{jcomments on}Bünyamin Duran’ın ‘Akıl ve Ahlȃk’ ismiyle Nesil Yayınları’ndan çıkan kitabı; akıl ve ahlȃk üzerine filozofların düşüncelerinden ve Bediüzzaman’dan faydalanılarak yapılan bir çalışmadır.
Yazarın ifade ettiği gibi ahlȃk; dinle, insanın ontolojik, psikolojik ve sosyolojik yapısıyla olan derin ilişkisinden ötürü öteden beri kelȃmcıların ve filozofların üstünde durduğu ve ahlȃk sistemini sağlam bir zemine oturtmak için çalıştıkları bir olgu olmuştur.Kitap üç bölümden oluşmaktadır:
Birinci bölüm; Genel Olarak Akıl, Felsefede Akıl, Kelȃmcılarda Akıl, Bediüzzaman’da Akıl, Nesnel Akıl-Öznel Akıl, İslami Düşünce’de Aklın Önemi, Akıl İman İlişkisi, Genel Olarak Vahiy, Vahyȋ İlkeleri Anlama ve Yorumlama Problemi gibi başlıklardan müteşekkildir. “Aklın müstakil bir cevher olduğu görüşü daha çok felsefecilerin görüşüdür. Çünkü onlara göre Tanrıdan sonra en etkin varlık akıl varlığıdır. Helen filozofu Plotinus’a göre Tanrıdan ilk sudur eden “İlk Akıl” olmuştur…
“Akıl ve mahiyeti ile ilgili ilk eser veren İslam Filozofu Kindȋ’dir. Aristo’nun ve yorumcularının yaklaşımlarını benimseyen Kindȋ, aklı dört kategoriye ayırarak sistemleştirir. Birincisi zatında bir cevher olan faȃl akıldır ki bedenle ilişkisi yoktur. İkincisi ‘güç halindeki akıl’dır. Üçüncüsü ‘fiil halindeki akıl’dır. Bu akıl ‘Faȃl Aklın’, ‘Güç Halindeki Aklı’ etkilemesi sonucu bilgiyi elde eden akıldır. Dördüncüsü ise fiil halindeki aklın bilgi elde etme konusunda ileri derecede maharete sahip olması düzeyi, yani müstefad akıldır.(Kindȋ, 1973,s.1-4)
“Farabȋ de Kindȋ’nin yaklaşımını kabul eder fakat insan aklı ile faȃl akıl arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmaya çalışır. İbn-i Sina ise insan aklı ile faal akıl ilişkisini derinleştirir. İbn-i Sina’ya göre insan aklı tefekkür, tasavvur ve taakkul yoluyla ortamı hazırlar ve iki akıl arasında bağlantıyı kuracak düzeneği kurar.”
“Endülüslü Filozof İbn-i Rüşd ise bu konuda farklı bir yaklaşım geliştirir. Ona gör mahiyeti ve fonksiyonları bakımından farklılık arz eden akıllar nefsin farklı görünümlerinden başka birşey değildir. İbn-i Rüşd bu yaklaşımı ile Kant’a da öncülük etmiştir. Kant’ta benzer bir yaklaşım öne sürer.”
” Kelȃmcılar ise bu konuda farklı bir yaklaşım sergiler. Nitekim Gazalȋ İslami Literatür’de aklın üç anlamda kullanıldığını ifade eder; birinci kullanımı “İlk akıl “anlamındadır. İkinci kullanımı, insani ruh anlamındadır. Üçüncü kullanımı ise ruhun bir sıfatı, fonksiyonu anlamındadır. Gazalȋ’ye göre görme olayı ile göz arasındaki ilişki gibi ruhla akıl arasında da bir ilişki vardır. Göz nasıl görme olayında bir araçsa, akıl da insanın dışsal ve içsel gerçeklikleri kavramasında bir araçtır.(Hakikat Bilgisine Yükseliş, Gazali, Çev. Serkan Özburun, 1995, s.18-19)”
“İmam-ı Eşarȋ, aklı felsefenin kabul ettiği gibi müstakil bir cevher olarak almaz. Ona göre akıl bilgiyle eş anlamlıdır. Ancak bu bilgi teorik bilgi değil zorunlu bilgidir…”
“Fahreddin-i Razȋ , Eşarȋ ve izleyicilerinin akıl tanımına karşı çıkar. Ona göre akıl ve bilgi özdeş olamaz; çünkü öyle durumlar vardır ki akıl olduğu halde bilgi olmayabilir. İnsan uyurken akıl devrededir, fakat bilme kabiliyeti devre dışıdır.” Yazar örnekler ile felsefeciler ve kelamcılarda akıl tartışmalarını sunup buradan Bediüzzaman’da akıl olgusuna geçer. Bediüzzaman’ın aklın kalbin bir sıfatı olduğu hususunda Razȋ’yi benimsediğini ve yine Bediüzzaman’ın kalbin sağlıklı ve dengeli olmaması durumunda aklın ya ifrata ya da tefrite saparak dengeden uzaklaşacağını anlatır.
Kitabın İkinci bölümü: Genel Olarak Ahlȃk, Ahlȃki İlkeler Nesnel mi Öznel mi? , Ahlȃk ve İnsan Özgürlüğü, Gazalȋ ve İnsan Özgürlüğü, Luther’de ve Calvin’de İnsan Özgürlüğü, Bediüzzaman’da İnsanın Mahiyeti ve Kader, başlıklarından oluşmaktadır.
