Hicaz Demiryolu

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Mustafa AKSAY 

“Son dönemine kadar 40 farklı ülkeyi yöneten ve 19.yy da da hasta adam diye nitelenen Osmanlı, en zayıf olduğu dönemde Hicaz Demiryolu vasıtasıyla belki hilâfet kurumunun gerçek boyutunu da gösterdi.

Bu yolu sadece Hac için yapılan bir yol olarak düşünmemek gerekir. Sultan Abdülhamit Hac için kolaylık sağlamasının yanı sıra işin politik yönünü de önemsiyordu bence. Yani o bölgedeki toprakların kontrol altında tutulması için bu bir vesileydi.

Hicaz demiryolu, bütün dünya Müslümanlarının az-çok her bir yandan katkı sağladıkları ve bir ümmet bilinciyle gerçekleştirdikleri bir projedir. Parasal değerinden ziyade bütün Müslümanları bir dayanışmaya sokması açısından bu proje çok önemliydi.

Hazinenin yardımının yanı sıra, kayıtlara bakarak ta anlaşılacağı gibi bu proje, insanların maaşlarından hatta okul çocuklarının harçlıklarından artırdıkları paralarla gerçekleştirilmişti. Sonra yine kayıtlardan, Osmanlı Devleti’nin bu insanları çeşitli madalya ve beratlarla taltif ettiklerini öğreniyoruz.

Bu yol çalışmaları sırasında suistimalde bulunan insanlar derhal görevlerinden alınmış ve bu yüzden yapılan yardımların bir kuruşuna bile hâlel gelmemişti. Böyle bir samimiyetle ve gayretle yapıldığı için olsa gerek Batılı kaynakların ifadesiyle daha tamamlanmadan kâra geçen tek demiryolu işletmesiydi.
Demiryolu sayesinde artık Medine’ye kadar Osmanlı askerinin kontrolünde bedevi saldırılarından ve soygunlarından uzak bir yolculuk mümkün hale geldi. Özellikle Hindistan’dan gelen Müslümanlar için perişan olmadan yolculuk yapmak imkanını sağlıyordu.

Maliyenin çok güç durumda bulunduğu ve Osmanlı’nın gelirlerinin hatta vergilerinin bile yabancılar tarafından kontrol altında tutulduğu bir dönemde Batı, bu girişimi hiç mümkün görmedi, tepkisi alaycıydı, onlara göre bu bir hayaldi, dolayısıyla tedbir de almadı.

Demiryolu 1900 yılında Şam’da başlamış ve 1904 yılında Amman’ı geçerek Suudi sınırlarına yaklaşmıştı. Bu yolun gerçekleşeceğine işte o zaman inandılar ve Lawrens hareketini başlattılar. Lawrens Türkiye’ de uzun zaman çalışıp Arabistan’ a gitmiş ve Araplar’ ı Osmanlılar’ a karşı kışkırtıp 1905 yılından itibaren fiili olarak bu yol güzergahında askerlerimize ve çalışan insanlara saldırılar tertiplenmesine vesile olmuştur. Bu bedevi saldırıları sırasında bir gecede 300 Osmanlı askerinin şehit edildiğini öğreniyoruz. Bu bize PKK olayını hatırlatıyor.

Hicaz demiryolunun 6 değişik ülkede çekimlerini yaptık. Bu ülkelerin birbirleriyle problemleri var. Mesela Suriye’ den Ürdün’ e geçemiyorsunuz. Lübnan ayrı bir olay. Orada altı ayrı grup var ve bakanlıktan izin alsanız bile bu gruplarla parasal bir takım girişimlerde bulunmak zorunda kalıyorsunuz. Arapların İsrail’le ilişkilerini zaten biliyoruz, ve bizimde problemimiz olur diye düşünüyorduk ki tam aksine gittiğimiz ülkeler arasında en kolay çalışmayı İsrail’de yaptık. İsrail’de tamamen serbest dolaştık. Golan tepelerine dahi çıktık, askeri bölgelerde çekim yaptık. Mutlaka kontrol ediyorlardı ama bize hissettirmediler. Bir tek Yafa istasyonu kalmıştı çekmediğimiz. Bu istasyonun askeri garnizon içerisinde kaldığını öğrenince ümidimizi kesmiştik. Ancak şaşıracak bir şekilde askeri garnizon içinde dahi çekim yapmamıza izin verildi.

Hicaz demiryolu dediğimiz yol asıl olarak Şam’dan başlayıp Medine’ye kadar olan yoldur.  Şam-Medine demiryolunun anlaşması 1900 yılında imzalanmış, bir yıllık gecikmeyle 1901′ de başlayıp inanılmayacak kısa bir sürede de tamamlanmıştı. O bir yıllık gecikme de Fransızlar’ ın kontrolünde olan Beyrut-Şam bağlantısından kaynaklanmıştı. Osmanlı Hükümeti bunun üzerine bu yolu satın almak istemiş fakat maliyetinin dört misli bir fiyatla karşılaşmış ve iki yıl içerisinde kendisi Hayfa’ dan Şam’ a bir hat çekmişti. Böylece malzemeler Arabistan’ a kısa bir sürede ulaşmış ve demiryolu yapımı hızlanmıştı. İsrail’ deki Hayfa limanı bu açıdan çok önemlidir.
Hayfa’ ya gittiğimizde bizi çok iyi karşıladılar neredeyse tören yapacaklardı ve şöyle dediler: Bize “ilk defa bir Türk ekibinin buralara kadar gelerek  böyle bir araştırma yaptığına şahit oluyoruz. Kendi eserlerinize olan bu ilgisizliğinizin nedeni nedir?”  dediler.  Sonra da  İsrail Üniversitesi’ nde Hicaz demiryolu adına bir kürsü olduğunu öğreniyoruz. Yine Hayfa’ da Sultan Abdülhamit zamanında dikilmiş bir abide bulunmakta. Ayrıca Hicaz Demiryolu Müzesi yapmışlar ve ilkokul talebeleri bile bu müzeyi ziyarete geliyorlar. Biz Ankara’ da Hicaz demiryolundan bahsederken “o nedir ?” diye soruyorlar düşünün.
Suriye’ yi kafamızda çok büyütüyorduk. Sadece izin safhası uzun sürdü ve çekim yapan ilk Türk ekibi olarak umduğumuzun tersine çok iyi bir çalışma yaptık.
Şam’ da Hicaz demiryollarına ait trenlerin çalıştığını bilmiyorduk.  Yüz senelik olan treni kiralamak için teklif götürdüğümüzde hemen kabul edildi. Bu, Hicaz demiryolu üzerinde yaşadığımız en dokunaklı anlardan birisiydi ve ilk tren maceramızdı. Sonra Ürdün’ de tren tuttuk, Türkiye’ de tuttuk fakat en zorunu burada yaşadık. Çünkü burada kimse rüşvetsiz çalışmıyor. Dur diyorsunuz durmuyor, buhar çıkar diyorsunuz çıkarmıyor, onun için Türkiye’ deki buharlı trenler buharsız oldu.
Ürdün’ de nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan Çerkezler Sultan Abdülhamit zamanında demiryolunu korumak amacıyla getirtilmiş ve demiryolu boyunca yerleştirilmiş. Ben Ürdün büyük elçiliğinden izin almaya gittiğimde oradaki ikinci kişinin Çerkez olduğunu öğrendim. Medine müdafaasını yapan Fahrettin Paşa Hicaz demiryolunda yapılan son tren seferiyle 1919 yılında İstanbul’ a giderek teslim olmuştu. Teslim olurken askerlerinin hepsini getirmemişti. Kalan askerlerin yarısını sivilleştirerek kanlarının son damlasına varıncaya kadar buralara hâlel gelmemesi için koruyacaklarına dair yemin ettirerek halka karışmalarını istemişti.
Türkiye haricinde yurtdışında çekim yaparken bir de Suudi Arabistan’ da zorlandık, resmen gizli çekim yaptık. Biz orada nerede çekim yapmamız gerektiğini bilmiyorduk. Bir arkadaş kitapçık getirdi. Bir Fransız mühendis ve hava fotoğrafçısı olan bu kitabın sahibi, havadan Hicaz bölgesinin topoğrafyasını çıkarmış dolayısıyla demiryolunun nerelerden geçtiğini gösteren bir çalışma da yapmıştı, yardımını almak üzere o şahsı bulduk. Kendisi bütün çalışmalarını “Bu bir Fransız’a değil bir Türk’e yakışır” diyerek bize verdi. Hem çok şaşırmış hem çok duygulanmıştık. Onsuz Suudi Arabistan çekimleri gerçekleşmez ya da kısır kalırdı diye düşünüyorum.
1908 yılında Hicaz demiryolu yapımı tamamlanmış, kısa bir süre sonra Abdülhamit hal edilmiş, demiryolu faaliyeti de 1918′ de sona ermişti.
Bizden öncekilerin Hac yolculuğu İstanbul’ da Eyüb Sultan, Arap camii, Hırka-ı Şerif ile başlar, Eskişehir’de Battal Gazi, Konya’ da Mevlâna, Tarsus’ ta Ashab-ı Kehf ziyareti ile devam ederdi. Biz de böyle bir Hac yolculuğunu hatırlatmak amacıyla bu çalışmaları ve TV programını gerçekleştirdik. Belki teknik yönü zayıf fakat manevi yönü ağır olan bir çalışmaydı.”

Not: Programın özeti, deşifre üzerinden yapılmıştır.

Hazırlayan: Dilek Karataş

 

Önceki Yazı

Çevre Kirliliği ve Nükleer Santraller

Sonraki Yazı

Diziler Nasıl Yazılıyor, Nasıl Okunuyor?

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir