Dr. Mustafa ULUSOY
Mustafa Ulusoy’la Marmara depreminden kısa süre sonra bir program yaptık. Amacımız depremin insan psikollojisi üzerinde neler meydana getirdiğini anlamaktı.
Mustafa bey depremi yaşamış olan bir kız çocuğuna sorular yönelterek programa başladı. çocuğun verdiği cevaplarla bize bir anlamda korkularımızın gerçek sebeplerini hatırlatmak istiyordu:
“- Depremi yaşadığın an ne hissettin?
– Uyuyordum, annem beni uyandırdı, babamın kucağına verdi. Ben o an öleceğimi düşündüm.
– Başka neler düşündün, korktun mu?
– Çok korktum. Annem dışarı çıkalım deyince niçin çıkmamız gerektiğini sordum, binanın yıkılabileceği hiç aklıma gelmedi.
– Sonra binanın yıkılmasından ve altında kalmaktan mı korktun? Sence bu nasıl bir korku?
– Ben kapalı yerde kalmaktan korkuyorum.
– Kapalı yerde nefessiz kalmak ve ölmek korkusu. Peki ölünce ne olur, neler yaşarız ?
– Allah canımızı alır. Öldükten sonra bir şey farketmeyecek, nasıl öldüğümüz önemli olmayacak ama…
– Peki kızım teşekkürler.
Deprem korkusu geçmişten bağımsız bir korku değildir. Bir olayı yaşadıktan sonra zihnimiz boş durmaz, hemen işlemeye başlar. Yapmak zorunda olduğumuz şey bu olayı anlamlandırmaktır. Bu anlamlandırmayı genelde üç şey için yapmak zorundayız.
1. Kendimiz,
2. Kendimiz dışındaki bütün varlıklar,
3. Daha soyut anlamda hayat ile ilgili anlamlandırmalar.
Bundan sonra da sonuçlar çıkarırız.
Bu çerçevede deprem bir olaydır. Depremi kendimiz için, diğer varlıklar için, hayat için anlamlandırıyoruz. Bundan sonuçlar çıkartıyoruz. Burada kendimiz ile ilgili anlamlandırmalar yaşadık. “Ben ne olacağım, ölecek miyim?” Aslında mesele sadece deprem korkusu değil, bütün mesele gidip ölüm korkusuna dayanıyor. Çünkü insan hakikaten sonsuza kadar yaşamak üzere yaratılmış bir varlıktır.
Bir diğer korku da binanın altında kalma korkusudur. Neredeyse % 90 insan bu korkuyu yaşadı. Fakat bunu da analiz ettiğimizde; “Yani enkaz altında kalırsan ne olur? Nefessiz kalırım. Nefessiz kalırsan ne olur? Çok acı çekerim. Sonra ne olur? Acı çekerek ölürüm.” Nihayetinde bakıyoruz ki deprem korkusu ölüm korkusuna dayanıyor. Beni mezara koyacaklar, üzerime toprak atacaklar, nasıl nefes alabilirim.
Gerçekten korkulan deprem değil, kapalı yerde nefessiz kalma korkusudur.
Depremi bir başka şekilde bir başka çerçevede incelemek istiyorum. Her şeyin ama her şeyin kontrolümüz altında olduğunu bilme duygusu. Deprem öncesi bu kontrol duygusunu iki şekilde yaşıyorduk. Hayatımızı kontrol altında tutma ihtiyacımızı kendimiz karşılamaya çalışıyorduk. Araba reklamlarına bakalım; emniyet ve güvenden bahsediyorlar. Sigorta şirketleri hayatımızı garanti altına almaktan bahsediyorlar. Aslında bizim kontrol duygumuzu, kontrol edilme ihtiyacımızı sömürüyorlar.
Belli ki depremden önce hayatımızın kontrolü kendi ellerimizdeydi. Fakat kendi ellerimizde olmadığını deprem bize çok çarpıcı bir şekilde bildirdi.
O zaman şunu bilmeliyiz ki; eğer yaşarken bu mutlak ihtiyacımızı, kontrol duygusunu aracısız Allah ile gideriyorsak o zaman deprem O’nun kontrolünde olan, O’nun iradesiyle gelişen bir olay olacaktır. Böyle olduğunda kişi depremle birlikte korku ve panik yaşayacaktır ama bu korku ruhun yaralanması düzeyinde olmayacaktır.”
Not: Programın özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.