Umut ve Kaygı Arasında Türk Gençliği

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

27 Ekim 2018

Ulaş TOL – Prof. Dr. Ferhat KENTEL

Ulaş Tol: 2017 Mart-Nisan aylarında sahasını tamamladığımız ve Prof. Dr. Ferhat Kentel hocamızın da danışmanlarından biri olduğu araştırmamızı sizinle de paylaşacağımdan dolayı mutlu ve heyecanlıyım.

Gençlik, toplumun birçok kesiminin; sivil toplumun, siyasetin, iş dünyasının hep radarında olan bir kesimdir. Gençliğe olan bakışta neredeyse ortası olmayan iki uç yaklaşımla karşı karşıyayız. Bir kesim gençlik nereye gidiyor telaşında, genellikle gençliğin mevcut değerlerden, geçmişten koptuğunu ve kötüye gittiğini düşünür ve“ne olacak bu gençliğin hali” sorusunu sorar. Bir diğer kesimde ise gençleri bir umut olarak görme eğilimi güçlüdür. Onlar da günümüzün rahatsızlıklarını gençlikle çözme peşindedir. Gençliğe bizi kurtaracak gözüyle bakarlar ve onlar içinde gençler “mutlak iyi” haline dönüşmüş bir kategoridir. Oysa genç dediğimiz kesim; ki nüfusun önemli bir kesimidir bu. Yaklaşık 17 milyon insandan bahsetmekteyiz; her çeşit insanı içinde alan, her düşünceden, her değerden insanı barındıran bir kesimdir. Yani toplum gibi heterojen bir yapıdır. Biz de bu araştırmamızda gençlerin temel eğilimlerini, geleceğe nasıl baktıklarını, benzerliklerini, farklılıklarını ortaya koymaya çalıştık. Bunu yaparken de gençliği geleceğimizi kurtaracak bir kesim ya da yozlaşmış bir kesim olarak gören gözlerden biraz uzak durmaya çalıştık.

TÜİK’in istatistiki bölge sınıflandırmasına göre 12 bölge vardır. Biz de bu 12 bölgeyi temsil eden 12 şehirde araştırmayı yürüttük.18-30 yaş arası kesimi hedefledik. Böylece Türkiye nüfusunun 17 milyonunu temsil eden bir kesimi araştırmış olduk.

Türkiye’de genellikle gençlik denince üniversiteye giden bir kesim gelir akla. Hatta gençlik araştırmalarının %80-90’u üniversite gençliği üzerindedir.Oysa genç nüfusun önemli bir kısmı başka hallerde de karşımıza çıkıyor. Öğrenci olan, işsiz olan, çalışma hayatına girmiş olan daha büyük bir kesimden bahsediyoruz. İşsiz, çalışan, ya da öğrenci olan gençliğin özellikleri ve gelecekten beklentileri birbirinden oldukça farklıdır. Bunun dışında tabi bir de öğrenci ya da istihdamda olmayan çoğunluğunu kadınların oluşturduğu genç bir nüfus var. Genç kadınların %36’sı bugün ne öğrenci ne de çalışıyor. OECD ülkeleri arasında Türkiye bu konuda birinci durumda.

Gençlerin medeni halleri ve aile ilişkilerine gelince; %58’i bekar ve kendi ailesi ile yaşıyor. %15’i evli. %26’sı bekar ve ailesi dışında yaşıyor.Kendi hayatını kuran, ailesinden ayrı yaşayanların oranı %23 civarında. Evlilik olana kadar aileden ayrı yaşama Türkiye gençliğinde çok görülen bir şey değil. Hem duygusal olarak kopmak zor, hem de ekonomik olarak ailesinin yanında kalmayı para kazansa bile tercih edebilmekte. Yani, aile gençlerin hayatında çok önemli bir yerde duruyor.

Gündelik yaşamlara bakınca gençler arasında çok farklılık görülmemekte. Türkiye’de çok üretken ve yaratıcı bir gündelik yaşam yok, bu da gençlere yansımış durumda. İnternette zaman geçirme, öğrencilik, iş genelde hayatın anlam alanını kaplamakta. Spor, sanat, kültür, sanat aktiviteleri çok az bir kesimin hayatında var. Televizyon izleme oranları Türkiye’de ve genç kesimde hala çok yüksek. Fakat diğer kuşaklardan farklı olarak internet daha merkezi bir konumda hayatlarında…

Eğitim konusuna geldiğimizde, bu alan gençlerin en memnuniyetsiz olduğu alan. Fakat öte yandan gelecek için en önemli parametrelerden biriolarak eğitim görülüyorlar. Eğitim için olmazsa olmaz ama çok da bir işe yaramıyor gibi bir algı var. Kişisel bağlantılar, okul başarısından daha önemli olduğu düşünülüyor.Sertifika programları, burs programlarına önem veriliyor. Gençlerin %52’si batı ülkelerine gidip eğitim almak istiyor. Türkiye eğitim sistemine olan güvensizlik yurtdışında eğitim arzusunu çok artırmış durumda.

Yine gelecekle ilgili en çok en öne çıkan iki tane başlık var:Birincisi, gençler evlenmek istiyor. Bu bir kuşak önce, 2000’li yılların başında yaptığımız araştırmada böyle çıkmıyordu. Hatta Türkiye’de evlilik yaşı git gide yükseliyor.Evlilik vurgusu niteliksel derinlemesine görüşme yaptığımızda, üzerinde durulan bir mevzu değildi. Tersine 2000’li yılların başında, hatta 90’lı yılların sonundaki çalışmada, gençler arasında evlenme demode bir kavramdı. Fakat şimdi evlilik, çok istenen ve arzulanan bir şey haline dönüşmüş. Evlilik arzusunun öne çıkmasında şöyle bir dinamik olduğunu sezimleyebiliyoruz; gençler bir yandan özgürleşmek, aileye bağlı ve bağımlı hallerini gevşetmek istiyorlar. Bir yandan da çok güçlü bağları var. Bunun da çıkar yolunu evlenmek olarak görüyorlar. Evlendiklerinde, özellikle genç kadınlar için kendilerine ait bir hayat kurmanın yolu açılmış oluyor.

Kendine ait bir hayat kurmanın başka iki yolu daha var, biri yurtdışına gitmek ya da daha dar bir kesim için, başka bir şehirde üniversite hayatı yaşamak. Gençlerin %52’sinin yurtdışında eğitim almak istediğini söyledik ve bu ülkeler genelde Batı ülkeleri. Yaşam tarzlarına, inançlarına müdahale etmeyecek, kendi kimliklerini yaşayabilecekleri, refah seviyelerini arttırabilecekleri yerlerin Batı’da olduğu düşünülüyorlar. Geçmişe göre kıyaslandığında Batı düşmanlığı da gevşemiş görünüyor.En çok talep edilen ülkeler de istisnasız ABD, İngiltere, Almanya oluyor. Gençler kendi hayatları açısında çok iyimserler fakat aynı şeyi ülke için düşünmüyorlar. Ülkeye bakışta çok karamsarlar. Bir şekilde birey olarak kendileriyle toplum arasında mesafe oluşturmuş gibi duruyorlar.

Aile konusuyla ilgili olarak; bir yandan ailelerine çok bağlı bir gençlik ile karşı karşıyayız.Bir yandan da o bağlılığın arkasında bir bağımlılık ilişkisi olması, aileyi kendi özgür hayatlarını yaşamak için bir baskı unsuruna dönüştürmüş.Bağımlı olma ilişkisi de ilişkiye iyi gelen bir şey değil. O yüzden başka bir şehirde, başka bir evde yaşamak, başka bir ülkeye gitmek, evlenmek ve buradan kurtulmak istiyorlar. Aileyi sevmiyor değiller ancak uzaklaşmak istiyorlar. Ancak o zaman kendi kararlarını özgürce alabileceğine inanıyorlar. Kendi kararlarıyla ya da beklentileri ile ailenin beklentileri arasında bir mesafe oluştuğunda aile kazanır. Biz buna gerilimden kaçınma dedik.Bu durum özellikle ailede oluyor ama bu genç kuşağın önemli bir özelliği gerilime girmemesi. Eğer bir gerilim varsa orada taviz vermeyi yeğliyorlar. Çatışmaktansa gerilimsiz bir şekilde hayatını devam ettirmeyi istiyorlar. Aile ile ilişkiler böyle olduğundan ancak oradan uzaklaşırsam kendi isteklerimi yapabilirim düşüncesi yaygın hale geliyor.

Siyasete katılım düzeyine baktığımızda; Mesela parti üyeliği %5, STK üyeliği içine dini kuruluş üyeliklerini de katarsak %10 civarındadır. Bunlar Avrupa ülkelerine baktığımızda çok büyük rakamlar aslında.Gençlik, parti üyeliği, siyasetle ilgilenme,  gündemi takip etme,siyasi meselelerin farkındalığı gibi konularda ne olup bittiğini gayet iyi biliyor,fakat siyasete katılım niteliğinde sorun var. Yani parti üyesi olan, siyasette aktif ya da yönetim düzeyinde olan gençlere pek rastlanmıyor. Daha dekoratif bir katılım ile karşı karşıyayız. Bunun da iki dinamiği var; Bir tanesi yaş ayrımcılığı.Yani yaşlı siyasetçiler ya da sivil toplum liderleri, gençlerin önünü kesiyorlar. İkinci dinamik ise bu kuşağa özgün, gençler yönetimlere çok girmek istemiyor. Yani kendileriyle ilgili kararların dışındaki konularda rol alma isteğine sahip değiller. Aile konusunda bahsettiğimiz gerilimden kaçma hali siyaset konusunda da aynı. Siyaset gençlerin dünyasında çok kirli bir kavram ama bu yine de uzak durdukları anlamına gelmiyor. Çünkü takip ediyorlar, ilgileniyorlar, konuşuyorlar. Fakat sosyal hayatlarında eğer bu bir gerilime yol açacak gibiyse oradan hızla uzaklaşıyorlar.Bunun da hem olumlu hem olumsuz sonuçları var. Olumlu sonucu bu tavır onlara kendilerine çok benzemeyen kesimlerle bir araya gelme imkanı sağlıyor. Bu günümüzün kutuplaştırıcı dünyası için iyi  bir sinyal olarak okunabilir. Olumsuz tarafı ise tartışmamaya alışan bir gençlik oluşmuş oluyor.

 

Biz bu araştırma esnasında neredeyse kast sistemi gibi birbirinden çok farklı gençlik grupları olduğunu gördük. Grupları 3’e ayırdık. Bir ayrıcalıklı grup, bir bağlantı grubu, bir de tutunamayanlar var. Gruplar genellikle kendi içerisinde kalıyor. Gruplarda olmayı belirleyen faktörlerden biri cinsiyet. Kadınlar mutlaka daha dezavantajlı başlıyor. Eğitim düzeyi, kent ya da kır kökenli olmak da diğer faktörlerden. Kırla hala bağlantısı olana göre, birkaç kuşak kentte olmak ayrıcalık oluşturan bir şey haline gelmiş oluyor.Aile bir faktör. Kimisi bulunduğu topluluklardaki networkleri ile ilerlemeye çalışıyor. Beceriler eğitimle gelen bir faktör ama yine de yeterli değil.

Özetleyecek olursam araştırmanın en çarpıcı verisi, çatışmadan kaçınma, yani rıza göstermeden uyum içerisinde bulunma hali ile ilgili olan veri oldu. Karar alma süreçlerinin dışında kaldığını, biraz kendi rızalarıyla biraz da diğer yaş kuşaklarının onların önüne engel çekmesi nedeni ile olduğunu söyleyebiliriz.

Gelecek konusunda güzel arzuları var ama planlarını gerçekleştirme konusunda çok fazla destek mekanizmasına sahip değiller. Sadece A planı da değil, derecelendirilmiş A-B-C planları var. Genellikle A planları kendi arzularında ağırlıklı oluyor ama aileleri onları B planına geri çekiyor. Eğer imkanları da el vermiyorsa C planına razı olabiliyorlar. O yüzden A planının gerçekleştiğini çok fazla görmüyoruz gençler arasında.

Bunların yanında nerelerde farklılaşıyorlar, belki bunu da söylemek de fayda var. Hangi kesimden gelirlerse gelsinler, gündelik hayat pratiklerinde, dinledikleri müzikte, tükettikleri popüler kültür araçlarında çok farklılaşmıyorlar. Yabancı dizileri herkes izliyor, interneti herkes kullanıyor, sinema, spor konusunda katılımlar çok birbirine benziyor.Fakat geleceğe bakışta kaygı düzeylerinde ve özgüven itibarıyla farklılaşan kesimler var. Kaygısı yüksek olanlarda işsizler çok öne çıkıyor. İşsiz gençlerin apayrı bir ruh hali var. Kürt gençliği de kültürel olarak da, özgüven itibarıyla da farklılaşıyor. Öğrenci kesiminden özellikle başka şehirde öğrencilik yapan gençler diğer gençlerden oldukça farklı özellikler sergiliyor. Daha özgüvenli ve gelecek konusunda da daha iyimserler.

Prof. Dr. Ferhat Kentel: Ben araştırmayla ilgili özellikle birkaç maddeye değinmek istiyorum. Bu araştırmada bana göre en önemli sonuçlardan bir tanesi, melezliktir.Araştırma bulgularının herbiri, bizim kafamızdaki yerleşik kalıpları aslında bayağı zorluyor. Yani düne kadar Türkiye’de insanlar, sizi şeklinize bakarak bir kategoriye ait buluyorlar ise, başka kategorilerin özelliklerinin burada olması genellikle çok kolay kabul edilmezdi. Bu sosyolojide de böyleydi. Klasik sosyolojide insanlardan, sağcı-solcu, kadın-erkek olmalarına göre beklenen şeyler vardı fakat aslında hayat böyle bir şey değil. O kalıplar genelde insanları zapturapt altına alıyor. İnsanların üzerine bir kıyafet, gömlek giydiriliyor ve o gömleğin içinde hareket etmesi bekleniyordu. Bu araştırma bize pek de öyle bir gömleğin olmadığını gösteriyor. Bu yüzden melezlik çok önemli. Kaygan bir zemin, oynak olma hali. Müslümanım ama solcu birtakım değerlerim var, ya da solcuyum ama dini inançlarım var, muhafazakar bir aileden geliyorum ama rap müzik yapıyorum gibi örnekler. Bu melez hal aynı zamanda paradoksal bir şekilde risk üreten de bir durum. Mesela aile konusu bunun en çok düğümlendiği yerlerden biri. Aile ne olacağı belli olmayan bu kayganlık halinde üreyebilecek risklere karşı bütün bu hali koruyan bir kimlik sağlıyor. Melezlik,siyah, beyazın ortasında gri, karma bir şey değil, bir sürü farklı gri tonu var. Siyaha daha yakını da beyaza daha yakını da var. Bunun alaşımları da sınıf ve kültür arasında oluyor denebilir. Topluma belli bir kategorizasyonudayatanlar bundan vazgeçtikçe toplum aslında kendi normalini buluyor. Köy düğünlerine veya üniversitelere bakalım. İnsanlar sağcı solcu, AKParti’ciCHP’ci diye yaşamıyorlar. Düğünlerde dekolteli hanımlarla kapalı hanımlar birlikte göbek atıyorlar. Gündelik hayat pratikleri çok daha iç içe geçmiş. Ama bunun temsillerinde sorun var. AKParti, CHP, Türk, Kürt, Milliyetçi, Müslüman, İslamcı diye büyük kategorilere geçildiği an sorun orada başlıyor. Yani devlete yaklaşan bir takım yerlerde ne yazık ki kutuplaşma daha fazla.

Kişiler kendi inanç ve kimliğiyle uyuşmayan pratiklere yönelebiliyor, kendi inançları açısından yaşadığı bu esneklikkişileri iç dünyalarında rahatsız etmiyor. Rahatsız olanlar başkaları aslında. O büyük, yaşlı erkek otorite figürleri bunlardan rahatsız oluyor. Çünkü “ne oluyor bu gençlerin hali” diyenler genelde yaşlı ve erkekler. Onların kafasında çok daha doğru, çok daha net kategoriler var. Onlar çünkü Atina şehirlerini, Osmanlı sarayını temsil ediyorlar. Genç dediğiniz insan ise her zaman toplumsal hareketi temsil eden insanlar. Bedenleri, zihinleri ve ait oldukları dünyalar hareket halinde. Bu hareketin kendisi her zaman düzeni rahatsız eder. Bunlar başörtüsüyle üniversiteye girmeye kalkan kadınlar olur, anadiliyle konuşmak isteyen Kürtler olur. Düzen bunlardan rahatsız olur. Rahatsız olanlar dünün laikçileridir, bugünün dindarlarıdır, yarın başka birileri olacaktır.

Gündelik hayatta bütün bu esneklikler, çeşitlilik, renklilik yaşanırken normal şartta devlet, toplum düzeyine de bu çeşitliliğin yansıması beklenebilir. Ama yukarıdaki o temsiller düzeyi bu kadar kategorik olduğu için, böyle bir esnekliğe yer vermediği için, o zaman tekrar oraya çıkmak yerine, insanlar gündelik hayatlarının içinde oyalanmaya başlıyorlar. Gündelik hayat, tam da bu çeşitlilik yaşandığı için  aslında alabildiğine siyasi. Yani aslında siyaset sadece şu partiye oy vermek, bunu sevmek sevmemek değildir. Gündelik hayatta bütün bu çeşitliliğin yaşanmasıdır. O anlamda şimdiki gençlik gayet siyasi bir gençliktir. Yani kimse kimsenin istediği gibi politik olmak zorunda değil. Herkes kendi tarzına göre  belki dünyayı değiştirmek istemez ama mahallesini değiştirmeye çalışabilir. Yani illaki birilerinin yaptığı gibi devrim yapmak zorunda değil kimse. Dolayısıyla bu kaçış da belki bir tür siyasiliktir.

Araştırmaya dair değinilmesi gereken bir diğer konu sekülerleşmedir. UlrichBeck modern toplumları matruşka bebeklere benzetir. Bu toplum mesela sanayi toplumuysa, aile, modern aile, okul, eğitim hepsi birbirini tamamlar. Bugün bunlar dağıldı artık. Bir tane matruşka bebeği açıyorsunuz içerisinden başka bir şey çıkıyor. Yani artık Müslümanlar böyle davranıyor, laikler böyle davranıyor şeklinde kalıp cümleler kurmak zor.Ben gayet dindar bir kişiyim ama bu dindarlığım benim özel hayatımı bir yere kadar düzenlememi, tanzim etmemi sağlıyor olabilir. Hayatınızı neye göre düzenlerseniz daha başarılı olursunuz sorusu karşısında eğitim cevabının %60olması karşısında dinin %16 gibi bir rakamda olması dinin daha çok özel hayatta yaşanıyor olduğu şeklinde düşünülebilir.

Bir diğer konu, pragmatizm ve muhafazakarlığın bir arada oluşudur.Yani bir tarafta yine modernliğin sonucu olan hep para kazanmanın, başarmanınbulunmasıdır; Çevreye zararlı olmasına, bizim geleneksel değerlerimizle alakası olmamasına rağmen gökdelenler yapmak, dikey şehirleşmek vs. bunlar paradoksal gibi gözüken ama gayet insani olan durumlar aslında. Bizim kafamızdaki normal standart bir takım rasyonel okumalar hiçbir zaman öyle matruşkagibi olmak zorunda değil. Meselabir tarafta güvensizlik yaratan, karmaşık, belirsiz, para kazanmak kazanamamak gibi modernist bir takım riskler korkular ilişkisi var. Öbür tarafta da güvenin sağlanacağı veya bir tür cemaatleşme, dayanışma ruhunun olabileceği yerler tesis etme gibi bir istek var ki, bu yerlerden en önemlisi aile. Kimlik de burada bütün bu paradoksallık verisinin üstüne ve o kaygan zeminde kontrol sağlayan bir şey haline geliyor. Yani o karmaşıklığın içerisinde ben buyum demeyi sağlıyor.

Soru: Aile konusu ile ilgili gençlerin paradoksal diye tanımladığımız davranışları aslında bir yerde hem çok realist hem de oldukça kendileri açısından da bir faydaya tekabül etmiyor mu? Çünkü hem finansmanaileden alınıyor, onu kaçırmak istemiyorlar, hem de aile sığınılacak bir liman gibi de görülüyor. Aslında oldukça realist bir şekilde siyaset yapılıyor. Aynı zamanda itirazlarla karşı tarafı kırmak istenmediğinden biraz susmak, uyumlu olmak da tercih ediliyor. Oldukça realist bir yaklaşım bu…

Evet, öncelikli olarak bağımsız olmak istiyor gençler ama gerçeğe de baktıklarında ailelerini de kaybetmek istemiyorlar. Bir tarafıyla bağı da muhafaza ediyorlar. Bu belki sadece aile için değil, devlet için de söylenebilecek bir şey. Gençleri destekleyecek bir mekanizma çok fazla yok olanlar da borçlandırarak yapıyor. Genç aileye de borçlanıyor ve o borç da terk etmemeyi, aileden kopmamayı, vefayı sağlıyor.

Muhafazakarlığımız, dindarlığımız, laikliğimiz aslında hep modern dünyanın ürettiği şeyler. Yani bizim 1400 yıllık geleneğimizden gelen şeyler değil. Hiçbiri kendi özerk güzergâhlarınıizlemiyorlar, modern toplumla var oluyorlar. Yani bütün bunları, bir bütünün birbirinden ayrılmaz, birbirini besleyen parçaları olarak düşünebiliriz. Buna rağmen bizim kafamızda net ayrımlar yapıldı. Makbul iyi vatandaşlar, kötü, çirkin vatandaşlar ayrımları oluştu. İleri-geri, rasyonel-irrasyonel, orta çağ vs. gibi tasnifler ortaya çıktı. UlrichBeck’e göre ise “ya o, ya da o” anlayışından biz “hem o, hem de o” anlayışına geçtik. Bizim bu gençlik araştırması da aslında bunu önümüze döken bir şey oldu.

Soru: Bu tamamen devrimci ruhu öldürür mü?

Bolşevik, Fransız ya da Kemalist anlamda devrimciliği öldürür belki ama gündelik hayatta bayağı başka bir şey oluyor, hayat değişiyor ve başkaldırı anlayışı değişiyor. Öyle büyük başkaldırılara, bayraklarla sokağa çıkmaya falan gerek yok.Gündelik hayatta çok fazla şey değişiyor, mikro devrimler gerçekleşiyor. Bu yeni durumlara da adapte olmak gerekiyor. Adaptasyon için kültürel, parasal, ekonomik sermaye varsa, bir takım şeylerin gerçekleştirme şansı daha fazladır. Dolayısı ile bir tür sınıfsal pozisyonla, ekonomik durumla, eğitimle alakalıdır. Mesela ABD’de ya da yurtdışındaeğitim gençlerin %50’si tarafından bir alternatifi olarak görülüyor olması buna örnektir. Bagajımızda bizle beraber gelen yol haritaları, anlam dünyaları gibi olan şeylerin bileşkesinden oluşan seçimlerdir bunlar.

Araştırmayla ilgili başka önemli bir nokta Suriyeliler. Suriyeliler için her zaman kardeşlerimiz diyoruz fakat bir noktaya gelindiğinde “bunlar da çok oldular” diyebiliyoruz. Çünkü biz ulus devlet vatandaşı olarak eğitim görmüşüz, kafamızda sınırlar, kırmızı çizgiler var.

Ulaş Tol: Gençler arasında Suriyelilere karşı hoşgörü minimum düzeyde ve nefret çok güçlü. Bu konuda muhafazakar, dindar, laik hepsi birleşiyor.

Prof. Dr. Ferhat Kentel: Hepimiz göçmeniz, o veya bu şekilde biraz da eskiden geldiğimiz için biz ilk reddedildiğimiz zamanlarımızı unuttuk. Çerkezler, Türkçe bilmedikleri için gavur muamelesi gördüler. Balkanlardan gelenlere Yunan döküntüsü dendi. Sonra da biz kalkıp yeni gelenleri reddediyoruz. Bu Fransa’dan tutun dünyanın her yerinde böyledir. Sonuçta zaman diliminibiraz genişleterek bakarsak hep aynı şeyi görürüz. Genel olarak Suriyelilere karşı da kadınlar ve çocuklar kalsın, erkekler gidip savaşsınlar şeklinde erkekçi, sert bir anlayış var.

Cinsiyet meselesi de çok önemli bir mesele bence. Bu araştırmanın en çok ortaya koyduğu sonuçlardan biri Müslüman kadınların, Müslüman erkeklere karşı çok daha demokrat olduğudur. Muhtemelen buda bütün toplumlarda şu veya bu şekilde ezilmek durumunda kalan insanların düzenle ilgili mesafe almasından kaynaklı. Parti tabanlarına göre bir takım esneklikler, homojenlik arayışları da var. Mesela bundan 15-20 sene önce yaptığım bütün araştırmalarda, AKP seçmeni çok daha esnek ve çoğulcuyken şimdi gittikçe daha homojen bir toplum isteği içerisindeler. Veya MHPgençlik kesimlerine bakıldığında daha erkekçi, kimlikçi gençler var iken; HDP’liler mağduriyet ve esneklik hali ön planda.

Araştırmanın çıkardığı sonuçlardan biriinanılmaz bir bireyselleşme yaşadığımızdır. İnanılmaz bir korku ve buna bağlı olarak da kendini bu veya şu şekilde üreten cemaatleşmelerden, kimlikleşmelerden, gruplaşmalardan bahsetmek mümkün. Bu da hem bir yandan devletten korkma hali hem de devlet gibi olmayı istemek gibi çelişkili sonuçlar doğuruyor.Bireyselleşme artıyor ama cemaatleşme de artıyor. Bu çünkü bir sosyal sermayeye dönüşmüş durumda. Nasıl aile bırakılamıyorsa bu kimlik de bırakılamıyor.

Soru: Araştırmaya göre, gençlerin devletin veya toplumun iyiye gittiğine dair bir ümidi yok, ancak kendilerinin iyiye gideceğine dair ümitleri var. Halbuki gençlik yani kendisi iyiye gidiyorsa toplum da iyiye gidiyor diye düşünmek gerekir. Bununla alakalı ayrıntılar nedir, bu sonuca nasıl varıldı?

Ulaş Tol: Bu aslında doğrudan sorduğumuz ülkenin gidişatını nasıl buluyorsunuz, kendi geleceğinizi nasıl görüyorsunuz sorularının cevabı. Yani bir çıkarım değil. Muhtemelen burada başkalarına güvensizlik var. Biraz da toplum olamamakla ilgilibir durum. Dünya güven endekslerinde Türkiye’de güven hep düşük çıkar. Ama bir yandan da bununla çelişkili sosyolojik bir durum var ki,Türkiye’de her şey güven ilişkisine dayalıdır. Güvende yakın güven ve uzak güven diye iki kavram var. Aslında Türkiye toplumu kendi çevresinde tanıdığı insanlara sonsuz bir güven duyuyor ve o yüzden de herşey güvene dayalı oluyor. Ama tanımadığı başka kimliklerden olan, daha uzak çevrelere de maksimum güvensizlik duyuyor.

Prof. Dr. Ferhat Kentel: Osmanlı Devleti yıkılmaya doğru giderken aydınlar hiçbir zaman kadın özgürlüğü gibi şeylerden bahsetmiyorlardı. Devlete ve otoriteye çok kızıyorlar,kadınların okumuş-yazmış olmasını istiyorlardı. Aslında belkide onlar kendileriyeteri kadar açıkça konuşamadıkları, itiraz edemedikleri için devlet karşısında kadınların vasıtası ile dillerini geliştirmeye çalışıyorlardı. Yani beceremedikleri bir itirazı kadınlar vasıtası ile yapmaya çalışıyorlardı. Çünkü başlarına bir şeyler gelmesinden korkuyorlardı. Dolayısıyla her ne kadar Kemalist devrim olduysa da, ataerkil yaklaşımla vatandaş inşa eden bir devlet altında yaşadık,hala da yaşıyoruz. Türkiye’de devletçi diyebileceğim bir yapı, sadece gençleri değil, Türkleri ve de Kürtleri hep etkisi altına almıştır. Tanrısallaştırılmış Abdullah Öcalan figürü, başbuğlar, ulu önderler, reisler hep bu düşüncenin ürünüdür. Biz bir taraftan bu memleketin vatandaşıyız, ulusun parçasıyız. Bir taraftan kendi cemaatimizin parçasıyız, öte taraftanda bireyiz. Kendi hayatımızda iyi maksimizasyon yapmaya çalışıyoruz, iyilik bağlamında. Bir yandan da korunacak yerlerimiz var. Bir devlet altında yaşıyoruz. Bütün bu kurucu inşa edici, söylem dünyasının dışına çıkmak kolay değil. 300 yıllık sanayi toplumunun bir parçasıyız, 100 yıllık bir cumhuriyetimiz var. Bir taraftan bireyselleşen insanların diğer taraftan da devlet korkusu, korunma duygusu gibi duyguları yaşaması çok normal.

Soru: Bu araştırmanın 15 Temmuz sonrası olmuş olmasının sonuçları etkilediğini düşünüyor musunuz? Araştırmada bölünmek isteyen Kürlerle alakalı da bir veri var mı?

Ulaş Tol: Sadece 15 Temmuz sonrası değil, belki son 3-5 yıldır Türkiye siyasi gerilimlerin yüksek olduğu bir ülke oldu.Patlamalar, gerilimler, Kobane olayları vs. tüm bu gerilimlerden dolayı oluşan bir yorgunluk var. Sadece gençlik değil bütün toplum yorulmuş durumda. Bunun yansıması olarak da geleceğe karamsar bir bakış olduğu söylenebilir. Kürt gençliğinibaşka araştırmalarla da takip etmiştik. Ruh halleri çok farklıydı.Türkiye’yi ve kendi geleceklerini kader birliği içinde görüyorlardı. Fakat çözüm sürecinin seyri karamsarlığı çok artırdı.Artık Türkiye’de benim için huzurlu ve mutlu bir yaşam yok duygusu çok arttı ve yurt dışına gitme arzuları çok yükseldi.

Sorumluluktan kaçma meselelerine gelince de bu belki biraz da zamanın ruhuyla ilgili bir durum olabilir. Örneğin sosyal medyada her şey akıp gidiyor, 140 karakterle bir şeyler anlatılıyor. Üniversite eğitimibu kuşaklar için çok hantallaştı, sertifika programlarına yönelme oldu. Bu akışkanlık, her şeyin hızlı olması ve yapısal büyük makro şeyler, belki zamanın ruhuna da uygun değil. Niye bu kadar devlet ile dünya ile uğraşalım ki düşüncesinde de olabilir gençler. Biz kendi anlayışımız ile yargılıyoruz ve bunu bir sorumluluktan kaçma olarak görüyoruz ama bu bir tercih olarak da okunabilir.

Soru: Son zamanlarda kadının kimliği güçlendikçe erkekliğin eksildiği, bittiğine dair yazılar okuyoruz. Siz araştırmanızda bu veriyi destekleyecek bir veriye rastladınız mı, cinsiyet rollerinde bir değişim var mıdır gençler arasında? Erkekler daha özgüvensiz, pasif, kadınlar daha güçlüdür gibi?

Prof. Dr. Ferhat Kentel: Kalıp yargılara, kalıplaşmış beylik cümlelere, kimlik temsil meselesine erkekler çok daha bağlı. Ben doğruyum bunlar niye böyle yapıyorlar, böyle Müslümanlık mı olur düşünceleri genellikle erkeklerden çıkıyor. Mesela bir anket yapıldığında erkeklerde sonuçlar %55 evet, %43 hayır, %2 de fikrim yok şeklinde çıkarken, kadınlarda %40 evet, %40 hayır, %20 fikrim yok çıkabiliyor. Bunu kabaca pozitivistçe okursak kadınların fikri yok, kadınlar bilmiyor şeklinde okuyabiliriz. Halbuki kadınlar çok daha kesin olmayan yargılara sahipler, çok daha esnekler.

Suriyeliler konusundaki önyargılara gelince,yanlış bilinen çok güçlü rivayetler var. Örneğin üniversitelere sınavsız girebilmeleri, devletin iş olanağı sağlaması gibi. Bu gibi düşünceler gençlerde işimizi, eğitimimizi elimizden alıyorlar, bizim haklarımızı kullanıyorlar algısı oluşturuyor. Bunun dışında bir kesim de Suriyelilerin dindar olmasını, bir kesim Alevilikle Suriye arasındaki bağı düşünüp önyargılı davranıyor. Aleviler Suriyeli gördüklerinde onu IŞID’li olarak görüyorlar. Ama istisnasız her kesimde bir Suriyeli nefreti var.

Eşcinsellere karşı her kesimden, dindar olsun seküler olsun hoşgörü artmış durumda. Hatta bir kısmının arkadaşları da var. Özellikle üniversite hayatında çok liberal yaklaşımlar olabiliyor. Farklı kimliklerle temas, demin eleştirdiğimiz sorumluluk almayan, gerilimden kaçma hali, aynı masaya oturma imkanı sağlıyor gençlerde. O çatışmaya girmediği için, kantinde orada burada, farklı kimlikte insanlarla bir araya geliyor, bu da hoşgörüyü artıran bir şey oluyor.

Ulaş Tol: Suriyeliler daha güçsüz görülüyor ve mesela onlara yardım etmek çok makbul. Bir de makro siyasetin de bunda etkisi var, sonuçta Suriyelilere hala misafir deniyor fakat misafirin de uzun kalanı makbul görülmez. Bu tür azınlık ayrımcılıklarında çalışan çok benzer şeyler vardır, mesela bunlar suça yatkın görünürler. Temizlikle, cinsellikle ilgili efsaneler oluşur.Nefret söylemi hep bunlar üzerinden çalışır.

Ferhat Kentel:Suriyeliler konusunda bazı iyileştirici uygulamalar yapılması gerekiyor ve burada CHP gibi partilere çok görev düşüyor. Çünkü laik kesimin içinde de inanılmaz bir düşmanlık var. Ensar-muhacir benzetmesiyle konu bir yere kadar gidiyor. Başka şeyler söylemek lazım. Hepimizin göçmen olduğu gibi bazı tarihsel hatırlatmaların net faydası olacağını düşünüyorum.

Ulaş Tol: Suriyeliler konusunda hocama katılıyorum. Aslında şu anda hakim devlet söylemi, Suriyelilere misafir dedikçebu entegre olmama halini daha çok besliyor.Halbuki Almanya’ya giden Türk işçilerle kıyaslandığında, Suriyeliler bize kültürel olarak çok uzak bir toplum değil.Ayrı kültürler olunca entegrasyon tamamen zorlaşıyor. Mesela mülteciler üzerine çalışan kuruluşlar Türkiyeli kadınlar ile Suriyeli kadınları bir araya getirmek istediklerinde yemek atölyeleri düzenliyorlar. Bir anda kaynaşma maksimumlaşabiliyor, çünkü çok birbirine benzer kültürler var. Farklı kültürel kodlar açısından birbirine uyum sağlamaya daha yatkın görüyorum ama burada devletin o makro söylemini değiştirmesi gerekiyor.

Ferhat Kentel: Devletin o makro söylemi sadece Suriyeli meselesinde değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı ve milliyetçiliğin yükselişi ile birlikte çok net bir “biz duygusu” olarak inşa edildi. Bütün ilkokul kitaplarındaki o inşaya baktığınızda bu zihniyeti değiştirmediğiniz, kitaplara yansıtmadığınız zaman, sırf Suriyeliler konusunda yapacağınız değişimler işe yaramayacaktır.

Soru: “Hem o hem bu” şeklinde düşünmenin insanın kendiyle ve ruhuyla uzlaştığına ve toplumla kavgasını azalttığına dair bir tez var. Bunu pozitif değerlendirip, kendiyle ve ruhuyla uzlaşmış veya o yolda ilerleyen insan olarak yorumlayabilir miyiz?

Ulaş Tol: Bu halin bir yandan hoşgörüyü artıran, ufku genişleten bir tarafı var. Bir yandan da sorunların çözümünü erteleyen, derinine inmeyi engelleyen bir yapısı var. Bu belki daha iyi onu bilmiyorum. Bizim kuşaklar sorunların açığa çıkmasını seven kuşaklardı. Ama günümüz kuşağı böyle değil.

Prof. Dr. Ferhat Kentel: Beni ODTÜ zamanından tanıdığım bir kadın sokakta görünce mesela dedi ki, senin için solcu Müslüman diyorlar bu nasıl oluyor anlatsana? Öyle mi diyorlar eksik söylemişler dedim, Bizim kuşak için bu tarz bir şey mümkün değil. Böyle bir şey matruşkaya uymuyor. Ama şimdi o da giriyor bu da giriyor o kelimenin içine. Yani kendimizisınırlayıp zapturapt altına alan bir takım tornavari kimliklerle başa çıkmamız mümkün değil.

Soru: Bu çalışmayla beraber gençlik üzerinden baktığımızda Türkiye’yi nasıl okuyabiliriz?

Ulaş Tol: Araştırmanın sonucuna bakarsak; gençlerdeki özellikle bir arada yaşama isteğinin arzusunun ve hoşgörünün artıyor olması daha iyi bir Türkiye vaad ediyor. Gençlerin sorumluluk almama, rollerden kaçınma hali de yeni bir toplum oluşacağının işaretilerini veriyor. Bu belki dünyada da böyle, sadece Türkiye’ye özgü bir şey değil. Böyle bir toplumun nasıl idare edileceği, sosyolojik duruma uygun nasıl bir çalışma yaşamı oluşturulacağı, nasıl siyaset yapılacağının bulunması lazım.Bu bulunursa gayet olumlu bir şey olur ama eski yönetme biçimleri, anlayışları siyaset yapma tarzları ile bu anlayış arasında gerilim olacağı açıktır.

Ferhat Kentel: Bende de sivil gündelik hayatın içinde komplekssizleşenyeni bir toplumun oluşumuna dair bir düşünceler var. Ama bu güllük gülistanlık bir şey değil. Aynı zamanda kaygan, korku ve güvensizlik yaratan bir durum. Ama bütün dünyada birsürü de örneği var. Neo-liberal bir takım usullerin, küresel bir takım ekonomik savaşların, finansal krizlerin, ekonomik adaletsizliklerin olduğu bir düzende özgürleşme ve komplekssizleşme halinin çok da öyle rahat bir şekilde yeni bir toplum oluşturacağını da düşünmek zor. Gerilimler içerisinde geçecek olan bir süreç ve gençler de bunun farkındalar. Bu da bir güçsüzleşme, karışmak istememe haline sebep oluyor ve dolayısıyla açık bir yol arıyorlar.

 

NOT: Bu metin, Ulaş TOL ve Prof. Dr. Ferhat KENTEL’in derneğimizde yaptıkları Umut ve Kaygı Arasında Türk Gençliği konulu sunumlarından tarafımızca çıkarılan program özetidir.

Hazırlayan: Zeynep Sena

Önceki Yazı

İntihar, Bağımlılık ve Manevi Danışmanlık

Sonraki Yazı

Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir