Hazar’la Bosna’dayız

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:
26-30 Temmuz 2014
Hazar’dan Bosna-Hersek gezisiyle ilgili bir mail alınca eski bir dostu tekrar görme heyecanı sardı beni. Beş yıl önce bir Bosna gezisi yapmış oradan hüzünle ayrılmıştık. Gelen maili, ‘evet biz de geliyoruz’ diye cevapladım.

Atatürk havaalanından başlayan yolculuğun ilk durağı Saraybosna idi. Havaalanından savaşın izlerini hala taşıyan yanmış, yıkılmış evler, havan topu ile vurulmuş 8-10 katlı binaların bile en üst katlarında yama yapılmış koca koca delikler, delik deşik kurşun izlerini göre göre Başçarşıya geldik.

Sanki bir zaman yolculuğuna çıkmıştım. Eski evleri, minik ahşap kepenkli, eski oluklu, kiremitli çatıları, tarihi camileri…
İşte başında beresi ile nur yüzlü bir yaşlı!
Dedem de devamlı olarak o bereden giyerdi, ne kadar da dedeme benziyor. Ailemden aldığım bir bilgi yok. Ama acaba benim köklerim Bosna’ya mı uzanıyor?
İhtimaldir.
Bu kadar yakın hissedip o insanları böylesine sevmek, onların derdini bu kadar yüreğimde duymak ve bu topraklara hasret dolu gözlerle bakmanın başka nasıl izahı olabilir?
Aliya İzzetbegoviç; bilge kral, asil ve mütevazı insan. Kendisi gibi sade kabrinde uyuyor.
Bosna’nın her yeri mezar. Güzel insanlar, güzel atlara binip cennete doğru yol aldılar.
Saraybosna, Başçarşı, Kurşunlu Medresesi, Gazi Hüsrev Bey Cami ve Medresesi, mis gibi çayları ve gözleri gülen garsonlarıyla Türk öğrencilerin uğrak yeri Moriça Han Fatih Camii ve ilginç hikayesiyle İnat Evi.
Avusturya-Macaristan veliahtı Ferdinand’ın vurulduğu Latin Köprüsü, Başçarşı Caddesinde akşamları yürüyüş yapan güzel kız ve yakışıklı gençleriyle görülmeye değer.
Mis gibi eti, pidesi, kaymak ve soğanı ile Kebabisi ve yoğurt, acıkanlar için şahane bir ziyafet. Kuzu çevirmeleri, tel tel açılmış bol tereyağlı, kıymalı, ıspanaklı, peynirli, patatesli ve hala tarihi kömür ocaklarında alttan ve üstten pişirilen börekleri(burek).
Bir Avrupa şehrinde hiç yiyecek sıkıntısı çekmeden böylesine bir ziyafet, hele de üzerine içilen kişiye özel tepsisi, bir fincanlık cezvesi ve lokumu ile bol köpüklü kahvesi.
Osmanlı’ya birçok vezir yetiştiren “vezirler şehri Travnik”, kalesi, medreseleri, camileri, Fatih Sultan Mehmed’in su içtiği Göksu, Plavo Voda Nehri.
Neretva; bazen zümrüt yeşili, bazen duru, gök mavisi, temiz, serin suları ile kıvrıla kıvrıla gidiyor.
Ey Neretva! Ne çok acılara şahit oldun. Senin güzelliğinden bizim dilimiz tutulurken, insanlıktan çıkmış canilerin vahşetinden senin dilin tutuldu. Biliyorum, gümrah akan sularınla bunları anlatıyorsun anlayabilen kulaklara.
Buna Nehri kaynağında kurulan Sarı Saltuk Tekkesi; Erenlerin Dergahı, manevi önderlerin mekanı, Bosna’nın fethini hazırlayan mana önderlerinin kabrinin olduğu dergah.
Ayvaz Dede Fatihin Bosna fethinden on yıl önce gelip Bosna’yı fethe hazırlayan manevi fatih. Her yıl yapılan Ayvaz Dede Şenlikleri mutlaka görülmeye değer.
Mostar Köprüsü; en kıymetli mücevherlerin işlendiği bir taç gibi. Mahzun, kırgın ama küllerinden yeniden doğan Mostar..
Çarşısı, tarihi evleri, Karagöz Bey Camii, Koski Mehmet Paşa Camii, köprünün çıkışındaki ‘NO FORGET 1995’ yazısı..
Sırım gibi delikanlıların, Mostar köprüsünden korkusuzca bir kuş gibi kanatlanıp Neretva’nın sularına atlayışları görülmeye değer.
Poçiteli; Neretva’nın hemen kenarında kurulan 500 yıllık bir Osmanlı köyü. Hala ayakta kalabilen kalesi, saat kulesi, camii, taş çatılı evleri ile bir rüya gibi.
Ve savaş yıllarında Bosna’nın can damarı TÜNEL. Evlerin altında kazılan ve Saraybosna Havaalanına çıkan tünelden yaralıların, yiyeceklerin v.s. sevkiyatı yapılmış.
Beş yıl önceki gezimizde, ev sahibi teyzemizle görüşüp konuşup hediyeleşmiştik. Bu sefer hasta olduğunu öğrendik oğlundan. Tünel ve ev şimdi direnişi anlatan bir müze haline gelmiş.
Bosna ve Bosnalı kardeşlerimizin anlatılamayacak kadar güzel gözlerinde; sevgi, hüzün ve hasret var.
Bizde ve onlarda; çok şey anlatmak isteyip de anlatamamanın çaresizliği var. Ortak dilimiz yok ama ortak duygularımız var.
Köklerimize doğru yolculuk yapsak akraba çıkarız.
Ben muhakkak onlarla akrabayım.

Bosna’ya fırsat buldukça gidelim, görelim, onlara kucak dolusu sevgi götürelim.
Onlar bizi, biz onları unutmayız.
Evet!
Orada bir şehir var uzakta.
Gitmesek de görmesek de o şehir bizim şehrimizdir, o ülke bizim ülkemizdir. {jcomments on}

Hazırlayan: Kamuran Kardaş
Önceki Yazı

Bir Petro Masalı: St. Petersburg

Sonraki Yazı

Küllerinden Yeniden Doğmak

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir