4 Mayıs 2017
Aşağıdaki metin 4 Mayıs 2017 tarihinde Mauritius-Turkey Friendship & Solidarity Association (Mauritius Türkiye Dostluk ve Dayanışma Derneği) Başkanı Ahmet Kemal Öncü ve eşi Gülbahar Öncü ile Hazar Derneği’nde yapılan programın özetidir
Öncelikle bu davetiniz için çok teşekkür ederiz. İstanbul Florya’da ortaokul, lise daha sonra da Eskişehir Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünde eğitimimi tamamladım. Ama bunun yanında asıl değerli olan eğitimimizi bir özel vakfın bünyesinde yaklaşık 14-15 sene klasik Osmanlı usulü eğitim olarak aldım. Gülbahar hanımefendiyle 1993’te üniversite birinci günü, birinci saati tanıştık. 1998 yılında evlendik. 2 sene sonra, 2000 yılında heyet raporuyla bu evlilikten bir çocuğumuzun olmayacağını öğrendik. Peki dedik, yaşam bizim için farklı şeyler arz ediyor. Belki evli olup çocuğu olmayanlar vardır, bizi anlarlar. Eğer çocuğunuz yoksa hayatla ilgili beklentileriniz değişiyor. Çocuğu olanlar hayatının önemli bir kısmını o yavruların geleceği ile ilgili hasrediyorlar. Bizde böyle bir şey olmayacaksa bundan sonraki hayatımız nasıl geçecek diye düşünürken, çocukluk hayalimiz olan Afrika’ya gitmeye karar verdik.
Ticareti tamamen bıraktık. Elimizde ne var ne yok hepsini sattık. Onları bize 7-8 yıl yetecek kadar bir finansa çevirdik. 2000 yılında bazı arkadaşlarımızın yardımıyla Güney Afrika’ya adım attık. Orada küçük bir yetimhane ya da yatılı okul benzeri bir şey kurduk. Sermayenin bir kısmıyla yetimhanemizi kurduk. 15 kişilik kız yatılı okulu gibiydi. Daha sonra Allah bize imkân verdi, ikinciyi, üçüncüyü açtık. Sonra Türkiye’de babam vasıtasıyla irtibatta olduğum İslami bir topluluk bize destek olmaya karar verdi. 10 yıl kadar onların desteğiyle faaliyetlerimizi yürüttük. Bu süre içerisinde Güney Afrika’dan yukarıya doğru aynı yetimhanelerden ve yatılı okullardan çoğaltmaya başladık. Çocuklarımız hem dini eğitimlerini alıyorlardı, hem de yarım gün okula gidiyorlardı. Sahra altında Müslüman oranı %5 – %10 arası olduğundan faaliyet alanınız Müslümanlardan daha çok gayrimüslimlerle ilgili oluyor. Dedik ki, bu çocukları İslam’la, İslam’ın rahmeti, merhametiyle tanıştıralım, ondan sonra içlerinden Müslüman olanlara dini rehberlik de edelim. Sonrada eğitimli bir Müslüman olarak ailelerine, vatanlarına, milletlerine hediye edelim. Öncelikle rehberimiz Resulullah Efendimiz tebliğe nasıl başlamış, kabilelere nasıl İslam’ı anlatmış, hangi zorlukları yaşamış bunları araştırdık. Tercümanlar aracılığıyla kabilelerin içine girmeye, sonrasında da birer ikişer İslam’ı tebliğ etmeye başladık.
Şu an itibariyle Afrika’da öncelikli olarak İslam’ı tebliğ ile meşgulüz. İkinci olarak İslam’a girsinler girmesinler fark etmez, Afrikalı çocukları alıp şehirlerde okutmaya talibiz. Üçüncü olarak da bu çocukları imkan nispetinde Türkiye’ye getirip, 4 -5 yıl Türkiye denizinde yıkıyoruz. 2016 yılı sonunda bizler vasıtasıyla Müslüman olmuş 20 binin üstünde aile var. Afrika’ya vardığımız zaman, kabile reisleriyle görüşüyoruz, onlara diyoruz ki, bizler sizlere bazı güzel şeyler anlatmak istiyoruz buna karşılık sizlerden hiçbir beklentimiz yok. Önce kendi imkanlarımızla bazen de sponsorlar yardımıyla 300-400 kişiye yemek veriyoruz. Sonra diyoruz ki, ‘Görüyorsunuz Afrika’da açlık var, yokluk var. Gençler anne ve babalarını dinlemiyorlar, erkekler başka kapılarda geziyor, uyuşturucu kullanımı almış başını gidiyor, kadınlar şiddet görüyor, terk ediliyor. Ama öyle bir dünya var ki bunların hepsi yasak. İşte bu dünyanın adı İslam. Kocalarınızın size sahip çıkacağı, çocuklarınızın size saygı duyacağı, hırsızlığın olmayacağı böyle bir dünyaya girmek ister misiniz? Ondan öncesinde de bakın sizi yaratan bir Allah var. Allah bizimle temasa geçmek için içimizden bir elçi göndermiş falan diye başlıyoruz anlatmaya. Neticede onlara onların anlayacağı lisanla, onların anlayacağı örneklerle İslam’ı anlatıyoruz. İçlerinden Müslüman olmak isteyenlere sertifika da veriyoruz ki bizden sonra birileri oraya gittikleri zaman o sertifikayı görsünler. Sonra Müslüman olsunlar olmasınlar ikinci adıma geçiyoruz. Çocuklarınızı bize verin, şehre götürüp okutalım, sonra size geri gönderelim. Siz 6 ayda bir çocuklarınızın gidişatına bakın, memnun olmazsanız çocuklarınızı geri alın, memnun olursanız çocuklarımız hepimizin diyoruz. Tabi ki memnun oluyorlar. Bu süreçte çocuklar fiziken temiz hale geliyor, bir beyefendi, bir hanımefendiye dönüşüyorlar. Çocuklar 6 ayda bir 15 günlük izne çıkarlar ve döndükleri zaman da yanlarında mutlaka en az 3 kişiyi müesseselerimizi tanıtmak için getirirler. İşte bu şekilde 2001, 2002 yıllarında çalışmalara başladık. 2016-2017 yıllarında 70 bin Müslümana ulaştık.
Bu süreçte gördük ki, Batılılar yaklaşık 300 yıldır Afrika’da ciddi bir katliam gerçekleştirmişler. İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Belçika ve Hollanda’nın son 200 yılda Afrika’da öldürdüğü insan sayısı kendi nüfuslarına denk. 54 tane ülke var, haritaları cetvelle çizilmiş. Biz de haritalar üzerinden değil de kabileler ve lisanlar üzerinden çalışalım dedik.
Size fikir vermesi için orada yaptığımız temaslardan bir kaç örnek anlatayım. Bu fotoğrafta gördüğünüz kişi Kibelenge, Müslüman köylerine yakın bir kabilenin reisi. Onu ziyaret etmeye karar verdik. Kibelenge’nin kabilesi 100 sene önce Hıristiyanlaştırılmış.
Bizi danslarla karşıladılar, keçi ikram etmek istediler. Ben bizim töremizde de keçiyi misafir keser deyip hayvanı besmeleyle kendim kestim. Onlar da kavurma yaptılar. Keçinin yağlarını toplayıp eziyorlar, normal yarı sıvı yağa dönüştürüyorlar. Tabi karıncalar böcekler her şey giriyor içine. Etleri bastılar o yağlarla karıştırdılar, ateşte pişirdiler. Hatta hayvan kesilince daha böbreğini, karaciğerini, kalbini kanlı kanlı çiğ yiyorlar. Hatta bize de ikram ettiler J Öğleden sonra orda namaz kılmamız lazımdı. Kibelenge’ye dedim ki bizi yedirdin içirdin, çok güzel ağırladın biz sana bunları ne yapsak ödeyemeyiz. Bu misafirperverliğin karşısında bize müsaade edersen Allah’a senin için de dua etmek istiyoruz. Resulullah Efendimiz, bir beldede kaybolduğunuzda ezan okuyun, Cenab-ı Hakk’ın kulları size yardımcı olur buyuruyor. Ezan okudum, güzelce yanımdaki Müslüman arkadaşlarla beraber namazımızı kıldık. Kibelenge bizi hayran hayran izledi. Duada da onun anlayacağı şekilde, “Ya Rabbi şu an bizi misafir eden Kibelenge kuluna hayırlı ömürler ver, ona cennetini nasip eyle, onun ailesini ehli iman yap” şeklinde dualar ettim. Tebliğ yaparken önce insanların kalbini yakalamanız gerekiyor, onunla samimiyet kurmanız gerekiyor, ondan sonra açıyor kalbini sizi dinlemeye başlıyor. Dua ettikten sonra Kibelenge bizden önce bir kilise yapmamızı istedi sonra da “geçen sene buraya beyaz adam geldi bu çevreden 40 kadar çocuğu topladı. Onları şehirde kilise okullarında eğitmek üzere götürdüler, ben de benim kabilemden bir tane çocuk verdim. Eğer mümkünse 1 ya da 2 tane de çocuğumu da size vermek istiyorum” dedi. Biz Müslümanız farkında mısın dedim. Evet, farkındayım eğer çocuklarım sizin gibi olacaksa veririm, yeter ki sizin gibi insan olsunlar dedi. Bu durumda benim de iki tane şartım var dedim. Birincisi, eğer çocukları bana vereceksen 25 yaşına kadar bende kalacaklar. 25 yaşına kadar ben aynı bir Türk gibi bir Avrupalı gibi yetiştireceğim onları, üniversiteyi bitirteceğim, ondan sonra kabileye geri göndereceğim. İkinci şartım da sen öldükten sonra kabileye reis olarak da o çocuğu vereceksin dedim. Kabul etti. Çocuklarımızı başkent Dodoma’ya aldık. Oraya 400-500 km uzaklıkta. Hem okula gidiyorlar hem de İslami eğitimlerini alıyorlar. Çocuklar büyüyüp yetişince geriye çok da dönmek istemiyorlar. Biz de zaten kabilede yaşasınlar istemiyoruz. En yakın şehirde onlara bir takım yaşamsal zeminler oluşturuyoruz. Ama kabileyle bağlarını devam ettirsinler kendi ailelerine kabilelerine faydalı olsunlar istiyoruz. Oradaki lokal medreseler ve lokal vakıflarla anlaşıp, idarecilerini, hocalarını, şeyhlerini Türkiye standartlarını görmeleri için Türkiye’ye getiriyoruz. Temizlik anlayışımızı, yeme içme alışkanlıklarımızı, İslami hassasiyetlerimizi, çocuk yetiştirme tarzımızı görsünler istiyoruz. Afrika’da bir çocuğa 5 senede Kuran-ı Kerim öğretebilirken Türk insanı bunu 10 güne düşürebiliyor. Bu teknikleri öğretiyoruz. Gelen çocukları da oralarda istihdam etmek üzere kabilelerinde başkanları ya da kabilelerinin birer üyesi olmak üzere istihdam ediyoruz.
Bir başka hatıram da Hüseyin amcayla ilgili. Bu fotoğraftaki amca, 105 yaşında, 19 yaşında Müslüman olmuş. 5 tane yetişkin oğlu var. Onun yaşadığı bölgeye Kurban dağıtımı için gitmiştik. O süreçte rehberimiz Sait, bir amca var biliyorum çok yoğunuz ama bu amca 105 yaşında, çok yaşlı, evinden çıkamaz, kurbanı onun ayağına kadar götürelim, yola öyle devam edelim dedi. 105 yaşında deyince benim aklıma 10 sene önceki bir hatıram geldi: Zimbabwe’de Müslüman olmak isteyen 16-17 kişilik bir gruba İslam’ı anlatıyorduk. Onların İslam’a giriş törenlerini yaptık; Kelime-i Şehadetler, tekbirler, kucaklaşmalar, ağlaşmalar… İçlerinde 70 yaşında olan bir amca da vardı. O amca Müslüman olunca, ismini Muhammed koyduk. Daha sonra Muhammed amca “Geçen sene bu köye gelmiş miydiniz” diye sordu. “Buraya değil ama yakın köylere kadar geldik” dedim. O zaman amca “Benim eşim ve kızım sıtmadan öldüler, geçen sene gelseydiniz onlar da Müslüman olurdu. Onlar için yapabileceğimiz bir şey yok mu” dedi. Ben bittim orada, ne cevap vereceksiniz. Adam başladı ağlamaya. Amca Allah büyüktür, onlar için de dua edelim dedim ama çok tatmin olmadı. O amca 5-6 sene sonra vefat etti. Rehberim Sait, 105 yaşında gitmemiz lazım deyince bu hatıra aklıma geldi ve hemen teklifi kabul ettim. Hüseyin amca dedi ki, “Sizin kurban dağıttığınızı duydum ama kurban için sizi buraya çağırmadım. Benim 19 yaşında Müslüman bir patronum vardı, o namaz kılardı. Çok iyi davranırdı bana, ben abdest suyunu tutardım, seccadesini sererdim. Bir gün ben de namaz kılmak istiyorum senin gibi dedim. O da bana Müslüman olman lazım dedi. Tamam dedim ve Müslüman oldum. O günden beri hiç namazımı aksatmam. 19 yaşımdan 105 yaşıma kadar bu bölgenin Müslümanlaşmasını ben gerçekleştirdim. Ancak şu 5 çocuğumu Müslüman yapamadım. Beyaz adam olarak belki sen bir şey yaparsın”, dedi. Onlara önce Muhammed amcanın hikayesini sonra İslam’ı anlattım ve dedim ki, ben buraya bir daha ya gelirim ya gelemem, babanız ya yaşar ya yaşamaz. Babanız cennete giderken sizin cehenneme gitmenizi istemiyor, sizinle beraber olmak istiyor. Aklınız başınızdayken tez elden Müslüman olun dedim. O çocuklar böylece İslam’a girdi babaları da 3-4 ay sonra öldü.
Burası da Zanzibar. Zanzibar’da sınıflarında pencere falan olmayan, son derece kötü şartlarda oluşturulmuş bazı okulların ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Bu okulların sıraları Unicef tarafından verilmiş. Öğrenciler İslami eğitim de alıyorlar. Bunların tamamının Kuran-ı Kerim ihtiyaçlarını biz karşılıyoruz.
Afrika’daki evlerde de ne sıva, ne duvar kağıdı, ne halı, ne klima var. Lavabo yok, tuvalet yok, ihtiyaçlar dışarıda doğal ortamlarda gerçekleşiyor. Ama ne var biliyor musunuz? Afrika’da evlerde huzur var. Nefes aldıkları sürece sevinçliler, mutlular. Anneleri babaları sağsa, kardeşleriyle beraber toprakların üstünde ağaçların altında oynayabiliyorlarsa mutlular. Huzur dediğiniz zaten nedir ki! Şu geçici fani dünyadan 3-5 lokma yemek yiyip, 3-5 kere nefes alıp çekip gideceğiz. Paranın, modanın, kıskançlıkların, çekememezliklerin, kendini beğenmişliklerin esiri oluyoruz modern dünyada. Afrika insanı bu esaretlerden uzakta çok daha mutlu yaşıyor.
Bu fotoğrafta gördükleriniz da Müslüman olan çocuklarımız. Medreselerden bir küçük grupla siyer dersi yapıyoruz. Resulullah’ın hayatını anlatıyorum çocuklara. Hemen arkamdaki tercüman onların diline çeviri yapıyor.
Kadınlarla ilgili yürürlüğe soktuğumuz projelerimiz var. Hanımlara orada küçük meslekler edindirmeye çalışıyoruz. Mesela dikiş makinesi alıp dikiş dikmelerini sağlayabiliyoruz. Kendi elbiselerini kendileri diksinler, satsınlar. Tarlası olanlar var. Onların yaşamlarını kolaylaştırıcı yardımlar yapıyoruz. İhtiyaçları tespit ediyoruz. Mesela, traktör sahipleriyle anlaşıp tarlalarını sürdürüyoruz.
Afrika’da belli bir yaşa gelen kızlar, genç kızlığa adım attıktan itibaren okula gidemiyor. Malum sebeplerden dolayı utanıyorlar, çünkü kendilerini iyi bir şekilde koruyamıyorlar, temizliklerini yapamıyorlar. Bunun için de bir çalışma yaptık; Ped, iç çamaşırı ve bir takım sabun gibi genç kızların ihtiyacı olan şeylerle tanışsınlar, alışsınlar diye. Öğretmenleriyle iş birliği yapıyoruz, 9 yaş üzeri çocukların sayısını öğreniyoruz ve onların eşliğinde evlerine gidip bu malzemelerin nasıl kullanacaklarını öğretiyoruz. Böylece çocukların okula gitmelerini teşvik etmiş oluyoruz.
Türkiye’den Afrika ile ilgilenen dernekler iki gruba ayrılıyor. Birisi bizim gibi bir alana yoğunlaşmış. Bir de Türk tipi dernekler var; biz kuyu da açarız, kurban da keseriz, yetimhane de açarız şeklinde her şeyi yapmaya çalışan dernekler. Biz bunların kalıcı olmayacağını düşünüyoruz. Sahada İsviçreli, Alman, İngiliz misyonerlerle karşılaşıyoruz. Onlar tek bir konuya odaklanmış 100 yıl, 200 yıl boyunca aynı konuda derinleşmiş dernekler. 100 yıldır sadece dudak ameliyatı yapan dernekler var. Sadece kız çocuklarının eğitimi ile ilgilenen dernekler var. Bu tarz dernekler yol alıyor. Tanzanya’da 1901 yılında Müslüman oranı %90 iken bugün yüzde %50. İşte böyle çalışmalar sayesinde, bilinçli, sabırlı ve gayretli çalışmalarla mesafe almışlar. Biz de bağışlayın milyonlarca doları Afrika’ya gömüyoruz ama Afrika insanı sadece karnını doyuruyor, ertesi sene bir daha bekliyor. Böyle olduğunda Afrika insanının teşebbüs ruhunu öldürüyoruz. Öyle şeyler yapmalıyız ki bu insanların kendileri ayağa kalkıp dirilsinler. Ben Türk insanının bu konuya odaklanması gerektiğini düşünüyorum..
Bizim bir de Mauritius ayağımız var; oranın da fahri konsolosuyuz Türkiye’de. Mauritius 1,5 milyon nüfusa sahip, okyanusun ortasında Türkiye’ye çok uzak bir noktada bir ada. %20’si Müslüman ve Hanefi. 80’den fazla camisi var. 1911 ile 1923 arası Türkiye’ye mallarını, altınlarını, her şeylerini satarak yardımda bulunmuşlar. Biz orada bayramlarda ve Cumalarda evlerin balkonlarından Türk bayrağı sarkıtıldığını görünce bizimle ilgili bir şeylerin olduğunu hemen anladık ve çalışmalara başladık. Bir kitap hazırladık Mauritius Müslümanları ve Osmanlı ile ilgili. Sonra TRT konuya eğildi ve 4 bölümlük bir belgesel çekti. TRT yakında bu belgeselin lansmanını yapacak ve Cumhurbaşkanımız oradan Osmanlı’ya yardım etmiş fakat savaşta olduğumuz için makbuzları gönderilmemiş Müslümanlara makbuzlarını takdim edecek.
Mesela bir aile var, 17 defa 1000 pound göndermiş. Çok zengin, varlıklı bir aile. Ben de bekliyorum ki torunları da kendisi gibi olur. Biz bu adamı Mahmutpaşa gibi bir yerde, yerde tişört satarken bulduk. Gulam Hüseyin sen misin, sarıldım boynuna, senin deden bir kahraman neler yapmış bir bilsen dedim. Balkan Savaşlarından itibaren Osmanlı’nın zor dönemlerinde kendileri gidip savaşamıyorlar diye maddi destekte bulunmuşlar. O zamanlar hilafet var, onlar da Müslümanlar olarak halifeye bağlı hissediyorlar kendilerini. Hep dokümanları elimizde bu yardımların.
Şu an Mauritius’ta bağlı olduğumuz Cumhurbaşkanımız dünyanın ilk kadın Müslüman Cumhurbaşkanı. Bir mikrobiyolog, Nobel’e aday gösterilmiş. İftihar edilecek bir hanımefendi. Darbe günü 16 Temmuz’da Cumhurbaşkanımıza gönderdiği mektupta şöyle yazmış; “bir kadın olarak ülkeniz için çok şey yapamam ama hiçbir güç benim gelip ülkeniz için ölmeme engel olamaz.”
Özeti hazırlayan; Zeynep Karataş