“Ahlȃk akli ve vahyȋ ilkelerin pratik hayatta somutlaştırılmasıdır. Filozofların ve kelȃmcıların tartıştığı ahlȃk konusu ve ahlȃki ilkelerin nesnel mi öznel mi olduğu olgusudur. Ve buna bağlı olarak vahiyden bağımsız olarak güzel veya çirkinin olup olamayacağıdır.”
“Ahlȃki ilkelerin nesnel mi öznel mi olup olmadığı tartışmasını ilk defa Platon’un gündeme getirdiğini görüyoruz. Ona göre; nasıl insanın içinde olan bir bilgi çeşidi ile matematiğin problemlerini çözmesi kabiliyeti varsa (Menon Diyaloğu), aynı şekilde kişinin ‘iyi’nin ne olduğunu bilebilmesi kabiliyeti de vardır….”
“Kur’an’da açık olarak evrensel ilkelerin varlığına atıflar vardır. Mesela bir ayette “Allah adaleti, ihsanı … emreder.” (Nahl-90) diyerek ‘adalet’ kavramını tanımlamadan adalet olgusuna gönderme yapar.”
“Aklın açık ilkeleri ve ilgili ayetlerden hareketle Maturidȋ ulema haramların çirkin olduğu için Allah tarafından yasaklandığı; helallerin de güzel olduğu için serbest bırakıldığı düşüncesindedir.”
“Bu konuda Eşarȋ ulema öncelikli olarak Allah’ı takdis ve tenzih etme kaygısındadır. Bu nedenle Allah’ın herhangi bir ilkeye bağlı olarak davranışlarını düzenlemek zorunda olmayacağını savunurlar. Gazalȋ tamamen insani dünya için geçerli olan ‘iyi’ ‘kötü’ gibi kategorilerin Allah için geçerli olamayacağını vurgular… Mutezile’ye göre fiiller güzel çirkin olarak iki kısma ayrılır; bunlardan bir kısmının güzel ve çirkinliği akli zaruretle bilinir.”
“Bu konuda Bediüzzaman Maturidȋ ekolün görüşünü benimser, fakat yeni kavramlar ve ilkeler keşfederek ilgili görüşü rasyonel bir çerçeveye oturtur. Bediüzzaman’ın bu konudaki çözümü ilahi ilkelerin sadece şer’i ilkelere mahsus olmadığı aynı zamanda onların yanında tekvini ilkelerinde olduğudur. … Tekvini yasalar evrensel, nesnel ve objektif yasalardır; bu yasaların içinde şimdilik bilebildiğimiz akli yasalar, ahlȃki yasalar, doğa yasaları tarihi ve sosyal yasalar bulunmaktadır.”
İnsanın hürriyeti konusu yine birçok doğulu-batılı düşünür tarafından ele alınmıştır. Kitabın yazarı insanın hürriyeti ile ilgili olarak Gazalȋ’de insan hürriyeti, Luther ve Calvin’de insan hürriyetinden bahisle Bediüzzaman’da insanın mahiyetine geçer.
Kitabın üçüncü ve son bölümü ise: Ahlȃk ve İrade Özgürlüğü, Kant’ta Ahlȃkilik, Bediüzzaman’da Ahlȃkilik ve çeşitli konularda ifrat- tefrit düzeyi ve ahlȃkilik başlıklarından oluşmaktadır.
Öncelikle yazar, Kant’ta ahlȃkı anlatmakta daha sonra Bediüzzaman’da ahlȃk anlayışına ve Bediüzzaman’ın ahlȃk ilkelerini kademelendirmesini anlatmaktadır.
“Seçim yapan yani seçim yapabilme imkân ve gücüne sahip olan kimse doğal olarak seçtiği ve yaptığı şeyden sorumlu olur.”
“Kant’ın ahlȃk anlayışı genel olarak insanın mahiyeti, aklı, özgür iradesi ve Allah ile ilişkisinden kaynaklanır. Kant insanın ikili bir yapıya sahip olduğunu; bir cephesiyle fenomenler âlemine (doğal dünya) diğer cephesiyle numenler âlemine (metafizik) ait olduğunu ileri sürer. …”
“Kant ahlȃki ilkelere mutlak uyanlar ve uymayanlar olarak iki zıt kutupta insanın olabileceğini kesin olarak çizmiştir.”
“Bediüzzaman ise insanın hayvansal içgüdülerini de dikkate alarak ahlȃki yaklaşımını geliştirir. İnsanda menfi olarak hazcılık, şöhret olma, düşmanlık, intikam, kendini beğenme gibi duyguların fıtratında olduğunu insanın bu duygularıyla beraber insan olduğunu ancak insanın aynı zamanda akıl sahibi olduğu bunları aklın kılavuzluğunda belirleyebileceğini; bunların ılımlı dozlarının insana zarar vermeyeceğini; önemli olan bu duyguların akıl ve kalple yönlendirilmesi gerektiğini vurgular.”
“Bediüzzaman Said-i Nursi’ye göre ahlȃk ve itidal arasında birebir bir ilişki vardır. Her türlü aşırılık ona göre gayri ahlakidir.”
Yazar; Bediüzzaman’nın üretimde, tüketimde, söz söylemede, sevmek ve nefret etmekte, cinsellikte, düşmanlıkta ve kamusal alanda ifrat ve tefrit düzeylerinde insanın hangi eğilimlerde olduğu vasat düzeyinde ise ahlakiliği nasıl yakalayabildiğini örnekler ile aktarmıştır.
Hazırlayan: Hatice Polat