Gazeteci- Yazar Taha AKYOL
14 Mart 2009
Atatürk hakkında ikinci kitap çalışmasını yapıyorum bu ikinci kitabın adı “Ama Hangi Tek Adam” yahut “Ulu Önder” olacak. Türkiye’de kişilik kültürünün nasıl teşekkül ettiğini inceleyen, Atatürk’ün yetişme tarzını, etkilendiği olayları, okuduğu kitapları, mizacını, hayat tarzını ve bütün bunların politik tavırlarını nasıl etkilediğini anlatan bir kitap olacak. O kitapta Atatürk’ü, onu yoğuran üç temel özelliğinden yola çıkarak anlatmaya çalışacağım. Bütün bunların hepsini Atatürk’ün Selanikli olmasına yani bir Balkan çocuğu olmasına bağlayacağım. Yahya Kemal ve Mehmet Akif de birer Balkan çocuğudur. Şemsettin Sami, Ömer Seyfettin de öyle. O devir Balkan çocuklarının yaşadığı derin duygu, ayağımızın altındaki toprak gidiyor kaygısıdır. O yüzden Balkanlardaki Türkler, Müslümanlar, Anadolu’dakilerden daha aktif, daha telaşlı, gayretli ve fikirlerinde daha keskin olmuşlardır. Çünkü Anadolu köylüsü için Yunanlar, Bulgarlar çok uzakta, nasıl olsa buraya gelmezler düşüncesi hâkim.
Balkanlar’da Mustafa Kemal nesli, daha babaları zamanında Bulgaristan bizim eyaletimizken, kendi dönemlerinde bağımsız devlet olup kopup gittiğini görmüşlerdir. Bu kuşağın, yani milli mücadeleyi yapacak olan ve Mustafa Kemal’in kuşağının babaları için Yunanistan diye bir şey yoktu, Teselya eyaleti vardı, Mora vardı, Yanya vardı ama bu çocuklar buraların kopup gittiğini ve bir Yunan devletinin kurulduğunu görmüşlerdir. Belgrad bir sultanın katıldığı büyük seferlerin bir serhat şehriydi, şimdi Selanik’i almak isteyen Sırbistan’ın yeri olmuştur. Nitekim Yahya Kemal’in şiirlerini okuduğumuzda aynı melankoliyi, aynı hüznü, telaşı ve özlemleri görüyoruz. Buradan Türkiye’deki fikir hareketlerinin, darbelerin, siyasi mücadelelerin, İttihat ve Terakki’nin, Meşrutiyet hareketlerinin ve Türkçülük hareketlerinin Balkan odaklı olmasını bizim ciddi olarak anlamamız lazım. Ayrıca Balkanların bir özelliği daha vardır; Anadolu’ya bir damla yağmur yağdığı zaman, Balkanlar’a iki damla yağmur yağar.
Tarihin her döneminde Balkanlar Anadolu’dan daha refah, şehirli, eğitimli ve meslekler itibarıyla daha çeşitli olmuştur. Nitekim Ömer Lütfi Barkan’ın “Kanuni Sultan Süleyman döneminin bütçeleri” hakkında çalışması var. Osmanlı İmparatorluğunda alınacak vergiler oranın tahriri gelirlerine göre ayarlanıyordu. Balkan eyaletleri üç birim vergi veriyorsa, batı ve orta Anadolu iki birim vergi veriyordu, doğu bir birim vergi veriyordu. Bu Balkanlıların hayatlarının daha çeşitli, daha renkli olması sonucudur.
Ahmet Cevdet Paşa, bana göre 19.yüzyıldaki bilim, düşünce, reform sahasında bizim en büyüğümüzdür. Kendisi Lefkoşa Eyaleti’nde bulunmuştur ve Anadolu’ya çeşitli müfettişliklerle gittiği için Anadolu’daki Müslümanların hayatıyla Balkanlar’daki Müslümanların hayatı arasındaki farkı görmüştür ve yazmıştır. Mesela Bosna’ya gittiğinde Bosnalı kadınların tesettüre uymakla birlikte ne güzel sokaklara çıktıklarını, alışveriş yaptıklarını, kendi aralarında toplandıklarını, gerektiğinde erkeklerle tartıştıklarını büyük bir sevinçle anlatır.
Anadolu’ya gittiğinde kadınların, erkekleri görünce hemen arkalarını dönüp çömeldiklerini, sokağa çıkmadıklarını da üzüntüyle anlatır. Bu, Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti’ni, Fethi Okyar’ı, o kuşağı yetiştiren neslin coğrafyası. Bu sebeple bu neslin tamamında, çok kuvvetli bir milliyetçilik ve vatanseverlik duygusu vardır. Mustafa Kemal’in ve bütün arkadaşlarının en önemli özelliklerinden birisi, vatanseverlik ve milliyetçiliktir. Ancak burada Kemalistlerden benim ayrıldığım bir nokta var. Mustafa Kemal’in vatanseverlik ve milliyetçilik anlayışı, gökten vahiy alır gibi son söyleyeceğini baştan düşünerek oluşmuş bir milliyetçilik değildir. Zaman içerisinde şartlara göre ve kendisinin, kendi egosunun tatmin durumuna göre değişmiştir. Biraz sonra milliyetçilik anlayışının nasıl değiştiğini anlatacağım. Elbette Mustafa Kemal Paşa’nın hayatına baktığımızda, Arapların ülkesi olan Libya’yı Osmanlı’ya sadık tutmak için, İtalyanlara vermemek için Libya’da savaşan Mustafa Kemal’in Türkçü olduğu söylenemez. Orada “Ne mutlu Türk’üm diyene.” diye düşünmüyordu bile. Ama sonradan bunu diyecektir ve 1930’larda kuvvetli ve aşırı diyebileceğimiz bu görüşe sahip olacaktır. Bu milliyetçiliğinin birinci özelliği, ikincisi Mustafa Kemal, arkadaşları içerisinde batılı hayat tarzına en yatkın olan insandır. Gazinolara gitmektedir, batılıların hayat tarzını çok sevmektedir. Geleneksel Osmanlı kıyafetini sevmiyor. Çocukluğunda askerlerin modern üniformalı, şık kıyafetlerini beğendiği için asker olmak istiyor. Bu onun ilerde yapacağı devrimlerdeki batılılaşma algısının nerelerden kaynaklandığını gösteriyor. Hatta öyle ki Mustafa Kemal daha Sofya’da, hemen Osmanlı sınırlarından çıkar çıkmaz şapka giyiyor. Bu, Selanik muhitinde, batılılarla, Rumlarla, Yahudilerle sık sık temasta bulunmasının onda yarattığı batılılaşmacı milliyetçilik. Hâlbuki Karamanlı Kazım Karabekir de bu kadar katı batılılaşmacılık yoktur. O da modernisttir ama bu kadar katı değildir. Biraz sonra Mustafa Kemal’in, çocukluğundan aldığı, Selanik’ten, Balkanlar’dan aldığı bu batılılaşma eğilimlerinin etkilerini göreceğiz. Ama Mustafa Kemal, Milli Mücadeleyi yaparken batının emperyalist olduğunu, çok kötü olduğunu, asla kılığımızı kıyafetimizi batıya uydurmayacağımızı da söylemiştir. Üçüncüsü Mustafa Kemal Paşa’nın, diğer arkadaşlarının hiçbirinde olmayan yükselme hırsı, yönetme azmi, en büyük olma enerjisidir. Bu, tarihteki bütün büyük liderlerde vardır ve bu olmadığı zaman o enerjiyi bulamazsınız. 1930’larda bu enerji Mustafa Kemal’de yoktur. Niye olmadığını birazdan anlatacağım. Ama ondan önceki hayatına baktığımızda, günde bir saatlik, iki saatlik uykuyla nasıl çalıştığını da göreceğiz. Bu sadece milliyetçiliğinden, batılı hayat tarzına, disipline alışık olduğundan değil, o muazzam hırs ve enerjiden geliyor. Bir gün Selanik’te ‘Kale’ adında mahallede bir gazino varmış, orda çocuklara soruyorlar, sen ne olacaksın diye. Hepsi değişik cevaplar veriyor ama bir yerde tıkanıyor. Mustafa Kemal’e soruyorlar, ben hepinizden büyük olacağım diyor. Fethi Okyar diyor ki; “padişah yapsanız, daha büyük olmak ister o”. Bu enerji ve hırs bütün büyük liderlerde vardır. Bu enerji bazen yıkıcı bazen yakıcı olabilir. Bu verilerden yola çıktığımızda, Mustafa Kemal’i oluşturan bazı aşamalar söz konusu. Burada bizim tarihe, İslamiyet’e ve Atatürk’e bakışımızda büyük bir yanılgımız var. Onların en son söyledikleri şeyleri, en başta düşündüklerini zannediyoruz. Hâlbuki biz bir şey düşünürken, zihnimize girmiş birtakım verilerle düşünürüz. Bugünkü düşüncemizde ne var? Mesela hepimizin kafasında özelleştirme diye bir kavram var, yirmi sene önce yoktu. Rahmetli Turgut Özal’dan önce devletleştirme vardı. Mustafa Kemal’in hayatında da demin söylediğim o üç motivasyon olmakla beraber bunların içeriği zamanla değişmiştir.
Mustafa Kemal’in, Enver Paşa’yla sürekli itişip kakışması var. Enver Paşa, Mustafa Kemal’den bir sene daha kıdemlidir. O da tıpkı Mustafa Kemal gibi hırslı, enerjik. Kendisinin tarihi bir misyonu olduğuna inanan fakat muhafazakâr ve Turancı. Fakat ikisi de çok hırslı olduklarından dolayı sürekli en iyi kumanda – mevki konusunda sürekli itişip kakışıyorlar. Bunda tabi ikisinin de ayrı dünya görüşüne fakat aynı hırsa sahip olması etkendir. Enver Paşa çok atılgan, sözünü esirgemeyen, ihtiyatsız ve maceraperest olduğu için işte Birinci Dünya Savaşı’na bizi maalesef sokuyor. Sokmayabilir miydi tabi o tartışma konusu. Savaşa giriyor ve Osmanlı İmparatorluğu çöküyor. 13 Kasım 1918’de Mustafa Kemal Paşa, Suriye’deki görevinden sonra Adana’ya gelmişti. Sonra Sadrazam Ahmet Cevdet Paşa’nın çağrısıyla İstanbul’a gelmiştir. Artık tarihimizde onu Atatürk yapacak, uzun inişli çıkışlı, karmaşık çizgi oluşmaya başlar. İstanbul’a geldiğinde milliyetçi olarak, batılılaşmacı olarak ne yapabilirim, en büyük gücü nasıl elde edebilirim diye düşünüyor. Burada hem ego duygusu var hem de o gücü milliyetçilik ve vatanseverlik gibi inandığı değerler için kullanması var. Mesela Mustafa Kemal Paşa’ya diyorlar ki, seni Ali İhsan Paşa’nın Diyarbakır’daki kolordusunun başına tayin edeceğiz. Mustafa Kemal bunu kabul etmiyor çünkü İstanbul’dan uzak, politik etkinliği olmayacak önemsiz bir görev. Kendisine bu görev verildiğinde, harbiye nezaretinde verdiği bir dilekçe var. Diyor ki, “eğer amacınız beni İstanbul’dan uzaklaştırmaksa ben İngilizlerin rahatsız olduğu bir adam değilim”. Bir başka olay, sonradan araları açıldı ama en iyi arkadaşlarından Fethi Okyar’ın çıkardığı Minber Gazetesi’ne “Osmanlı devletinin en hayırhah dostu İngiliz milletidir” diye demeç veriyor. O vakit İstanbul işgal altındadır. Buradan birtakım İslamcılar, bak görüyor musunuz Mustafa Kemal İngilizlerin adamıydı diye sonuca varıyorlar. Hayır, Mustafa Kemal evvela hürriyetçilik duygusuyla daha sonra batılılaşmacı olduğu için batıya her zaman düşman diye bakmıyor, analitik bakıyor ve son olarak +ta siyasi güç elde etmek için İngilizleri ürkütmemesi, onlarla iyi ilişkiler kurması gerektiğini biliyor. İnkılap tarihleri maalesef, bu demeci yazmazlar. Nitekim Mustafa Kemal’in o sırada amacı Harbiye Nazırı olmaktır. Harbiye Nazırı savaş işleri bakanı, bugünkü milli savunma bakanıyla karıştırmayın. Harbiye Nazırı, nerdeyse ordunun başkumandanıdır ve askeridir, kumanda yetkileri vardır. Mustafa Kemal de Enver Paşa gibi harbiye nazırı olmak suretiyle, sadece bakan olup siyasi bir şeyler elde etmek değil, ordunun başına geçmek planındadır. Fakat harbiye nazırı yapmıyorlar. O sırada padişahın kızıyla evlenmek, bu da Enver paşa modeli. Bu konuyu Atatürk’ün kendisi, ‘Padişah Vahdettin beni evlendirmek istedi ama ben sultanı göreyim dedim, o da gelmedi’ diyor. Ayağına çağırıyor, bu anlatışında bile ondaki o ben duygusu öne çıkıyor. Hanedan tarafından ise bunun aksi bir bilgi mevcut. Murat Bardakçı’nın da yazdığı gibi sultan hanım başka birine âşıktır. Danıştay üyesi genç birine âşıktır. Her neyse bütün bunlar Mustafa Kemal’in yükselmek için nasıl bir enerjisinin olduğunu, enerjisini nasıl politik taktiklerle yürüttüğünü gösteriyor.
Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından çok değerli bir araştırmacı olan Alev Coşkun “Ama Hangi Atatürk” kitabım hakkında yaptığı eleştiride diyordu ki “Çanakkale’de düşmanı dize getiren kahraman Mustafa Kemal, İngilizlerle böyle bir şey yapar mı?” İşte bu tarihe bakış açısından bu çok önemli. Çanakkale’de Mustafa Kemal, askeri dehası ve vatanseverliğiyle İngilizleri mağlup etmiştir. Ama buradaki Mustafa Kemal, İngilizlerle savaşan Mustafa Kemal değildir. İstanbul’u işgal etmiş İngilizlerin elinden siyasi gücü, kudretli mevkii almak isteyen, İngilizleri ürkütmemek isteyen Mustafa Kemal’dir. Bu, İslam’a bakış bakımından da son derece önemlidir. Parantez açarak da şunu söyleyeyim, İranlı büyük Ayetullah diyor ki, “70 yaşındaki bir ulemanın yazdığı ilmihal kitaplarına 15, 18 yaşındaki kızların ve oğlanların uymasını beklemek haksızlık olur. Yaşına, çağına, devrine göre bunu değerlendirmek gerekir”. Mustafa Kemal, Çanakkale’de savaşan bir kahramandır ama İstanbul’da politika yapan bir generaldir. Sonra olaylar böyle gelişmiyor. İlk önce Kazım Karabekir Anadolu’da bir Milli Mücadele düşünüyor. Karabekir’in Anadolu’ya geçişi mart başlarındadır. Gitmeden önce Mustafa Kemal Paşa’yla da görüşüyor, ‘siz de gelin, başımıza geçin.’ diyor. Bu çok önemlidir. Mustafa Kemal’in liderliğine 1918’in Mart- Nisan ayından itibaren hiç itiraz eden olmamıştır. Herkes bunu ona layık görmüştür. Mesela Karabekir’le çok sert mücadeleler olmuştur. Karabekir’i İstiklal Mahkemelerine vermiştir, idam ihtimali gündeme gelmiştir, ev hapsine koymuştur. Ama hiçbir zaman bu kavgalar içerisinde Karabekir, sen liderliği bırak ben olayım ya da ben olsaydım daha iyi yapardım diye bir cümle kullanmamıştır. Bu, Mustafa Kemal’in askeri ve siyasi dehasını herkesin kabul ettiğinin örneğidir. Sonra Anadolu’ya geçiliyor. Bu konuda size İsmet Paşa’nın “Hatıralar” adlı kitabını da tavsiye ederim, olgun ve ağırbaşlı bir kitaptır. Mesela Nutuk’ta Atatürk, Kazım Karabekir’i en hain dimağlardan biri olarak suçlar. İsmet Paşa ise bu suçlamanın yanlış olduğunu, siyasi şartlar sebebiyle yapıldığını, Atatürk yaşasaydı ilerde Nutku başka şekilde söyleyebileceğini belirtiyor. Bakın hep tarihi şartlar değiştikçe, insanların söylemi de değişiyor. Mustafa Kemal, 1927’de yani Şeyh Sait İsyanı ve tek parti diktatörlüğünün kurulmasının olduğu zamanda Kazım Karabekir’e karşı çok ağır ithamlarda bulunmuştur. Bütün bunları şu vurguyla yapıyordu; her şeyi içinde bulunduğu şartlara ve ortama göre yapmamız lazım çünkü insanların davranışları ve düşünceleri, içinde bulunduğu şartlardan zihne gelen vurgu ve verilere göre oluşur. Anadolu’da Mustafa Kemal’e bakıyoruz, daha önce hiç duymadığımız bir terminolojiyle konuşuyor. Bu son derece İslamcı, Abdülhamit’ten ve Şeyhülislam’dan daha İslami bir dil kullanıyor. Ayrıca o güne kadar Osmanlı literatüründe hiç görmediğimiz antiemperyalist, halkların kurtuluşu, mazlum milletler diye bir söylem var. Mustafa Kemal’in aşağı yukarı Sivas Kongresi’ne kadar olan konuşmalarını incelediğimizde, emperyalizm gibi mazlum milletler gibi doğu milletlerinin kurtuluşu gibi kavramlar görmüyoruz. Milli Mücadele iki temel ideoloji, iki temel motivasyon ve iki temel stratejiyle kazanılmıştır; birisi İslam, öbürü Bolşeviklik. İşte bu kavramlar Lenin’den silah almak için hep Lenin’den ödünç alınmış kavramlardır. TBMM açılacak, insanların hazırlığı için filan 20 Nisan diye bir tarih düşünüyorlar. Sonra bakıyor ki Mustafa Kemal 23 Nisan Cuma, ‘Mübarek Cumaya alalım.’ diyor. Genelgeler gönderiliyor, meclisin açılışı sırasında namazlar kılınacak, tekbirler getirilecek, dualar okunacak diye. Bütün bunların ayrıntıları var. Karabekir gibi muhafazakâr biri bile bu kadar ayrıntı düşünemez. Niye yapıyor bunları Mustafa Kemal? O sırada Anadolu’da isyanlar var ve bu isyanlar halife adına yapılıyor. Şeyhülislamın fetvası var, ‘Mustafa Kemal çok ağır bir günah içerisindedir, ey müminler Mustafa Kemal’e karşı çıkmak sizin için bir farz’ diye. Mustafa Kemal de meclis açılışındaki bu tavrıyla demek istiyor ki “Şeyhülislam kim oluyor, ben ondan daha dindarım”. Aynı zamanda Anadolu isyanlarında diyor ki “ben padişahtan bile dindarım”. Peki batıcı Mustafa Kemal nerede? O şimdi gölgede.
Bütün bunlar şartlara göre nasıl davrandığını gösteriyor. Bu bir siyasi deha. Zafer kazanılmış, Mustafa Kemal Paşa, İzmir’den Ankara’ya dönüyor. Her tarafta marşlar, tekbirler, dualar. Üç yüz yıldır şurası da gitti burada da yenildik acılarını yaşamış olan Anadolu insanı ilk defa göğsünü gere gere bir zafer yaşıyor. Bunun heyecanını düşünün. Mustafa Kemal muazzam bir törenle karşılanıyor. Meclise girerken orada bir hoca efendi ezan okumaya başlıyor. Hemen Mustafa Kemal susturuyor, “bunun yeri bura değil cami” diyor. İşte batılılaşmacı Mustafa Kemal, bunu uygulamaya başlayabileceği gücü ele geçirince hemen uygulamaya başlıyor. Mustafa Kemal’in antiemperyalist olduğu konusunda da çok yaygın bir sol Kemalist görüş vardır. Hatta onlara göre İngiltere ile 1939 Kasım’ında ittifak antlaşması yaptığı için Türkiye’ye emperyalizmi İsmet Paşa sokmuştur. Peki, Mustafa Kemal onların dedikleri gibi midir? Sakarya Savaşı’ndan sonra Mustafa Kemal’in ağzından bir defa bile emperyalizm kelimesi çıkmamıştır. Ayrıca mazlum milletler, doğu milletlerinin kurtuluşu kavramı da çıkmamıştır. Mustafa Kemal’in mazlum milletler söylemi sadece Lenin’den destek almak içindi. O sırada İstanbul’da İngilizler var, İngilizler Rusya’daki Bolşeviklere karşı savaşan beyaz orduya habire silah ve cephane gönderiyorlar. Şimdi biz Lenin olalım düşünelim; ne isteriz? İngilizlerin İstanbul’dan atılmasını isteriz. Kim atabilir? Mustafa Kemal. Kendimizi Mustafa Kemal yerine koyarsak da silah isteriz. Nerden alacağım? Rusya’dan. İşte o sırada bu iki liderin birbirini öven stratejileri örtüşüyor. Hatta Lenin’in Ankara’ya ilk gönderdiği elçiyi Mustafa Kemal törenle karşılıyor, epey ilgileniyor. Hatta törenden sonra elçiye diyor ki, “ben de Bolşeviğim, siz bize silahı verin biz de sizin gibi bir rejim kuracağız hatta kurmaya başladık bile”. O da soruyor, “siz bizdeki gibi rejimi nasıl kuracaksınız, meclisiniz hocalarla dolu”? Mustafa Kemal, “siz bize silahı verin, ben onları da ayıklayacağım” diyor. Ve silahı alıyor.
Sakarya Savaşı’ndan sonra artık silaha ihtiyacı kalmamıştır. Artık batılıları yumuşatması lazımdır ve söylemi yavaş yavaş batılılarda iyidir söylemine dönüşüyor. Ve İzmir’in kurtarıldığının ertesi günü Fransız Gazeteci Morissero’ya yaptığı açıklamada “Yeni Türkiye garba teveccüh etmiş Avrupalı bir Türkiye olacaktır.”der. Bakın artık Bolşevizm de geride kaldı, Kazım Karabekir’in bile bu kadarı da fazla dediği İslami düşüncede geride kaldı.
Yani Mustafa Kemal kurtuluş savaşı sırasında pragmatist bir strateji uygulayan bir dehadır. Ne Bolşeviktir ne İslamcıdır. Daha çok batıcı bir anlayışı vardır. Ve imkânı olduğunda da bu anlayışını öne çıkaran uygulamaları hayata geçirmeye çalışmıştır.
Özeti Hazırlayan: Hatice Polat