İnsanın Allah’la İlişkisi, İnsanın Diğer İnsanlarla ve Mahlukatla İlişkisi

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:
Prof. Dr. Recep Şentürk
3 Mart 2011

İHYAU ULUMİ’DDİN’DE ADAP

“İnsan, yaşadığı süre içerisinde hem Allah’la hem insanlarla belli bir ilişki içerisindedir. Bu ilişkinin en alt mertebesi hukuk, en üst mertebesi de adap kurallarına göre cereyan eder. Hukuk kuralları minimum kaideleri koyar. Aile, eşler ya da komşular arası ilişkilerde asgari normlar koyar. Bu aynı zamanda fıkıhtır ve mutlaka yapılması gereken asgariyi belirler. Bu kurallar çiğnendiğinde karşılığında devlet tarafından müeyyide/yaptırım uygulanır. Adap ise en iyi en güzel şekilde nasıl olunmalıdır bunu belirler. Ahlak kuralları ile hukuk kuralları arasındaki farklardan biri, hukuk kurallarının devletin yaptırımıyla uygulanmasıdır. Ancak ahlak kuralları söz konusu olduğunda devlet tarafından müeyyide uygulanmaz. Oradaki yaptırım daha çok sosyal ve kültüreldir/vicdanidir. Her ikisine birden örnek vermek gerekirse; bir insan haksız yere komşusunu dövdüğünde hukuk devreye girer, döveni devlet cezalandırır. Ama o insan komşusu açken tok yatıyorsa bu adabın sınırlarına girer, hukuk bunu cezalandırmaz. İmam Gazali ilişkilerdeki kuralları anlatırken alt seviyede/hukuk aşamasında kalmıyor en üst seviyeyi, adabı öğretiyor. Gazali böylelikle bize kulluğun zahir şartları yanında batın şartlarını da anlatmış ve hem Allah’la hem kullarla ilişkimizde en mükemmel olanı göstermiş oluyor.
İslam her ne kadar İslam hukukunu vazetmiş olsa dahi Müslümanlardan hukuku aşmalarını, bu seviyeyi geçip daha mükemmel bir hale gelmelerini istemektedir. Sosyal hayatta insanlar normalde hukuktan ziyade adaba göre hareket ederler. Ne zaman adap işlemez hale gelir o zaman hukuk devreye girer.
 
Allahu Teala’ya yakınlaşmanın yolu farzları yerine getirdikten sonra nafilelere devam etmekten, yine yakınlaşmanın yolu ibadetlerdeki zahiri şartları yerine getirdikten sonra batıni şartlara riayet etmekten geçer. Sosyal ilişkilerde adabı yerine getirmek de Allah katında ibadet değerindedir. Sadece bu bile İslam’ın hak din olduğunu göstermeye yeter. İslam dini, insanlar arası nezaketi, insan ilişkilerini önemseyen ve ibadet haline getirmiş bir dindir.
Dini ilimlerin ihyasıyla yemek adabının ne alakası var diye düşünülebilir. İslam’ın mahiyeti ve güzelliği tam da bu noktalarda ortaya çıkar. Bizim dinimiz metafizik/soyut ve hayattan kopuk değil tam tersine hayatın içinde ve bütün detaylarıyla bize hayatı öğreten/nerede nasıl davranmamız gerektiğinin yolunu gösteren/rehberlik eden bir dindir. Böylece yapılan her hareket, ibadet olur. Adaba uymak da ibadet kategorisinde değer kazanır.
İslam’ın güzelliği; bir zaruri bir de insanın gücü ve vakti olduğunda yapacağı adap kapsamında değerlendirilen kuralların olmasındadır. Halbuki diğer dinlere baktığımızda, bütün hükümlerin aynı derecede olduğunu görürüz. Mesela Yahudilikte insanların uygulayamayacağı kadar çok kural vardır. Budizm’de ya da Protestanlıkta ise tam tersine kurallar genelde insanların inisiyatifine kalmıştır.
İslam fıkhında ameller, azimet ve ruhsat olarak kategorileştirilmiştir. Kişi durumuna veya zamanına göre bazen kolaylığı bazen de zor olanı tercih eder. İslam fıkhında yapılması gereken ameller;  farz, vacip, sünnet, müstehap gibi, yasaklananlar da; haram, mekruh gibi çok ayrıntılı biçimde derecelendirilmiştir.
İnsan Allah’a önce farzlarla sonra adapla yaklaşır. Peygamberimizin sünnetinde ve tasavvufta çok önemli olan adap, Allah’la ilişkide ve sosyal ilişkilerde minimum standardın ötesinde maksimum standardı, en ince nezaketi yakalamaktır. Burada esas mesele adabı kimin belirlediği, ne olduğuna karar verirken referansın ne olduğudur. Diyelim ki yemekte, nikahta, ticarette veya herhangi sosyal münasebette yapılan şeyler sadece nezaket icabı değil de aynı zamanda ibadet şuuruyla yerine getiriliyorsa, bu yapılanlar insanı Allah’a yaklaştırır, motivasyonu arttırır.
Adap, peygamberimizin sünneti içerisinden çıkarılır. Çünkü Peygamberimiz İnsan-ı Kamil’dir. Önümüze konulmuş olan en mükemmel örnektir. Peygamberimiz, ailesi ve ashabı, adabın ne olduğu konusunda, kurallarının nasıl tespit edildiği noktasında referansımızdır. İslam ahlakını her durumda en mükemmel haliyle uygulamak isteyen, Peygamberimizin sünnetine uyduğunda isabet etmiş olur. Bunu bir küllü kaide/prensip olarak kabul edersek İslam adabının anayasası gibi görebiliriz.
Adabın gerektirdiği şeylerden biri de; insanın bulunduğu durum içerisinde en güzel davranışı yapmasıdır. Bu da insanların haline göre değişir. Şartların gerektirdiği en efdal davranış neyse o sergilenir. Mesela her sabah namazından sonra tesbih çekmek faziletli bir amelken, o esnada yandaki komşunun acilen yardıma muhtaç olması ve sizin o komşunun yardımına koşmanız daha faziletli hale gelir. Kuran okurken misafirinizin gelmesi durumunda sizin misafirle ilgilenmeniz efdaldir. İnsan buna içinde bulunduğu hale göre karar verir. O halde takva, içinde bulunduğunuz hal içerisinde yapılması gereken en faziletli şey neyse onu yapmaktır.
Bir Müslüman ortamı iyi okuyacak/iyi değerlendirecek ve böyle bir ortamda en evla/Allah rızasına en uygun olan neyse onu yapacak. Böyle yaptığı zaman da her ameli, ibadet olacak. Biz Allah katında amellerin en faziletlisini yapma azmi içerisinde olmalıyız.”

İHYAU ULUMİ’DDİN’DE NİKAH
“İnsanların cennetten getirdikleri bir müessese olarak bakabileceğimiz evlilik, dini, mukaddes ve devamı olan bir kurumdur. Diğer akidler, ( şirket/okul/devlet vs.) burada kalacak oluşumlardır.
Evlilik sevgi ve fedakarlık üzerine kurulmuş olan bir müessesedir. Mesela çalışma hayatındaki mantık alış-veriş mantığı ya da mukabele-mübadele mantığıdır. Dolayısıyla buralarda herkes her verdiğinin karşılığını hatta daha fazlasını almak ister. Tabi ki evlilikte bu daha farklı şekilde cereyan eder/etmelidir. Evlilikte iyi sonuç alabilmek; evliliğin fedakarlık, sevgi ve saygı ilkeleri üzerine kurulup devam etmesine bağlıdır. Fakat modern dönemde evlilik birçok hatayla yaşanmaktadır. O hatalardan birisi; işyerindeki mantığın eve taşınmasıyla gelişti. İş dünyasındaki, güç, mübadele ve çıkar ilişkileri aileye taşındı ve aile, iş yerine döndü. Halbuki aile hayatı ve iş hayatı arasında farklılıklar vardır. Ailedeki sevgi, özveri gibi ilkeler aileyi diğer kurumlardan ayıran özelliklerdir. Bir başka hata da özveri ve fedakarlığın karşılığı sadece Allah’tan beklenmeliydi, bu değer unutuldu.
Diğer ibadetlerde olduğu gibi evliliğin gerektirdiği farz olan vazifeler vardır. Farz olanların dışında yapılan şeylerin her biri nafile ibadet hükmündedir. Bir erkek veya kadın ailesine ne kadar hizmette bulunursa o oranda nafile sevap kazanır. Yapılan bütün fedakarlıklara nafile ibadet mantığıyla yaklaşmak gerekir. Mesela kadın evde yemek yapmayabilir. Ama yaparsa nafile ibadet sevabı kazanır. Temizlik yapmak zorunda değildir ama yaparsa nafile sevabı alır. Aynı şey erkek için de geçerlidir. Bir hadiste Peygamberimiz: ‘Kişi ailesine getirdiği her lokmadan sadaka sevabı alır.’ buyurur. Burada, yapılan her amelin başındaki niyet önemlidir. Niyetimiz karşımızdakinden beklenti içine girmeden sadece Allah rızasını kazanmak olmalıdır. Kadın erkek ilişkilerine, kul hakkı açısından da bakmak lazımdır. Evlilik hayatında yapılan fedakarlıkların karşılığını, bu dünyada ödemek zordur. Karşılığı Allah’tan beklemek ve Allah’ın rızasına ulaşmak için yapmak, çekilen sıkıntı ve yapılan fedakarlıklara anlam katar, bunların her biri rahmet olur.

Tabi ki kadın-erkek ilişkilerinde problemlerimiz çok fazladır. Kadınlara karşı yapılan haksızlıklar, uygulanan baskılar, zulüm ve dinin buna alet edilmesi, çözmemiz gereken problemlerdir. Fakat bunları çözmenin yolu, feminizm gibi yabancı bir ideolojiden hareket etmek olmamalıdır. Çözümün yolu, emir ve tavsiyeleri doğru bir şekilde, hakkaniyetle anlayarak, yorumlayarak uygulamaktan geçmektedir. Nasıl sosyalizm ve komünizm gibi ithal ideolojiler bizim sorunlarımıza çözüm olamazsa feminizm de bize direkt çözüm olamaz. Bu tür ideolojiler, sahip olduğumuz değerlerin yıkılmasına sebebiyet vermektedir. Bu seküler ideolojiler asrımızda etkilerini kaybetmiş olmalarına rağmen sürekli pompaladıkları için hala etkilerini devam ettirebiliyorlar. Fakat sahici şeyler üretememişlerdir. Bizler çözümü kendi değerlerimiz içerisinde aramalıyız. İslam’ın çözüm sunmadığı bir alan yoktur fakat o değerlere bizim nasıl baktığımız önemlidir.
Evlilik konusu, İhyau Ulumi’ddin kitabının önemli konularından bir tanesidir. İnsanın ne olduğunu anlayabilmek ve kendimizi daha iyi ve kamil bir insan haline getirebilmek açısından son derece önemlidir. Yine hatırlatmakta fayda var. İmam Gazali, okuyucularına her amelde olduğu gibi nikah konusunda da prensipleri iletirken zahir ve batını birlikte vermiştir.
Allah Teala evliliği bir ibadet olarak emretmiştir. İslam dini yemek yemeyi nasıl ibadet haline getirmişse makbul bir evlilik de ibadet olabilir. Peygamberimiz buyuruyor ki: ‘Nikah, dinin yarısıdır. Diğer yarısı da Allah’tan korkmaktır.’ Kastedilen, her evlilik değildir tabii. Adaba uygun olan evlilik, kul hakkının titizlikle gözetildiği, diğergamlığın ön planda olduğu bir evliliktir. Eğer adap uygulanmıyorsa evliliğin tamamı ibadet olmaktan çıkabilir.
Başka dinlerin bu konuda farklı yaklaşımları vardır. Genellikle diğer dinler evliliğe soğuk bakar. Allah’a yönelen insanın evlilik ve cinsellik gibi şeyleri terk etmesi gerektiğine inanılır. Halbuki bunlar İslam’da ibadet haline getirilebilir. İslam’ın insan fıtratına/tabiatına uygun, Allah’tan gelen bir din olduğunun en güzel göstergelerinden bir tanesidir.

Fitne konusu hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Fitnenin kelime anlamı; madenleri saflaştırmak, saf madenle cürufunu birbirinden ayırmak için kullanılan ateştir.  Fitne harama teşvik eden her şeydir. Kadınlar üzerinden fitneye dair rivayet edilen hadisleri böyle düşünmek gerekir. Kişiyi harama teşvik eden kadın fitneyse erkek de harama teşvik ettiğinde fitne olur. İmtihan vesilesi olarak düşününce, kişideki duyguları ve eylemleri saflaştırmak için bir sebeptir.

O zaman şöyle diyebiliriz. Toplumdaki bütün erkek ve kadınlar, bütün insanlar, ayrıca mal, evlat, ticaret, hocalık, öğrencilik hepsi birer fitne yani imtihan vesilesi olabilir. Biz usulüne uygun davranırsak o fitne vesilesiyle bize yöneltilen imtihanı kazanmış oluruz. Böyle olduğunda karşımızda fitne olarak gördüğümüz sebep, bizim için kurtuluş vesilesi olur. Öte yandan mal, evlat, ticaret ve diğerlerinin aynı zamanda emanet olduğunu unutmamak lazımdır. Eğer Allah rızasına uygun ve emanet bilinciyle amel edilirse onların her biri fitne olmaktan çıkar, kurtuluşa vesile olur. Allah bunların her birini rahmetinin eseri olarak yaratmıştır. Dersini çalışan, Allah’ın rahmeti gereği imtihanı kazanmış olur.
Peygamberimiz insanların en merhametlisidir. Rahmetellilalemin/alemlere rahmet olan bir insandır. Onun söylediklerini, kadınları veya erkekleri itham edici, olarak düşünmekten kurtarmak lazımdır. O insanları itham etmez. Ayetleri nasıl bağlamlarıyla birlikte değerlendirmekle sorumluysak hadislere de aynı şekilde yaklaşmak ve bağlamlarıyla birlikte düşünerek yorumlamak lazımdır.
Veda hutbesinde Peygamberimiz herkesin birbiri üzerine hakları olduğunu hatırlatmıştır. Muhatap erkek olunca kadın hakları/kadın olunca erkek hakları hatırlatılır.
‘En hayırlınız onlara en hayırlı davrananızdır’ hadisi de yol göstericidir.
Hadislerin önemli bir bölümünde dil, mecazidir. Bazı sorulara işin ehemmiyetini ifade ederken kullandığı mecaz, izaha muhtaçtır. Direkt zahir anlamıyla almak, duruma özel bazı hadisleri genelmiş gibi düşünmek, yanlış anlaşılmalara sebebiyet verir.
Mesela mecaz ağırlıklı bir hadisten anladığımız; evlilik bir nevi köleliktir. İnsan evlendiği zaman; eşine, çocuklarına, eşinin ailesine karşı büyük taahhütlerin altına girmiş olur. Akşam eve gitmek mecburiyetindeyiz, çocukların bakımını üstlenmek zorundayız. Hadiste, bu sebeplerden ötürü evlilik bir nevi köleliktir diye ifade edilmiştir. Bugün modern dünyasında insanların evlilikten kaçmaları bu tür taahhütlerin altına girmek istememelerinden kaynaklanmaktadır. Evlilikte erkekler kadınların, kadınlar da erkeklerin kölesidir. İki taraf birbirine büyük hizmetlerde bulunur ve bu hizmet, eğer insanlar arasında bir muhabbet varsa gönüllü olarak yapılır ve böyle hizmet etmek bir ibadet olur.
Gazali adaba dair hadisleri kullanırken hangi konuyu anlatıyorsa o konuyu destekleyen hadisleri almıştır. İtikadi mesele olmadığı için burada kullandığı hadislerin sıhhat dereceleri ikinci plandadır. Kaldı ki hadislerin sahih, hasen veya zayıf olduğu da ictihadi bir meseledir. Burada öncelikli olarak bizim bakmamız gereken nokta, İmam Gazali’nin adaba verdiği öncelik ve önemdir.
İmam Gazali bu türden konuları işlerken kendine göre bir prensip dahilinde ele almaktadır. Anlatmaya çalıştığı şey, evliliğin pratikte bir muhabbet, adap ve nezaket üzerine kurulmuş olduğudur.”{jcomments on}
Hazırlayan: Büşra Köroğlu

 

 

Önceki Yazı

İslamlaşma, Devletleşme, Modernleşme Süreci

Sonraki Yazı

İnsanı Kurtuluşa Götüren Şeyler; Ölüm

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir