Kadın ve Yoksulluk

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:
Göç ve Yoksulluk 

03 Mart 2016

Kadem’in İstanbul Ticaret Üniversitesi Sütlüce Kampüsü’nde düzenlediği ‘Kadın ve Yoksulluk’ temalı II. Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi’ne Hazar Derneği olarak katıldık. Kongrede kadın ve yoksulluk teması üzerinden cinsiyet adaleti meselesi işlendi. Kongreye geniş çevrelerden katılım oldu, Hazar Derneği’nden Ayla Kerimoğlu, Aslı Öztürk ve Güler Örengül de kongreye katılanlar arasındaydı.

Kadın hakları konusunda çalışmalar yapan Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM)’in “kadın”la ilgili çalışmalarından biri olan bu kongrenin konusu yoksulluk sorununun kadınları nasıl etkilediği, çözüme yönelik yöntemlerin tartışılması, bu konuda yürütülen politikaların müzakere edilmesiydi.
Sunumlar üç farklı salonda farklı oturumlarda gerçekleştirildi.  Oturumlarda, göç, yoksulluk, dışlanma, İslamî feminizm, kadın işgücü, kadının anayasadaki durumu, kırsal ve kentsel farklılıklar, engelli kadınlar gibi konu başlıkları üzerinde konuşuldu.
Hazar Derneği’nin de araştırma konularından biri olan mülteci kadınları yoksulluk sorununun nasıl etkilediğini ele alan çalışmaların sunulduğu bir oturumu örnek olarak inceleyeceğiz. Moderatörlüğünü Kadem başkanı E. Sare Aydın Yılmaz’ın yaptığı oturumda ilk sunumu İnönü Üniversitesi’nden Canan Coşkun “Suriyeli Kadın Mülteciler ve Yoksulluk: Malatya Örneği” başlığıyla gerçekleştirdi. Sayın Coşkun konuşmasına insanlık tarihinde ötekileştirmenin ilk defa Habil-Kabil örneğinde ortaya çıktığını ve bugün modernite eleştirisi yapan Batılı aydınların ana temalarından biri olarak işlendiğini ifade etti. Coşkun literatüre göre göçmen, mülteci, sığınmacı terimlerinin farklılıklarına dikkat çekti ve mevzuata göre Türkiye’nin mülteci olarak sadece Avrupa’dan gelen kişileri kabul ettiğini, diğerlerinin sığınmacı statüsünde değerlendirildiğinin altını çizdi. Ancak Suriye’den gelen “zorunlu, kitlesel, düzensiz dış göç”ün tanımlandırmadan daha öte küresel çapta bir sorun olduğunu ifade etti.
Türkiye’de şu an kayıtlı 2 milyon fazla sığınmacı olduğu, 40 binden fazla bebeğin de bizatihi Türkiye sınırları içerisinde doğduğu kaydedilmiştir. Giderek artan sayı ve süresi belirsiz bu göçü geçici bir sorun gibi ele almak sorunların tam olarak tespit edilememesine yol açabilmektedir. Özellikle en çok Suriyeli sığınmacıyı ağırlayan ülkelerin başında gelen Türkiye’nin ekonomik koşulları ve uluslararası desteğin sağlanması konusu sorunun çözümü noktasında açıklığa kavuşturulması gereken ilk konulardan biridir. Sunumda ekonomik koşulların yanı sıra sosyal, toplumsal ve kültürel sorunların olduğuna da vurgu yapılmıştır. Ancak kongrenin ana başlığı olan yoksulluğun bu oturum özelinde sığınmacıları nasıl etkilediği konusu, sunumun geri kalanında sosyal ve kültürel sorunlardan ziyade ağırlıklı olarak işlenmiştir. Yoksulluk bir sorun olarak toplumları etkilese de, yoksulluğun toplum içerisinde en olumsuz etkilediği kesimin kadın ve çocuklar olduğuna dikkatler çekilmelidir. Göçmen kadının durumu ise çok daha zordur. Savaşlar, çatışmalar ve göçler toplumları daha da yoksullaştırmaktadır. Yoksulluğun toplum içerisinde en çok etkilediği grup olan kadın ve çocukların göçmen olanları bu zorluğu iki kat yaşamaktadırlar. Sayın Coşkun sunumun geri kalanında göçmen kadına ekonomik olarak ne tür iyileştirmeler yaptıklarını Malatya örneğinde göstererek sunumunu bitirdi.
Araştırma görevlisi Gülferah Bozkaya ise “Aynı Dünyada Ayrı Dünyaların Yoksulluğu: Kadın Sığınmacılar” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Sayın Bozkaya yoksulluğun gelir ve yaşam koşulları olarak iki farklı şekilde tanımlandığına dair bir giriş yaptı ve 1978 yılından itibaren “yoksulluğun kadınlaşması” şeklinde özel bir kullanım olduğuna dikkatleri çekti. Bu kavram Amerika’da kadınların işgücüne katılımındaki artışa karşın yoksul kadın sayısının giderek artması durumunu karşılamak için gündeme getirilmiştir. Sayın Bozkaya kadının yoksulluğunu belirleyici iki özelliğini; kadının işgücü piyasasındaki konumu ve kadının eğitim olanaklarından yararlanma durumu olarak iki madde altında ifade etti. Kadının eğitim olanaklarından yararlanamaması, onun vasıfsız işçi olarak kendisine iş bulabilmesi olarak geri dönmektedir ve bu durum da kadının işgücü piyasasındaki konumu ile eğitim durumunun birbiriyle ne kadar ilintili olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Sığınmacı kadınların iş bulmadaki bir diğer sıkıntısı ise Türkçe bilmemeleridir. Suriyeli kadınların ekonomik sorunlarını çözmek adına Türkçe okur-yazarlığı ve meslek edindirme kursları imkânları sunulmalıdır.
Oturumun son sunumu Uludağ Üniversitesi’nden Aylin Doğan tarafından “Suriye’deki Göç Sürecinde Kadın Mültecilerin Yoksullukla Mücadelesi” başlığıyla yapılmıştır. Sayın Doğan Suriye savaşıyla birlikte “göçün kadınlaşması” şeklinde literatüre yeni bir kavramın dahil edildiğini, çünkü bu göçün %80’ini kadın ve çocukların oluşturduğuna dikkatleri çekmiştir. Bu kavramın ortaya çıkmasının nedenleri olarak; erkeklerin savaşmak üzere çatışma bölgesinde kalması, göç sürecinde yeterli sağlanamayan güvenlik koşulları, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, cinsel istismar, konjoktürel şiddet ve kadın reisli hanelerin artması maddeleri incelenmiştir. Göç ve yoksullukla mücadele eden Suriyeli kadın sığınmacıların karşı karşıya olduğu sorunlar ise; göç öncesi ve esnasında fiziksel ve cinsel saldırı ve istismara maruz kalma, sığınma ülkesinde fiziksel ve cinsel saldırı ve istismara maruz kalma, eşlerin istismarı ve terk etmesi, silahlı çatışma ve askere alınmaya zorlanma, cinsel sömürü ve fahişeliğe zorlanma, birey olarak tanınmama, geri dönüş sonrası fiziksel ve cinsel saldırıya maruz kalma olarak ifade edilmiştir. Kadınların göçle birlikte yoksulluğunun artmasına neden olarak ise; refakatsiz kadınlar ve kadınların reislik ettiği ailelerin mülteci kamplarında ihtiyaçlarına ulaşmada zorluk yaşamaları, kamplarda yiyecek ve diğer yardım malzemelerine ulaşmada eşitliğin sağlanamaması, su ve yakacak temini için kat edilmesi gereken uzun mesafelerde güvenlik sorunu, sağlık, eğitim ve ekonomik faaliyetlere ulaşmada sürecin adaletli işlememesi, kadınların göç sürecinde artan sorumluluğu olarak sıralanmıştır.
Sığınmacılar savaş bittikten sonra vatanlarına dönme umudunu korurken Suriye’den Türkiye’ye göç devam etmektedir. Dil zorluğu, hukuksal zorluklar, meslekî altyapının olmaması ve kültürel farklılıklar gibi nedenlerle çalışamayan Suriyeli kadınların içinde bulunduğu olumsuz koşullar ise; dilencilik, çocuk işçiliği, insan tacirliği kurbanı olma, düşük ücretlerle zor şartlar altında çalıştırılma, işsizlik nedeniyle fuhuş ve beden istismarına maruz kalma, yoksulluk nedeniyle çocuk yaşta evlilik yapma ve çok eşliliğe zorlanma, hukuksal güvenceden muhtaç kalma olarak özetlenebilir. Doğan ise bu sorunlara çözüm olarak alınması gereken aksiyomları aşağıdaki maddeler halinde belirlemiştir:
•    BMMYK ve mülteci hakları konusunda çalışmalar yapan STK’ların kadın reisli aileler ve korumasız kadın ve kız çocuklara dair acilen güvenlik önemleri almalı
•    Ev sahibi ülkelerin sığınmacılara yönelik sağladığı fon ve istihdam dağılımında kadın erkek eşitliğini gözetmeli ve kadın reisli ailelere öncelik sağlamalı
•    Bozulan toplumsal denge ve yoğun mülteci oranı nedeniyle iş gücünün ucuzlaştırılmasına karşın önlemler alınmalı
•    Kadın sığınmacılar güvenli bölgelere yerleştirilmeli, ekonomik anlamda kadının yoksulluğunu azaltıcı iş gücü imkanları oluşturulmalı, sosyal hayatla senkronizasyonu yakalayabilmeleri açısından dil ve meslek kursları ile süreç kadın mülteciler için kolaylaştırılmalı.
Oturum başkanı ve aynı zamanda KADEM başkanı olan E.Sare Aydın Yılmaz, Suriye’den Türkiye’ye devam eden göçle birlikte, Türkiye’nin göç güzergahının merkezi olması neticesinde insan kaçakçılığının çok önemli bir sorun oluşturduğuna dikkatleri çekti. E.Sare Aydın Yılmaz göçle birlikte doğan sorunlara çözüm olarak, Türkiye’den 4 kuşak önce Almanya’ya göç eden gurbetçilere yönelik Almanya’nın güvenlik üzerine inşa ettiği entegrasyon politikasının çok iyi incelenip hayata geçirilmesini teklif etti. Almanya’nın artık Türklere geçici olarak bakmadığı ve ortak bir kültür inşa etme yoluna gittiği, Türkiye’nin de 4 yıldır devam eden göçün yakın bir gelecekte bitmeyeceği gerçeğini kabul edip güvenlik merkezli entegrasyon politikasının bir benzerini inşa etmesi gerektiğini ifade etti. Sayın Aydın Yılmaz, çok kültürlülük ve çok dilliliğin bu toplumun temellerine yabancı bir düşünce olmadığını, Osmanlı Devleti’nde başarıyla hayata geçirilip, yaşandığı örneğini verdi.
İlgilenen araştırmacılar kongrede sunulan bildirilerin tamamına Kadın Araştırmaları Dergisi’nden veya kongre kitapçığından ulaşabilir.{jcomments on}
Hazırlayan: Havvanur Tekin
Önceki Yazı

STK ve Sosyal Sorumluluk Yönetimi

Sonraki Yazı

MKZ Organizasyon Komitesi Toplantısı

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir