksulluğunun birçok sebebe bağlandığı ve çözümün aile ve insan odaklı çalışmalarda olduğu vurgulanan konferansta; Köyün delisine herkes sahip çıkar,ama kentin delisine kimse sahip çıkmaz, dolayısıyla yoksulluk kentte büyük sorun haline gelir. Kent yoksulluğu insanı kısıtlayan daraltan bir durumdur. Kentin kalkınması insanın kalkınması ile gerçekleşir. İnsan fiziksel, sosyal, kültürel düzeyde ne kadar yoğun ilişkiler geliştirip gerçekleştirir ise kalkınmanın ancak o zaman sağlıklı bir şekilde gerçekleşeceği ifade edildi. Konferans teşekkür ve temenni konuşmaları ile sona erdi.